denginizasyon

31 Aralık 2011 Cumartesi
içim kıpır kıpır, sanki bir şey olacak da olamıyormuş gibi. ya da bir şey olmuş da ben fark etmemişim gibi. belki hep olan şeyler olmaya devam ediyor da ben kapana sıkılmışım gibi.

şiraz şarabıdır

29 Aralık 2011 Perşembe
eğer sen de gidersen
ben sen olurum
yokluğunu aratmam

yalnızlık üzerine ilahi kelam

28 Aralık 2011 Çarşamba


kedilerin en çok korktuğu antik yunan tanrısıydım ben,
geceleri olimposta meslektaşlarıma haşlanmış kahve satarken
gündüzleri modern yunan tanrılarına enflasyonu anlatıyordum

bir gece elimde ibriğim
dar sokaklarında bağırarak dolaşırken olimposun
benden gayrı tüm tanrıların
haşlanmış kahve alacağı tuttu
zehirlendiklerinden midir
başka bir hastalık mıdır bilinmez
benden gayrı tüm tanrılar
ölmüştü

yalnızlık zor
tek olmak daha da zor
o gün bugündür ağlarken yoldaşlarıma
her gece gözyaşı dökerim de
insanlar yağmur sanarlar
başka başka diyarlarda

anneli çocuklu şiir

26 Aralık 2011 Pazartesi


anneler gününde
karşınıza çıkan ilk anneyi öldürmenizi salık veriyorum
evlat acısı yaşamasınlar diye;
-anneyi karıştırma-

bu anneler gününde
urmiyeli bir kürt çocuğunun
gözyaşlarıyla selden insanlar ölecek:
ilk önce anneler
hepinize göz yaşı salık veriyorum

kim bilir hangi gökyüzü
hangi anneyi menopoza sokacak
-ben bilirim-
ben süper mario
prensesin hangi kalede olduğunu bilemeyen ben
hangi annenin menapoza gireceğini
daha kafamı göğe kaldırır kaldırmaz bilebilirim

ufkumuzu açan bir çığırdı çığırtkanlık
ve annelere çocuklarını daha çok sevmek için
hormon salgılıyordu
boş vakitlerinde
elişi derslerinde
kağıttan bilardo topları yapıp
onu siyaha boyuyordu,

tüm anneler
çocuklarının siyah topu sokmaması için
menapoza giriyordu

hepinize salık veriyorum
insan ya annedir ya değildir
-erkekler dahil-

eskiler yad edilendir

20 Aralık 2011 Salı


siz isminde fallik öğeler bulunan bu grubu dinlerken bu bloga ilk yazılmış şeylerden birisini kopyala yapıştır yöntemi ile aramıza katıyorum. eski yazılanlar, eskiden yazmak gibi huzur verdiğinden, eskiler okundukça bir taklitçilik, geçmişe öykünme. alın çekinmeyin ve buyrun okuyun. kim bilir belki birisi ilk kez okur ve sever ve kim bilir belki birisi kim bilir kaçıncı kez okur ve sevmez. ama hayat ikisine de bir ömürdür, ey okuyan. ve ben siz bu yazıyı kaçıncı kez okurken ben belki de bir gölün kenarında biramı yudumluyor olurum. bahse girerim siz edith almera'yı da tanımazsın. oysa kafeşantanlar güzeldir:

Luis Buñuel’in Un Chien Andalou’yu yönetmesinden aşağı yukarı 80 yıl sonra bir kadın deniz kenarında nerden geldiğini bilmediği bir koku duyuyordu ama tanımlayamıyordu bu kokuyu oysa sadece iki olasılık vardı denizden ya da değil.Bu kokuyu umursamamayı tercih etti.sonra ayakta olmaktan sıkıldığını düşündü ve oturacak bir sandalye aradı çok aramasına gerek yoktu aslında hemen yanında bir tane sandalye duruyordu.oturdu sandalye kırıldı ve yere düştü canı yanmıştı biraz ama ayağı kalktı üstüne yapışan tozları sildi ama üstüne yapışan tozlarda yoktu.sadece el alışkanlığı ile yapmıştı bu hamleyi.bu olayı da umursamadı denize doğru bir adım attı,denize doğru bir merdiven gördü.Bu merdivenle bilinçaltına inmeye karar verdi.Saate baktı saat sekiz yirmiyi gösteriyordu.Bilinçaltına indi bir süre çok uzun bir zaman geçtiğine karar verdi,tekrar bilinçüstüne çıkmaya karar verdi.kendi hissettiğine göre yaklaşık yedi saat geçmişti bilinçüstüne çıkana kadar.sonra sandalyeye tekrar oturdu.bu sefer düşmedi sandalye kırılmamıştı.zaten kırıktı.bilinçaltına inerken yolda gördüğü şeyleri yazmaya karar verdi.yanında bir bıçak gördü sağ elini kullanıyordu yazarken ya da sol elini keserken.en uzun parmağı orta parmağıydı,yüzük parmağında yüzük vardı zaten.orta parmağını kesti sonra derisini yüzdü ortaya çıkan kemiği iyice biledi artık yazabilirdi.kesilen parmaktan akan kana kalemini batırdı ve yazmaya başladı mini etek giymeyi seviyordu bacaklarına yazı yazabildiği için.bunları yazdı sağ bacağının baldırına.hata yapmaması gerekiyordu mürekkebi bir-bir buçuk litre kadardı sadece.eğer her şey yolunda giderse ölene kadar yazabilirdi.sonra bunları yazdı bacağına.bir polis arabası gördü sonra ve yerde yatan bir kadın.kadın çok güzel olmalıydı mini etek giyiyordu sağ bacağı kan içindeydi sol bacağı da.sol yüzük parmağında bir yüzük vardı.kadın çok güzel olmalıydı.ne olmuş acaba kadına diye düşündü.üç tane polis arabadan indi.kanı çekilmiş dedi birinci polis.üniformasının üzerinde birinci polis yazıyordu.kanı donmuş dedi ikinci polis.çok güzel bir kadınmış dedi üçüncü polis.yolu kapattılar olay yeri bantlarını çektiler.kadın çok güzel olmalıydı bu kadar tedbir alındığına göre.sonra gazeteyle kapattılar kadını.polisler.arabalarına bindiler.geri döndüler.kadın saate baktı sekizi yirmi geçiyordu.on dakikası vardı hazırlanması için kocası saat sekiz buçukta akşam yemeğine gideceklerini söylemişti saat üçü kırk altı geçe arayıp.evde yemek vardı bunu kocasına da söylemişti.kocası yer öyle çıkarız demişti.türk filmlerinde akşam içim plan yapan adam olarak çalışıyordu kocası.işini evine getirmesini hiç sevmemişti, sonuçta bu iş onların geçimini sağlıyordu.evin geçimine kendi katkısı da yadsınamazdı,zaten kocası da bunu hiçbir zaman yadsımamıştı.kocası pek fazla yadsımazdı zaten.akşamdan akşama bir kadeh o da sodayla ya da şalgam suyuyla.saate bir daha baktı sekizi yirmi geçiyordu.neyse ki yeterli zamanı vardı.yürüyüş yapmaya karar verdi.hayatı boyunca kararlar alıp onu uygulardı.yürüyüş yapma kararını da sistemli bir şekilde uygulamaya başladı önce sağ ayağını otuz santimetre ileri attı.vücudu yaylanmıştı bu esnada ve fizik kurallarını düşündü fizik kurallarını hiç bilmezdi.ama içgüdüsel bir şekilde sol ayağı da sağ ayağını yaklaşık 30 santimetre geçti.az önce bulunduğu konumda olmadığını fark etti.bu kararları doğrultusunda hareket ediyor demekti.kararına bir saate yakın sadık kaldı.saatine baktı sekizi yirmi geçiyordu.yeni bir karar vermesi gerekiyordu artık.gördüğü kapıdan içeri girme kararı aldı.bu kararı onu kendi evine çıkarmıştı.hemen yatak odasına gitti.kocasının yanında uyuyan bu kadında kimdi böyle?Sessizce odadan çıktı mutfağa girdi. Kocası yemek için sofrayı hazırlayan kadına bir şişe suyu ve turşu tabağını uzattı.canı turşu istedi.kocası onu aldatıyordu.mutfaktan da çıktı.kızının odasına gitti.kızına masal okuyan bu kadın az önce mutfakta değil miydi.kadına bu sefer çok kızdı.kızını çok seviyordu çünkü.kocasını da seviyordu ama kızı kadar değil.televizyonun sesini duydu sesin geldiği odanın kapısını açtı.televizyonun karşısındaki kadına-kocasının yanında uyuyan kadın,mutfakta sofrayı hazırlayan kadın,kızına masal okuyan kadın-kocası meyve soyuyordu.Televizyonda izlediği tek dizi vardı.Oturup izlemek istedi ama sessizce odadan çıkmak daha iyi bir fikirdi.Evden çıkacakken banyonun aralık kapısından içeri baktı.Banyoya girdi.Aynanın karşısında saçlarını toplayan kadını gördü.kadın kafasını kaldırdığında aynada kadının yüzünü gördü.sonra kendi yüzünü gördü.kadına baktı,kendisine baktı.kadın kendisiydi.saate baktı sekizi yirmi bir geçiyordu.

ölenlerin ardından

17 Aralık 2011 Cumartesi
bu yazı tüm ölenler için yazılmıştır.

elhamdü lillâhi rabbil'âlemîn. errahmânirrahîm. mâliki yevmiddîn. iyyâke na'büdü ve iyyâke nesta'în. ihdinas-sirâtal müstakîm. sirâtallezîne en'amte aleyhim gayrilmagdûbi aleyhim ve leddâllîn.

kendimi anlatıyorum

1 Aralık 2011 Perşembe
annem beni öleyim diye dünyaya getirdiğinde ben çok küçüktüm, o ise şimdiki haliyle hemen hemen aynı boyuttaydı. annemdeki süregelen bu değişmezlik ben de inanılmaz bir değişim arzusuna yol açmış olmalı ki, doktorların normal olarak nitelendirdiği benimse olağanüstü olarak gördüğüm büyüme denen gerçeklikle her geçen yıl yoğruluyordum. oysa bu gece modern balenin, horonla yoğruluşundan bahsedecek ve bu gösterinin nepal'de bir sıra gecesinde gerçekleşebileceğini anlatacaktım. fakat annemin beni doğurması beni o kadar etkiledi ki; söyleyeceğim tüm sözler benim doğumum ve benim üstüme olacak. ben batının ahlaksızlığını aldığımda sadece 17 yaşımdaydım ve ilk saygısızlığım babamın önünde bacak bacak altına atmamdı. bu küçük terbiyesizlik babamın umursamazlığı ile birleşince, uykumda horlamaya başladım. aynı odada kaldığım abimin bu durumdan rahatsız olmaması üzerine bu alışkanlığımdan vazgeçtim ve kendimi beşeri bilimlere verdim. bu uğraşım esnasında ailemin kökenlerini araştırdığım bir gün, kendi köklerimi buldum. önceki hayatımda bir fotoğraf kadrajı olduğumu öğrendiğimde, ufak bir sarsıntı yaşamadım değil ancak bunu kabullenmek için dünya zamanı ile 5 saniye yetti. 5 saniye bir çok şey için yeterlidir aslında. bir şeye şaşırmak, bir şeye gülmek, bir şeye ağlamak, beşe kadar saymak.... 5-4-3-2-1 hangi fotoğrafın kadrajı olduğunu hala bulabilmiş değilim ve bundan hiç muzdarip değilim. önceki hayatım bu hayatım için bir önemsiz bir ayrıntıdan ibaret. ama nasıl bir kadraj olduğumu da merak etmiyor değilim. bu sebeple bir falcıdan beni hipnoz etmesini istedim bir keresinde. kahvenin yirmi lira falınsa bedava olduğunu söyledi. sonra gidip ona 3 kilo türk kahvesi aldım. bana ne iş yaptığımı sordu, ben de gidici olduğumu söyledim. siz gidicilerin ne iş yaptığını biliyor musunuz?

ağlantı

29 Kasım 2011 Salı
sevgili eski sevgilim,
seninle eski sevgili olalı beri üç tane daha eski sevgilim oldu, hayatıma bir megadeth bir tane de blind guardian girdi. senle eski sevgili olalı beri hep hayallerini kurduğumuz panelvanı alıp, plasiyerlik yapmaya başladım. ve artık boğazın kenarındaki yapıda değil, boğazın içindeki yapıda çalışır oldum. beni kız kulesinin resmi hikayesi yapma kararı sadece belediyenin değil turizm ve kültür bakanlığının da desteklediği bir maceraydı. ve artık boğazın içinde çalışırken bir sonraki kariyer hedefim, lüfer olup içki masalarını şenlendirmek oldu. sevgili eski sevgilim, senle ben eskileştiğimizden beri altıyüzyetmişdört film izledim ve bunların beşyüzseksenbirtanesi bilimkurguydu. bilimin kurguyla buluşması ben de zaman makinesi icat etmem için muhteşem bir istek uyandırdı. bu sebeple sanırım, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım kurslara kayıt oldum. en sevdiğim kurs saatlerce tavan izleme kursuydu. bu kursta hiç arkadaşım olmadı çünkü herkesin burnu havadaydı. fakat tavanda garip desenler hayal etmek çok güzeldi. seninle eski sevgilileli beri üç tane üniversite bitirdim ve herkesin iç geçirdiği bir burs kazandım. bursumu nerde kullanacağımı ben dahil herkes merak ediyordu ki, hemen tüm okullardan kabul alan ben en çok istediğim okula giderken gözümü bile kırpmadım. kamboçyada okumak hayatın en büyük keyiflerinden birisiymiş ve peygamber çiçeği sandığımız gibi peygamberlerin düğünlerinde attığı çiçek değilmiş. sevgili eski sevgilim dün gözlerimi kapadığımda sana aşkla söylediğim tüm naif sözlerin yalan olduğunu hissettim. aşk gibi bir barbarlığı yaşarken nasıl olur da bu kadar naif olabiliyordum, bu ikiyüzlülüğüm için beni bağışlarsın umarım. iki kere dünya af örgütünden af diledim bu sebeple ve dilekçelerim cevapsız kaldı. sanırım kendileri manevi dünyaya dokunmuyorlar. sevgili eski sevgilim biz gideli beri değişmeyen tek şey fotoğraf ve tiyatro tutkum oldu. ve aşağıdaki fotoğrafları senin için çektim. tiyatro ise.....

halüs karataş

21 Kasım 2011 Pazartesi

suyu aramak yetmez su da arar bulur seni demişti bir arkadaşım evvel zaman içinde. boğuldu öldü suda bulamadılar cesetini. çok da sufistike birisiydi. allahın rahmet eylemiş olmasını sanıyoruz ailecek ve her onu yad ettiğimizde boş vakitlerimizde yaptığı esprileri hatırlayıp buruk bir şekilde gülüyoruz. bir an bile aklımıza gelmeyen şey kendisinin sağır dilsiz olduğu gerçeği.

benim hiç arkadaşım ölmedi, bir tanesi benden daha sonra sünnet olmuştu onu saymıyorum. zaten ondan sonra tanıdığım tüm arkadaşlarım halihazırda sünnetliydi ya da sünnete ihtiyacı yoktu.

bugün balık burcu bir kadına - lüferdi sanırım - seni seviyorum dedim, bir dakika sonra unuttu. o yüzden balık burcu kadınlarını sevmemeye karar verdim. fil burcu kadınları sevmeye eğilimliyim. duyurulur. ikizler burcu bir kadına ise saatlerce yanlış isimle hitap ettim. ah ebeveynler illa kafiyeli isim koymak zorunda mısınız? leopar burcu bir kadın kadar seksi olamasa da tiner burcu kokainmanlarını sevişmek için ideal bir eş olarak seçtim. duyurulur.

geçireceğim ilk uçak kazasında ölecek kadar güçsüzüm. bu yüzden umatemden yardım isteyen bir mail attım. bana lsdyi bırakmamı söylediler. onlara zaten bıraktığımı ancak nereye bıraktığımı hatırlayamadığımı söylemek zorunda kaldığımdan sanırım. bir grup eşkalini tespit ettiğim polis, evime misafir oldu ve her yeri aradılar.hiç bir şey bulamadıklarından beş dakika kadar sonra lsdyi dilimin üstüne bıraktığımı hatırladım. oysa onun rocco strip olduğu konusunda emindim. geçireceğim ilk uçak kazasında, uçaktan uçağa atlarken şarjör değiştirebilecek kadar hayalperestim.


dans

15 Kasım 2011 Salı
hiç bir fırsatı kaçırmadığımdan olsa gerek
insanlar bana fırsatçı diyorlar

oysa aynı insanlar hiç bir balığı kaçırmadığımdan
bana balıkçı demiyorlar

duam olsun sana tanrım
günün birinde ben de balık tutayım

bilinçaltı reklamı

14 Kasım 2011 Pazartesi

şiddet;
en son isteyeceğimiz şeydi.

peygamber;
gökten inen bir kağıt yumağına baktı
"yaz kızım istekleri sondan başa gerçekleştiriyoruz"

ücret karşılığı yaşanır

13 Kasım 2011 Pazar

barbar bir kuzey kavmi gelip
köylerimizi yakalı beri
kimse türkü yakmamıştır bu topraklarda
iki yangına nasıl yer versin kalplerinde bu insanlar

kan sesleri kılıç seslerini bastırır mı ağalar
ben duydum bastırırmış
şimdi selahattin eyyubi olsaydı burda
içinde tüm aysel geçen şiirleri bir bir okurdu size
gözleriniz dolmaktan
kulaklarınız kan seslerini duymazdı

ama ne şanstır ki güzelim
selahattin eyyubi en çok lazım olduğu anda
bir türlü gelemeyendir

üçüncü şahsın şiirine fena halde benzemektedir

birinci şahsın şiiri

ben
biz
olalım mı

oldu mu bence oldu

4 Kasım 2011 Cuma
zemberek; sadece saatin geri alınmasına değil, zamanın durmasına da yol açar. bu yüzdendir ki;zehir zemberek sözler, zehirden arındırır söyleyeni...

oldu mu bence olmadı

zemberek
sadece saatin geri alınmasına değil
zamanın durmasına da yol açar
bu yüzdendir ki
zehir zemberek sözler
zehirden arındırır söyleyeni

şehrini özleyenlere

30 Ekim 2011 Pazar
hangi denizin kenarına bank atsak kordon olur
hangi bakkala gidip bira alsak biz oluruz

saatlerin geriye alındığını duyduğumuzda
hangimiz zamanı büsbütün durdurmaya kalkışsak
biliriz ki bir yerlerde bir şehri sevenler ölür

ve hangi denizin kenarından şehir izlense
bir ağlamaklı olur insan
gider gidemediği yerlere bir gözyaşı damlasıyla

deme

25 Ekim 2011 Salı
birilerinin yaşamından sorumlu olmamak için dedi adam
onları öldürünüz

masallar, hikayeler ve tüm gerçeklikler

22 Ekim 2011 Cumartesi
ben yüzyıllarca seni bekledim. yeni bir inanç bir korkudan doğar ancak dediler; korktum. yeni bir aşk bir öfkeden doğar ancak dediler; sinirlendim. yeni bir sen ölümden doğar ancak dediler; öldüm. gerçek bir masal neyden doğar ancak dedim, bilemediler. ben yüzyıllarca seni bekledim. yaşım mı? pek değil aslında, filmlerde falan benden yaşlısını illa ki görmüşsünüzdür. geceleri yaşadığımı sanardı bütün havariler, oysa ben gündüzleri gökyüzünde, geceleri yer yüzünde yaşardım. yeni bir ben isteyene kadar. yeni bir ben için ölmek gerek demişlerdi ben öldüm. geceleri yaşamayı bıraktım yeryüzünde, gündüzleri nerde olmadığımı tahmin edersiniz. tüm bu yaşamsızlığımda ölümün ben sadece seni bekledim. gerçek masalı.

birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan bu günlerde yazılmış militarist yazı

21 Ekim 2011 Cuma
pentagona çiçekli miğferler yolladığımızda
içindekiler sayfası da koymalıydık
nöbet tutan askerlerin aklından geçenleri bilsinler diye

pediatrik oyunlar ve las vegas hikayeleri

18 Ekim 2011 Salı
geçen gün siz ne göçmenisiz diyen birisine sırf sana benziyor diye usulca sokulup kavimler göçmeniyiz dedim. inanmamıştır muhtemelen çünkü kavimler turna kuşu olmadıkları sürece kitlesel olarak göçemez. turna kuşları da göçtükleri yerleri işgal etmezler o yüzden siz siz olun resmi tarihin anlattığı şeylere her daim şüphe ile yaklaşın. bununla birlikte size lut kavminden bahseden kitapların anlattığı şeylere ise kesinlikle şüphe ile yaklaşmamanızı tavsiye edebilirim. çünkü bazı kitaplar için neden sorusu sorulamaz onlara teslim olmanız gerekir. tarihte bu tip kitapların örnekleri çok değildir. babalar ve oğullar, das kapital bunlardan sadece bir kaçıdır. babalar ve oğullar okuyabileceğiniz ve sonrasında unutabileceğiniz en iyi kitaplardan birisidir. çağan ırmağı seviniz, çağan ırmağı seveceksiniz.

bitiriş

22 Eylül 2011 Perşembe
son demlerini yaşıyor bu blog. ya tarihin karanlık sularına gömülecek ya da kendi küllerinden doğacak. her halükarda tükenmek lazım.

ölüm güzellemelerinden sadece birisi

9 Eylül 2011 Cuma
bir çölün ortasında yaşamaktan kaçıyorlardı
adam ve kadın
hangisinin diğerini daha çok sevdiğini yalnızca tanrılar ve kendileri bilebilirdi
bence kadın daha çok seviyordu
birden köşeye sıkıştılar çölün ortasında
her tarafın göz alabildiğine olduğu yerlerde
birileri hep köşeye sıkışırdı

hangisinin yaşamayı daha az sevdiğini yalnızca tanrılar ve kendileri bilebilirdi
bence adam
neyse ki ellerinde bir adet mermi kalmıştı
ya da o mermi zaten hep bir adet vardı
sen git dedi adam
beni tanıdılar
kadına doğrulttu silahı
seni seviyorum dedi kadın
ve gitti...

kan damlası sızarken dudaklarından kadının
ağlıyordu adam
ben de seni...

die leiden des jungen werthers

4 Eylül 2011 Pazar
pardon bayan,
penisiniz bile olmamasına rağmen
duygularımla nasıl böylesine taşak geçebiliyorsunuz

rezene

1 Eylül 2011 Perşembe
bir insan ölümden beklediği şeyin
yaşam olduğunu görünce
korkmuştu

djarum senden ayrılalı çokça zaman oldu gel gel

23 Ağustos 2011 Salı

sigaraya başlayalı beri içime çekmiyorum. sanki oksijene başlayalı beri içime çektiğimi fark etmişim gibi bunu dert ettim.

dünya kaplumbağalar için çok orjinal bir dizayn olabilir ama oksijeni başlayalı beri, bir caretta caretta için fazlaca karamsarım.

bir caretta caretta olmak aslında çok basit, sadece yumurtaları toprağa gömme kısmı biraz vakit zorluyor. muhtardan alınmış bir ikametgah ilmuhaberi ile bir adet caretta caretta olmak mümkün. tabi öncesinde bağlı bulunduğunuz ticaret odasına bu talebinizi bir dilekçe ile yapmanız lazım. dilekçenin ardından ticari sicil gazetesinde caretta carettalığınızı duyurmaya kalıyor iş. burada bir diğer zor kısım ise muhtarı ikna etmek. adrese dayalı nüfus sistemine geçildiğinden beri, hangi sahile yumurta bırakacağınızı önceden belirtmeniz lazım. ancak hiç bir caretta caretta aşkı nerde bulacağını bilemez o yüzden denizlerin epeyce geniş olduğunu düşünür.

öylesine kavramlar üzerine aşk kelamı - gereği tartışılır 2

22 Ağustos 2011 Pazartesi
nasıl isterse bir bisikletçi sarı mayoyu
işte öyle istedim ben seni
sırf spor olsun diye

operasyon

21 Ağustos 2011 Pazar
düş uzun bir öyküdür
anlatıla anlatıla bitmeyen

ve her sevişme önce kendini doğurur
sonra kendinden sonrakileri

küfürlü şiir

17 Ağustos 2011 Çarşamba
otuzbir destekli aşklar yaşarken çocukluğumuz
hangi acı nereden gelir kestiremeden
aynı bir gemiye bakınca nereye gittiğini anlayamadığın gibi
sırf hüzün pirüpak gençlik diyemezsin

aaaah benim gençliğim nerde diyen ihtiyar
biliyorum yalancısın
aynı çocukluğu farklı zamanda yaşadık diye
sen benden daha hayat müzmini olamazsın

bir şair anlatıyor geçmişini
senin diyor boğuk sesiyle
geçmişini sikeyim
öyle bir silinir ki geçmiş ki bile diyemeden
öyle bir sikilir geçmiş ki bilemezsin

pirüpak hayaller
un ufak olduğunda çokça zaman
bir ufak açınca masaya
yanına yenilecek bir şeyler illa ki olacak
senden başka şeyler de yenilmeli
yoksa hayatın gücünü silemezsin

babasının medarı iftiharı o orospu
tam kırk adamla yatmış bir gecede
anlatır ballandıra ballandıra
ne yaparsan yap güzelim
hayatın düzdüğü kadarını beceremezsin

deniş

14 Ağustos 2011 Pazar
her kadının sonsuza kadar dokunulası sadece bir yeri vardır.

12.08 tarihinde yazılması gereken gecikmeli yazı

13 Ağustos 2011 Cumartesi


aslında dün unuttuğum falan yoktu ama miskinlik işte affeder beni can baba. en çok neyi merak ettim biliyor musun can baba. gönül anneyi nasıl sevdiğini. mezar başında bir yudum şarap içme sözüm var, unutmadım. mekanın datça oldu.

kan yasası bu insanın:
üzümden şarap yapacaksın
çakmak taşından ateş
ve öpücüklerden insan!

can yasası bu insanın:
savaşlara yoksulluklara
ve binbir belaya karşın
ille de yaşayacaksın!

us yasası bu insanın:
suyu şavka döndürüp
düşü gerçeğe çevirip
düşmanı dost kılacaksın!

anayasası bu insanın
emekleyen çocuktan
uzayda koşana dek
yürürlükte her zaman

masumiyet filmi üzerine bir kaç söz

12 Ağustos 2011 Cuma


bir orospunun şiir defterinden fırlamış
gül yaprağı kadar masumdu geçmiş
sırf birisini sevdi diye
yaşamayı onlara reva görenler olmuştu

yalnız böcek

10 Ağustos 2011 Çarşamba
bir prenses tarafından öpülmek için
bir kurbağaya dönüştüğünde gregor samsa
bir cadının da kurbağalarla ilgilenebileceğini biliyordu
"masallardan"

buna rağmen gregor samsa bir sabah uyandığında kendini devcileyin bir kurbağa olarak buldu

nasihat

8 Ağustos 2011 Pazartesi


gerçek huzur istiyorsanız laternacığınız olsun. daha fazla huzur istiyorsanız la vie en rose çalan laternacığınız olsun. daha da fazlasını istiyorsanız bulunduğunuz her ortamda bunlardan olsun.

sarılış

sen gittiğinde ben uyuyordum,
yoksa ben uyurken mi gitmiştin
tam çıkaramadım şimdi
uyku ve gitmek içeçeydi
burası kesin

bu yazı antonio salieri'ye ithaf edilmemiştir

5 Ağustos 2011 Cuma


fikrimin ince gülünü her daim çok batılı bulurum, 18. yüzyıl viyanasında gibi hissetmemin ilyas salmanın oynadığı alman fikrimin ince gülündeki sarı mersedes ile ilgisi yok. aslında avusturyalılar almanca konuşan avusturyalılardır ve ilyas salman çirkindir. avusturya ve avusturalya'nın karışmasının sebebi lokasyon olarak yakınlık değil tamamen isim benzerliğidir. yoksa herkes bilir ki sidney opera binası ilyas salmandan daha güzeldir ve insana daha güzel şiirler yazdırabilir. avusturalyanın başkentinin canberra olması, brezilyanın başkentinin rio de janerio olmasından daha enterasan değildir. bu sebeple bulmacalarda perunun başkentini sormak adettendir. sunay akının suna yakın olmadığını öğrenmek travmatiktir. aynı zamanda empati yoksunuysanız ve hayvanlara işkence etmekten hoşlanan bir çocukluk yaşadıysanız bu şoku üstünüzden atamayıp seri katil olmanız durumunda hafifletici unsur olması adına hakime brezilyanın başkentini sorunuz. ve eminim batılı bir yargıcın türkiyenin başkentinin istanbul olmadığını bilmesi sadece gereksiz genel kültür ile açıklanabilir.

fikrimin ince gülü çok batılıdır. farid farjad ise keman çalmak konusunda bir o kadar doğulu. bu buluşma gerçekten hüzün kokar, sarah ile musanın aşkından daha acıklı bir şey varsa o da geleceği parlak bir futbolcunun henüz ilk profesyonel maçında ciddi bir sakatlık yaşarken birilerinin bu şarkıyı dinleyerek içmesidir.

dünya müziğin varlığına rağmen, açlıktan ölünen bir yerdir.

http://www.unicefturk.org/acildurum/

nazire

31 Temmuz 2011 Pazar
uyandığında edibin kalemindeydi yakup
daha hiç çağrılmamıştı
taa ki o güne kadar
gözlerini kapatıp
kurbağalara bakmaktan geldiği güne
gözlerini kapatıp yakup
uyku mu gerçek mi ayırdına varamadan
bir kız çocuğu güzel mi güzel yedi bilemedin sekiz yaşında
gel dedi yakup'a
ip atlamaya gidelim
gitti yakup
aldı kız eline ipi
ben en çok iple atlamayı seviyorum dedi
boynuna geçirdi
atladı aşağı
hiç unutamadı yakup bu çağrılışı
gözlerini açmak istedi açamadı

bir adam seslendi arkasından
sen yakup musun
evet dedi yakup
korkusu kokuyordu henüz
sıcak sıcak
gel dedi adam
içmeye gidelim
gitti yakup
aldı adam eline bardağı
şerefine yakup dedi
devirdi badağı kafasına
bir kaç dakika geçti geçmedi
mosmor olmuştu bile yere yığıldığında
hiç unutamadı yakup bu çağrılışı
gözlerini açmak istedi açamadı

ismini duydu gözleri kapalıyken
insanlık hali döndü baktı
bir kadın
gel dedi kadın
sana yemek yapayım
gitti yakup
aldı kadın eline bıçağı
çok güzel yemek yaparım ben parmaklarını yersin dedi
parmaklarından başladı kesmeye
düşene kadar kesti kendisini
hiç unutamadı yakup bu çağrılışı
gözlerini açmak istedi açamadı

çok geçmemişti ağlamaya başlayalı
yakup dedi bir adam yaşı geçkin
ne oldu
bir şey yok dedi yakup
gel dedi yaşlı adam
gitti yakup
birer sigara yakalım
bir tane yakup'a uzattı
bir tanesini de ağzına koydu
aldı eline çakmağı yaşlı adam
yıllardır dedi bu sigarayı hiç değiştirmedim
bir iki nefes çekti
sonra benzin kokusunu fark ettiğinde yakup
adam çoktan yanmıştı bile
hiç unutamadı yakup bu çağrılışı
gözlerini açmak istedi açamadı

yeter artık dedi yakup
kimse çağırmasın beni
elini cebine attı
soğuk bir şey

adını tekrar duymaya mahal vermeden anladı yakup cebindekinin ne olduğunu
beş saniye geçti geçmedi
bir silah sesi duyuldu
pat...

keşke çağrılmasaydı yakup



geç kalınış

30 Temmuz 2011 Cumartesi
yaşanmamış bir diyalog, bir ihtimal monolog:

b: ben
b: ben

b: didem madak ölmüş
b: o kim ki
b: bu konuda ciddi olamazsını bayım
b: http://siir.gen.tr/siir/d/didem_madak/cicekli_siirler_yazmak_istiyorum_bayim.htm

kimin daha iyi futbolcu olduğuna dair bir tartışma

29 Temmuz 2011 Cuma


güral porselen sponsorluğundaki hayatım devam ediyor. kendileri olmasaydı yemeğimi nerde yiyecektim bilemiyorum. yalan söylüyorum insan, benim tabaklarım hangi marka bilmem ben. buna rağmen içimde bir şeyler yeşerebiliyor, videodaki şarkı günde beş bin kere dinlemezseniz çok güzel bir şarkı ve şarkıyı söyleyen kişi şu an cemil topuzlu'da. afrika boynuzunda insanlar ve çocuklar - çocuklar henüz insan olamamış adaylardır, kirlendikleri gün insan olacaklardır- açlıktan ölüyorken kimileri kendilerini dinliyor şu anda ya da benim gibi ellerinde bir şişe ile bomonti biradan daha güzel bir bira olup olmadığını düşünüyor.

içimde bir şeyler yeşerebilmesini düşünme sebebim, az önce gelen bir telefon; bu ay sonuna kadar kabak koyuna gidebilirim ve orada ilk nefesimi alana kadar almam gereken bir kitap var. hayatımda gittikçe değer kazanan bir insanın - kirlenme evresini tamamladığı için insan statüsüne erişmiş, pür insan - adını kulağıma fısıldadığı ve fısıldadığı günden beri de okumak için sabırsızlandığım bir kitap. bunu da edebiyat tarihçileri bulmadan ben söyleyeyim. comte de lautreamont - maldoror'un şarkıları.

azam ali'nin sesi için bir arkadaşım evrenin sırrını söylüyor sanki demişti, ben de bu kitabı okumadan aynı şeyi düşünüyorum. o yüzden belki de bu kitabın okunabileceği doğru yer, kabak koyu.

phascolarctos cinereus ya da mellivora capensis

28 Temmuz 2011 Perşembe
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_AlPkSPyCw2gCR06wEYKcsi8gJ74iBZJzeepYenb-MwXd8M_oqLdAJQjpcx-7qqsj01-Fa0qzlnuIUTzJvvAniNrssjYyByXvv8Ud_l8ABwsZABFCXlUZLzsSVPxV_g3cXZHkiPfB/s400/koala+bear.jpg


alttaki yazıya aliye reenkarne olursa bir martı olabileceğini belirtmiş. ben de düşündüm ne olmak isterdim diye. iki hayvan var olmak istediğim onlardan birisi olabilirim. koala ve bal porsuğu. karakterleri bakımından birbirinden tamamen farklı bu iki hayvanın hayatı nasıl yaşadıkları dünyaya nasıl baktıkları gerçekten hissetmek isteyeceğim bir duygu.

biri durağanlığın zirvesi diğeri devinimin.

yukarıda yazdıklarım ile alakası olmasa da aşağıdaki linklere göz atmak isterseniz belki. merak ederseniz, insanlık halidir, anlaşılır.

http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2011/07/110711_gallery_somalia.shtml
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/07/110725_drought_crisis.shtml
http://www.unicefturk.org/acildurum/
http://www.icrc.org/eng/donations/index.jsp

rabbinin ayine başlaması

26 Temmuz 2011 Salı
bir zamanlar, tanışmış olsak bile, cumartesilerden nefret eden bir kadın tanımamıştım. kim bilir belki biraz da olsa tanımıştım.

bugün birden bu kadına dair bir şey unuttum, çiçeklerden hangisi severdi, kim bilir belki de bir an olsun bile bilmemiştim bunu. ama illa ki çiçeklerden birisini severdi ve ben bunu unuttum. işte tam o anda gecenin bir vakti alkollüyken 18indeyken hayatın, şans üzerine yapılmış derinlemesine bir sohbet aklıma geldi. aklıma gelen şey unuttuğum şeyi unutturdu. adı üstünde unutulmuştu.

rabbinin bir cumartesi ayini için sinagogun kapısını açışı gözümün önüne geldi. hayaller ve hatıralar h harfi ile başlamasının yanısıra gelen ve giden şeylerdir. şans ise bunların tersine geliş gidişlerden uzaktadır. şans sonradan tanımlanan oluşlardır. kendinizi şanslı saymak için apaçık bir şans durumunun ortasında olduğunuzu görmek gerekir yahut şanssız saymak için tam tersi. şans hayallerin ve hatıraların tersine getirelen götürülen şeylerdir. bu yüzden siz çağırmadıkça asla olmayacaktır.

sizce de çok uzun ömrü olan bir ağacın reenkarnasyona inanması onun şanssızlığı değil midir?

plaza del mayo

25 Temmuz 2011 Pazartesi
bir zamanlar, tanışmamış olmamızı farz etse de, cumartesilerden nefret eden bir kadın tanımıştım. kim bilir belki de o kadar tanımamıştım.

cumartesilerden nefret eden bu kadını düşünüyordum bugün ve birden fark ettim bu kadın asla bir cumartesi annesi olamayacaktı. sadece cumartesileri sevmediği için. insan sevdiği bir şeyi sevmediği günlerde aramaya çıkar mı. bence bırakılmalı.

lucid dreaming

24 Temmuz 2011 Pazar
arafta sıkışanlar asla gerçekten ölmüş olmazlar diyor hangisi olduğunu hatırlamadığım kutsal kitap.

çok garip bir şekilde uyandım yaklaşık 45 dakika önce. rüyamda bir arkadaşımı görüyordum, uykumum sonları olduğundan çok net hatırlıyorum. ona bir davetiye veriyordum, bu mutlu günümde sizleri de aramızda görmekten kıvanç duyarım yazıyordu üzerinde. o bana evleniyor musun diye soruyordu. hayır cenazemin davetiyesi o diyordum. saçma sapan konuşma mesaj alınmadı diyordu. sonra aradan üç dakika geçti onun telefonu ile uyandım. çok sık görüştüğüm birisi değildir.

