sahne 1

14 Şubat 2008 Perşembe

Sokrates’in baldıran zehrini içmesinden aşağı yukarı 2500 yıl sonra bir adam denizin kıyısında nereden geldiğinin bilmediği elmalı nargileyi içine çekerken altı saniye önce nereden geldiğini bilmediği tek şekerli çayın tadının ne kadar buruk olduğunu düşünüyordu bu arada denizdeki yansımasına bakıyordu.Dalgalardan olsa gerek yüzünü tam olarak göremiyordu.Çayın buruk tadı,nargilenin içindeki elma aromasının yanı sıra düşündüğü onlarca şeyden birisi de nasıl göründüğüydü.Daha önce düşünmesi gereken şeyleri düşünmediğini fark etti birden.Oturduğu sandalye,marpucunu elinde tuttuğu elmalı nargile ve tadı buruk olan tek şekerli çay kimindi?Daha da önemli olan soru ise şuydu:Oturduğu sandalye,marpucunu elinde tuttuğu elmalı nargile,tadı buruk olan tek şekerli çay ve denizi kapsayan alan neresiydi?Niçin etrafta kimselerin olmadığı da adamın düşünebileceği öncelikli şeylerden biriydi.Bu yeni düşüncelerle elindeki marpucu yere bıraktı,tek şekerli buruk tatlı çaydan bir yudum daha alıp onu da marpucun yanına bıraktı,oturduğu sandalyeden kalktı.Yürümeye başladı;sandalyeye göre sağa,denize göre sola doğru.Saatine baktı saati sekizi yirmi geçiyordu.Yürüdü,yürüdü,yürüdü…Çevrede ne bakılacak bir bina ne de gülümsenebilecek bir insan vardı.Tek uğraşı denizdi bu yürüyüşte bazen de adım saymak için asfalt yola bakıyordu.Denizden uzaklaşmaya korkuyordu.Çünkü asfalt yol kısa sürede canını sıkıyordu.Oysa deniz eğlenceliydi.Hatta bir keresinde kırmızı gözlü,ejderhayı andıran,çirkin bir deniz yaratığı kendisine doğru yüzmüştü,bir keresinde de poseidon onun için bir şarkı söylemişti,üç kez de tanımlayamadığı bir uçağın denize ip merdiven attığını ve bu merdivenden denize inen garip canlıları gördü.Kendisi ile yüzen balıklar çok sıradandı artık onun için.Yürüdü,yürüdü,yürüdü…Durdu aniden saatine baktı sekizi yirmi geçiyordu.Saatin durduğunu düşündü.Emin değildi ama yaklaşık üç saattir yürüyor olmalıydı ama hava hiç kararmamıştı hala o akşamüstünün hafif karanlığı sürüyordu.Yürüdü,yürüdü,yürüdü…Artık sadece denize bakıyordu,çok ilginç şeyler oluyordu denizde.Başını denizden sadece bir kez çevirdi.Onda da denizin rengi birdenbire sarı olmuştu.Sarı renginden nefret ederdi.Cesaretini toplayıp tekrar baktığında denizin rengi mavi olmuştu bile.Tam seçemediği kendi yüzünü tekrar gördüğüne sevinmişti.Nasıl görünüyordu acaba?Yürüdü,yürüdü,yürüdü…”Galiba 24 saattir yürüyorum” diye düşündü.Saatine baktı sekizi yirmi geçiyordu.Haklı olduğu için gülümsedi sonra.Durdu.Önüne çıkan kapıyı açtı.Kendi eviydi.İçeri girdi.Hemen yatak odasına gitti.Karısının yanında uyuyan bu adamda kimdi böyle?Sessizce odadan çıktı mutfağa girdi.Karısı yemek için masayı hazırlıyordu.Buzdolabının kapanan kapısının önünde aynı adamı gördü.Elinde dolaptan çıkardığı bir şişe su ve turşu tabağı vardı.Canı turşu istedi.Ama karısı onu aldatıyordu.Mutfaktan da çıktı.Kızının odasına gitti.Kızına masal okuyan bu adam az önce mutfakta değil miydi?Bu sefer adama çok kızmıştı.Kızını çok seviyordu çünkü.Karısını da seviyordu ama kızı kadar değil.Yine de sessizce odayı terk etti.Televizyonun sesini duyuyordu şimdi de sesin geldiği odanın kapısını açtı.Televizyonun karşısındaki adama-karısının yanında uyuyan adam,mutfakta dolaptan turşu çıkaran adam,kızına masal okuyan adam- karısı meyve soyuyordu.Televizyonda izlediği tek dizi vardı.Oturup izlemek istedi ama sessizce odadan çıkmak daha iyi bir fikirdi.Evden çıkacakken banyonun aralık kapısından içeri baktı.Banyoya girdi.Az önce tıraş olduğu için yüzünü yıkayan aynı adamın arkasında durdu.Adam kafasını kaldırdığında aynada adamın yüzünü gördü.Sonra kendi yüzünü gördü.Adama baktı,kendine baktı…Adam kendisiydi.Saate baktı sekizi yirmi bir geçiyordu.

0 yorum: