...

17 Şubat 2008 Pazar
ah minel aşk
ölüm dediğin iki sonsuzluk arasına hayatın girmesi değil midir?

...

ah minel aşk
hayat dediğin ölene kadar vakit geçirmek değil midir?

sahne 2

14 Şubat 2008 Perşembe
Luis Buñuel’in Un Chien Andalou’yu yönetmesinden aşağı yukarı 80 yıl sonra bir kadın deniz kenarında nerden geldiğini bilmediği bir koku duyuyordu ama tanımlayamıyordu bu kokuyu oysa sadece iki olasılık vardı denizden ya da değil.Bu kokuyu umursamamayı tercih etti.sonra ayakta olmaktan sıkıldığını düşündü ve oturacak bir sandalye aradı çok aramasına gerek yoktu aslında hemen yanında bir tane sandalye duruyordu.oturdu sandalye kırıldı ve yere düştü canı yanmıştı biraz ama ayağı kalktı üstüne yapışan tozları sildi ama üstüne yapışan tozlarda yoktu.sadece el alışkanlığı ile yapmıştı bu hamleyi.bu olayı da umursamadı denize doğru bir adım attı,denize doğru bir merdiven gördü.Bu merdivenle bilinçaltına inmeye karar verdi.Saate baktı saat sekiz yirmiyi gösteriyordu.Bilinçaltına indi bir süre çok uzun bir zaman geçtiğine karar verdi,tekrar bilinçüstüne çıkmaya karar verdi.kendi hissettiğine göre yaklaşık yedi saat geçmişti bilinçüstüne çıkana kadar.sonra sandalyeye tekrar oturdu.bu sefer düşmedi sandalye kırılmamıştı.zaten kırıktı.bilinçaltına inerken yolda gördüğü şeyleri yazmaya karar verdi.yanında bir bıçak gördü sağ elini kullanıyordu yazarken ya da sol elini keserken.en uzun parmağı orta parmağıydı,yüzük parmağında yüzük vardı zaten.orta parmağını kesti sonra derisini yüzdü ortaya çıkan kemiği iyice biledi artık yazabilirdi.kesilen parmaktan akan kana kalemini batırdı ve yazmaya başladı mini etek giymeyi seviyordu bacaklarına yazı yazabildiği için.bunları yazdı sağ bacağının baldırına.hata yapmaması gerekiyordu mürekkebi bir-bir buçuk litre kadardı sadece.eğer her şey yolunda giderse ölene kadar yazabilirdi.sonra bunları yazdı bacağına.bir polis arabası gördü sonra ve yerde yatan bir kadın.kadın çok güzel olmalıydı mini etek giyiyordu sağ bacağı kan içindeydi sol bacağı da.sol yüzük parmağında bir yüzük vardı.kadın çok güzel olmalıydı.ne olmuş acaba kadına diye düşündü.üç tane polis arabadan indi.kanı çekilmiş dedi birinci polis.üniformasının üzerinde birinci polis yazıyordu.kanı donmuş dedi ikinci polis.çok güzel bir kadınmış dedi üçüncü polis.yolu kapattılar olay yeri bantlarını çektiler.kadın çok güzel olmalıydı bu kadar tedbir alındığına göre.sonra gazeteyle kapattılar kadını.polisler.arabalarına bindiler.geri döndüler.kadın saate baktı sekizi yirmi geçiyordu.on dakikası vardı hazırlanması için kocası saat sekiz buçukta akşam yemeğine gideceklerini söylemişti saat üçü kırk altı geçe arayıp.evde yemek vardı bunu kocasına da söylemişti.kocası yer öyle çıkarız demişti.türk filmlerinde akşam içim plan yapan adam olarak çalışıyordu kocası.işini evine getirmesini hiç sevmemişti, sonuçta bu iş onların geçimini sağlıyordu.evin geçimine kendi katkısı da yadsınamazdı,zaten kocası da bunu hiçbir zaman yadsımamıştı.kocası pek fazla yadsımazdı zaten.akşamdan akşama bir kadeh o da sodayla ya da şalgam suyuyla.saate bir daha baktı sekizi yirmi geçiyordu.neyse ki yeterli zamanı vardı.yürüyüş yapmaya karar verdi.hayatı boyunca kararlar alıp onu uygulardı.yürüyüş yapma kararını da sistemli bir şekilde uygulamaya başladı önce sağ ayağını otuz santimetre ileri attı.vücudu yaylanmıştı bu esnada ve fizik kurallarını düşündü fizik kurallarını hiç bilmezdi.ama içgüdüsel bir şekilde sol ayağı da sağ ayağını yaklaşık 30 santimetre geçti.az önce bulunduğu konumda olmadığını fark etti.bu kararları doğrultusunda hareket ediyor demekti.kararına bir saate yakın sadık kaldı.saatine baktı sekizi yirmi geçiyordu.yeni bir karar vermesi gerekiyordu artık.gördüğü kapıdan içeri girme kararı aldı.bu kararı onu kendi evine çıkarmıştı.hemen yatak odasına gitti.kocasının yanında uyuyan bu kadında kimdi böyle?Sessizce odadan çıktı mutfağa girdi. Kocası yemek için sofrayı hazırlayan kadına bir şişe suyu ve turşu tabağını uzattı.canı turşu istedi.kocası onu aldatıyordu.mutfaktan da çıktı.kızının odasına gitti.kızına masal okuyan bu kadın az önce mutfakta değil miydi.kadına bu sefer çok kızdı.kızını çok seviyordu çünkü.kocasını da seviyordu ama kızı kadar değil.televizyonun sesini duydu sesin geldiği odanın kapısını açtı.televizyonun karşısındaki kadına-kocasının yanında uyuyan kadın,mutfakta sofrayı hazırlayan kadın,kızına masal okuyan kadın-kocası meyve soyuyordu.Televizyonda izlediği tek dizi vardı.Oturup izlemek istedi ama sessizce odadan çıkmak daha iyi bir fikirdi.Evden çıkacakken banyonun aralık kapısından içeri baktı.Banyoya girdi.Aynanın karşısında saçlarını toplayan kadını gördü.kadın kafasını kaldırdığında aynada kadının yüzünü gördü.sonra kendi yüzünü gördü.kadına baktı,kendisine baktı.kadın kendisiydi.saate baktı sekizi yirmi bir geçiyordu.

sahne 1

Sokrates’in baldıran zehrini içmesinden aşağı yukarı 2500 yıl sonra bir adam denizin kıyısında nereden geldiğinin bilmediği elmalı nargileyi içine çekerken altı saniye önce nereden geldiğini bilmediği tek şekerli çayın tadının ne kadar buruk olduğunu düşünüyordu bu arada denizdeki yansımasına bakıyordu.Dalgalardan olsa gerek yüzünü tam olarak göremiyordu.Çayın buruk tadı,nargilenin içindeki elma aromasının yanı sıra düşündüğü onlarca şeyden birisi de nasıl göründüğüydü.Daha önce düşünmesi gereken şeyleri düşünmediğini fark etti birden.Oturduğu sandalye,marpucunu elinde tuttuğu elmalı nargile ve tadı buruk olan tek şekerli çay kimindi?Daha da önemli olan soru ise şuydu:Oturduğu sandalye,marpucunu elinde tuttuğu elmalı nargile,tadı buruk olan tek şekerli çay ve denizi kapsayan alan neresiydi?Niçin etrafta kimselerin olmadığı da adamın düşünebileceği öncelikli şeylerden biriydi.Bu yeni düşüncelerle elindeki marpucu yere bıraktı,tek şekerli buruk tatlı çaydan bir yudum daha alıp onu da marpucun yanına bıraktı,oturduğu sandalyeden kalktı.Yürümeye başladı;sandalyeye göre sağa,denize göre sola doğru.Saatine baktı saati sekizi yirmi geçiyordu.Yürüdü,yürüdü,yürüdü…Çevrede ne bakılacak bir bina ne de gülümsenebilecek bir insan vardı.Tek uğraşı denizdi bu yürüyüşte bazen de adım saymak için asfalt yola bakıyordu.Denizden uzaklaşmaya korkuyordu.Çünkü asfalt yol kısa sürede canını sıkıyordu.Oysa deniz eğlenceliydi.Hatta bir keresinde kırmızı gözlü,ejderhayı andıran,çirkin bir deniz yaratığı kendisine doğru yüzmüştü,bir keresinde de poseidon onun için bir şarkı söylemişti,üç kez de tanımlayamadığı bir uçağın denize ip merdiven attığını ve bu merdivenden denize inen garip canlıları gördü.Kendisi ile yüzen balıklar çok sıradandı artık onun için.Yürüdü,yürüdü,yürüdü…Durdu aniden saatine baktı sekizi yirmi geçiyordu.Saatin durduğunu düşündü.Emin değildi ama yaklaşık üç saattir yürüyor olmalıydı ama hava hiç kararmamıştı hala o akşamüstünün hafif karanlığı sürüyordu.Yürüdü,yürüdü,yürüdü…Artık sadece denize bakıyordu,çok ilginç şeyler oluyordu denizde.Başını denizden sadece bir kez çevirdi.Onda da denizin rengi birdenbire sarı olmuştu.Sarı renginden nefret ederdi.Cesaretini toplayıp tekrar baktığında denizin rengi mavi olmuştu bile.Tam seçemediği kendi yüzünü tekrar gördüğüne sevinmişti.Nasıl görünüyordu acaba?Yürüdü,yürüdü,yürüdü…”Galiba 24 saattir yürüyorum” diye düşündü.Saatine baktı sekizi yirmi geçiyordu.Haklı olduğu için gülümsedi sonra.Durdu.Önüne çıkan kapıyı açtı.Kendi eviydi.İçeri girdi.Hemen yatak odasına gitti.Karısının yanında uyuyan bu adamda kimdi böyle?Sessizce odadan çıktı mutfağa girdi.Karısı yemek için masayı hazırlıyordu.Buzdolabının kapanan kapısının önünde aynı adamı gördü.Elinde dolaptan çıkardığı bir şişe su ve turşu tabağı vardı.Canı turşu istedi.Ama karısı onu aldatıyordu.Mutfaktan da çıktı.Kızının odasına gitti.Kızına masal okuyan bu adam az önce mutfakta değil miydi?Bu sefer adama çok kızmıştı.Kızını çok seviyordu çünkü.Karısını da seviyordu ama kızı kadar değil.Yine de sessizce odayı terk etti.Televizyonun sesini duyuyordu şimdi de sesin geldiği odanın kapısını açtı.Televizyonun karşısındaki adama-karısının yanında uyuyan adam,mutfakta dolaptan turşu çıkaran adam,kızına masal okuyan adam- karısı meyve soyuyordu.Televizyonda izlediği tek dizi vardı.Oturup izlemek istedi ama sessizce odadan çıkmak daha iyi bir fikirdi.Evden çıkacakken banyonun aralık kapısından içeri baktı.Banyoya girdi.Az önce tıraş olduğu için yüzünü yıkayan aynı adamın arkasında durdu.Adam kafasını kaldırdığında aynada adamın yüzünü gördü.Sonra kendi yüzünü gördü.Adama baktı,kendine baktı…Adam kendisiydi.Saate baktı sekizi yirmi bir geçiyordu.

kavram bir karmaşa

Ne zaman bi şey yazmak için masanın başına geçsem
Soluksuz kalıyor kelimelerim
Şairleri bile kıskandıracak sözcükler geçiyor içimden ancak sese yazıya dönüşmediklerinden olsa gerek sözcük demek bile yanlış onlara…
Evet sözcük dememeliyim onlara,kelime ise hiç
Çünkü kelime kelamdan gelir ve benim ruhum kelam edemez ki
O yüzden ‘şey’ demeliyim onlara
‘Şey’ bazı ‘şey’lere o kadar çok yakışan gizemli ‘şey’
Şeytan bile çok gizemli olmazdı içinde şey geçmeseydi
Ya da yaratanı anlatırken ‘ŞEY’ demeliyim çünkü O da bir ‘ŞEY’ dir

Kavramlara takmış olmak acaba herkese mi mahsustur
Yoksa sadece bana özel olduğunu düşünüp sevinmeliyim…..
Durum ne olursa olsun ben sevinmeliyim
İşte bu yüzden kimseye sormayacağım bu soruyu
Cevabı istemeyeceğim sormuş olsamda bir kez…

Gittikçe anlamaya başlıyorum bir şairin halini
Herkes böyle başlar ve onlar şair olur
Bide şiar vardır ki o bambaşka bir şey
Ey sevgili şiar demek ülkü demek,düstur demek…..
Düstur demek güzel…
En az ol mah-ı güzel demek kadar güzel…..

Ey sevdiğim anlayamayacak olsanda bunları neden yazmış olduğumu….
Yazıyorum işte,sana okutacağım için yazıyorum;
Senin için yazdığımı düşünme sakın bunları….
Ama seni düşündüğüm için yazıyorum
Tarih hep böyle değil midir zaten…
Biri birini sever,birini de biri sevmiştir zaten,
Ve gün gelir şekerli leblebi yerken biriniye sevdiğini haykırmak ister.
Ama birini yanında olmadığından
Ekrana haykırır sırrını….
Ama o sadece basit bir ekran mıdır bilinmez?


devam edecek mi?

bir varmış iki kayıpmış

Bir varmış bir yokmuş.Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal pireler berber iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken bilinmez bir dünyada bilinmez bir kralın yönettiği bilinmez bir ülke varmış.Bu ülkede çok bilinemez yaratıklar yaşarmış sekiz kulağı olan sağır ahtapotlar,denizlerin hakimi olan pısırık yosunlar,her canlının gördüğünde kaçamayacak kadar korktuğu sevimli ördekler…Ama bunların arasında bir tanesi varmış ki o dünyanın hakimi imiş hasımları olan bitkiler,hayvanlar onu İNSAN diye çağırırmış.Ama kendi aralarında çünkü İNSAN dedikleri şeyden o kadar çok korkarlarmış ki onun yanında sesleri bile çıkmazmış.Bu korkunç canlı da sessiz düşmanlarına çok kötü davranırmış onları hiçbir suçu yokken cezalandırır öldürür,ölmeden derisini yüzermiş veya çiğ çiğ yermiş.. güçlü çiğ çiğ yeme işini özellikle nebatat adı verilen en sessiz düşmanlarına yaparmış çünkü bu grup asla karşı koyamazmış..İNSAN denen yaratığın güçlü dişlerine direnecek nebatat o kadar azmış ki bu cani yaratık ta bunu iyi bildiğinden olsa gerek nebatata yapmadığını bırakmazmış.Nebatat aleminde o dişlere karşı koyan bir grup varmış aslında ama zalimler zalimi hatta bu kavramın yaratıcısı olan İNSAN bu savaşçı nebatata ağaca karşı da hazırlıklıymış ve onları da gözlerini kırpmadan öldürebilecek silahları varmış.. güçlü dişlerden daha güçlü olan bu nebatat türü balta adı verilen silah karşısında çaresiz kalırmış..Sadece baltanın değil aynı zamanda kötülüğünde mucidi olan İNSAN baltanın sapını özellikle ağaçtan yaparmış ki savaşçı ağaçlar karşı koymasın nasılsa bu da bizdendir diye bağırlarına bassınlar bir kötülük beklemesinler..Savaşçı ağaç kardeşi sandığı baltayı bağrına basar basmaz çok çok uzaklardan feryadı da basarmış.Ama mahlukatların en kötüsü bu çığlığı duyamayacak kadar sağırmış ya da kendilerinin çığlıklarını o kadar yüksek sanarlarmış ki kendilerinden birinin söylediği “Sen de mi Brütüs’ü?” her gün söyleyen ağaçları hiç duymazlarmış.Kendilerini İNSANdan korumayı başarmış tek bir sınıf varmış bu kurtuluşun nedeni ise onların kendilerinden bazılarını felaketin işareti olana kurban etmeye razı olmalarıymış.Yıllar yıllar önce İNSAN bu kadar güçlü değilken zehirli nebatat insana karşı tüm savaşları kazanırmış ama günün birinde en kötü sihirli değnek İNSANa değmiş ve savaşları artık insanda kazanmaya başlamış bir zaman sonra iş artık zehirli nebatat için çığırından çıkmaya başlamış artık hiçbir savaş onların zaferi ile sonuçlanmıyor.Sonunda bir gün zehirli nebatatın ileri gelenleri toplanmış durumun neden böyle olduğunu anlamaya çalışmışlar zehirli nebatatın en yaşlılarından biri şöyle demiş:Eskiden insan bu kadar acımasız değildi sürekli savaşmazdık onlarla ve ölülerimize de saygıları vardı şimdiki gibi bizden birini öldürdükten sonra yanlarında götürmüyorlardı cesedini açıp ne var ne yok anlamaya çalışmazdı sanırım bu yüzden artık onlar kazanıyor.Diğer bilge nebatatlar da katılmışlar yaşlı bilge zehirli nebatata “Ne yapmalıyız peki?” diye sormuş aralarından birisi.Çözüm bulamamışlar ilk anda günlerce süren bu düşünme döneminin ardından genç bir zehirli nebatat yaşlı bilge zehirli nebatatın yanına gitmiş “Ben” demiş “Bir çözüm buldum” haber hemen yayılmış ve bilgeler meclisi tekrar toplanmış merak içinde genç zehirli nebatatın söyleyeceği şeyi bekliyorlarmış.”Artık” demiş genç zehirli nebatat “kimsenin savaşacak hali kalmadı kötülerin en kötüsü ile zaten hep onlar kazanıyor böyle gidecek olursa hiç birimiz hayatta kalmayacağız” homurdanmalar başlamış zehirli nebatat meclisinde homurdanmalara rağmen devam etmiş genç zehirli nebatat “Bence biz onlarla anlaşma yapmalıyız yaşamamız için onların bizden istedikleri şeyleri vermeliyiz” bir tanesi bağırmış meclisten “Senin bu söylediklerin deli saçması nasıl anlaşacağız biz onlarla yanlarında konuşmamız yasak hem bizden istedikleri şeyin ne olduğunu bile bilmiyoruz.””Bizi güçlü dişleri ile çiğnemekten başka ne isteyebilirler ki artık zehirlerimizde onlara karşı gelemiyor”diye konuşan bir zehirli nebatatı “Yanılıyorsun” diye susturmuş genç zehirli nebatat.”Bizden istedikleri şey bizi çiğnemek değil bizim zehirlerimizi kullanmak ne yapacaklarını merak ediyorsunuz bizim zehirlerimizi tam olarak ben de bilmiyorum ama sanırım biz onlara ve diğer mahlukata zarar verebilecek az sayıdaki türden biriyiz ve bunun farkına henüz biz varamamışken onlar vardı ve bana öyle geliyor ki onlar bu kadar güçlü iken bizim onlarla işbirliğinden başka şansımız yok”.Sessizce oturan yaşlıca bir zehirli nebatat “Bu korkunç bir şey sen bize yaşamamız için diğer canlılara zarar vermemizi ve kendimizi İNSANa satmamamızı mı istiyorsun bunu ben ve ailem asla kabul etmeyiz gerekirse kendi canımızı verebiliriz ama diğer nebatata asla zarar vermeyeceğiz” demiş ve meclisten ayrılmış.Böylece İNSANa kendini satmayan ilk zehirli nebatat türü ortaya çıkmış.Genç zehirli nebatat “Onlara boyun eğmeyen her aile yok olacak” demiş.”Ben ve ailem ne yapacağız biliyor musunuz?Geldikleri zaman onlara adak olarak bazılarımızı bırakıp kaçacağız ve böylelikle ailemin neslinin devamını sağlayacağız.Bizi sakın ama sakın hain olarak nitelendirmeyin biz böyle yaparak belki diğer mahlukata da zarar vereceğiz ama en büyük zararı İNSANa vereceğiz çünkü bazılarımızın zehiri onları hala çok fazla etkiliyor.Eğer onlara boyun eğip dostmuş gibi davranırsak birbirlerine düştükleri kendilerini yok etmek için bizden yardım istemek zorunda kalacaklar.Belki kendimizden de çok kayıp vereceğiz ama onları yok etmek için başka çaremiz yok.”Meclisin ileri gelen bilge zehirli nebatatından biri alkışlamaya başlamış genç zehirli nabatatı “Ben ve ailem senin dediğini yapacağız çünkü bunca yıllık hayatımda kendi türüne bu kadar nefret duyan başka bir tür daha görmedim bu onlardan kurtulmamız için tek yol görünüyor.”İleri gelen bilge zehirli nebatat sözünü bitirir bitirmez bir alkış kopmuş bu genç kurtarıcı için.Bazı alkışlamayan bilge zehirli nebatatlar homurdanarak kalkmış ve meclisi terk etmişler.İşte böylelikle zehirli nebatat ve İNSANın savaşı son bulmuş.Ama kimin kazandığını kimse anlamamış.

sadece denemek için

denemek üzere bir hikaye anlatayım.adamın birisi sevdiği insana onu sevme sözü vermiş ama o zamanlar onu sevmiyormuş inandığı şey onu sevebileceğiymiş.sevdiği insan da ona deneme sözü vermiş aradan 2 yıl üç ay zaman geçmiş ayrılmışlar sevilenin isteği ile böylelikle ikisi de sözünü tutmuş.seven sevmiş sevilen denemiş.