bu da böyle bir anımdır tandanslı bu yazının sonuna geldik. amy winehouse'a tanrıdan rahmet, yakınlarına baş sağlığı dilerim. tandans güzel fonetiği olan bir kelimedir.

amy winehouse'ın çağrıştırdığı için: in vino veritas

deniş

18 Temmuz 2011 Pazartesi
ölmeden önce mutlaka yapılması gereken tek şey
"yaşamak"

iklimler ve mevsimler üzerine bir yazı

17 Temmuz 2011 Pazar


kendimi bildim bileli -yaklaşık 6 aydır-la vie en rose çalan kitapçılarda satılan küçük laternalardan almak istiyorum. hayat gayem şu an için bu. her gün bu motivasyonla uyanıyorum, bir gün o kolu çevireceğim ve o harika tınıyı duyacağım, sonra her sabah her sabah bir kere o kolu çevireceğim - sabah insanın uyandığı zamandır.

kim bilir belki bu bir tutkuya dönüşür ve laterna koleksiyoncusu olurum. küçükleri ile yetinmem sadece, gerçek bir laternaya bile sahip olabilirim. ama j'adore nam yerde gördüğüm la vie en rose çalanından bulmam lazım öncelikle. her şeyin bir sıralaması var ve insan ne istediğini bilen hayvandır. özele inersem, ben ne istediğini bilen hayvanım.

kadıköy mephisto'ya söyledim bana onu bulun dedim, çok sallamadılar ama eminim bir kaç kez daha sorunca not falan alıp getirtecekler ve ben her hafta gidip, elimi kararlılıkla masaya vurup, ne istediğini bilen hayvanların yaptığı gibi, la vie en rose çalan laternacık geldi mi diyeceğim.

aslında kitapçılarda el vurulacak bir masa bulmak kolay değil. onların kasa tezgahlarında bile kitaplar, ıvırlar zıvırlar olur. bir ıvır zıvıra elinizi vurursanız, eliniz çizilebilir. o yüzden devlet tüm işletmelere el vurmalık alan bulundurma zorunluluğu getirmeli. sonuçta ne istediğini bilen hayvanların kaç tane olduğunu bilmiyoruz ve sayıca çok fazla olabilirler.

olabilirler deyip kendimi dışlamayım topluluğumdan, olabiliriz.

bu yazıyı okuyup benim içimdeki karşı konulmaz la vie en rose çalan laterna isteğimi gidermek için daha basit bir yol biliyorsan, yorum yapabilir, mail atabilir, ayı da çıkabilir, taş da düşebilirsiniz.

her başlık masumdur

14 Temmuz 2011 Perşembe


önümüzdeki bir saat bu şarkıyı dinlemeyi planlıyorum siz de dinlemek isterseniz buyrun.

bal porsuğu adında bir canlı ne kadar kötü olabilir? bu sorunun cevabını düşünmek için hiç vaktim yoktu gerçeklerle yüzleştiğimde, dünyanın en yırtıcı canlılarından birisinin, belki de birincisinin adının bal porsuğu olması ekolojonin etimoloji ile testis geçişinden ibarettir. bunu söylemek hakkınızdır.

elmalara takık bir ressam vardı, rene magritte adı sanırım - bal porsuğu olmadığına eminim. o elmalara takık ressama nazım hikmet gelseydi ve deseydi ki sen elmayı seviyorsun diye elma da seni sevmek zorunda mı? ressam tüm vurdumduymazlığı ile i don't know your language diyebilirdi. -her ressam anadili ingilizce olmasa bile bu sözü söyleyebilir - bunun üzerine nazım siktir git o zaman yavşak deseydi, kendisine asla ve asla hakaret davası açılmazdı.

adını hatırlamadığım elmalara takık ressamın sanatın elma için olduğunu savunmasından daha doğal ne olabilir acaba. hayat süprizlerle dolu olsaydı, bu ressamın elmalara alerjisi olabilirdi - ki belki de vardı, farazi konuştuğumdan şu anda dediğim her şey bir varsayımdan ibarettir. eğer elmalara alerjisi olsaydı yine bir nebze de olsa anlaşılabilirdi, ya elmayı düşünmeye tahammül bile edemeseydi isminin doğru yazılışına googledan bakmaya ısrarla üşendiğim ressam, işte o zaman hayatın bir mucize olduğunu düşünebilirdiniz.

bunu düşünürken emir kusturica'nın bir mucizedir yaşamak filminden sahneler aklınıza geliyorsa, bilin ki isimler sizin için önemlidir. oysa çoğu insan için isimler detaydır. bunu bir gözleme dayanarak söylediğimi sanmayın tamamen büyük sözler etmeye çalışma çabamın dışavurumudur. dünyada iki şey satar seks ve büyük sözler.

doğru yerde söylenmiş her sözün büyük bir söz olduğunu düşünürsek elbette her sözün satabileceği sonuca varırız. muhteşem bir seks esnasında zevkle söylenmiş bir ohhhhhhhh'tan daha çok satabilecek bir söz (konusu) olamaz. işte her sözü bu ohhhhhhhh ile oranladığımızda her sözün satabiliş değerine ulaşabiliriz.

eğer sizin de benim gibi konsantrasyon sorununuz varsa kesinlikle girmemeniz gereken bir iş söyleyeceğim sizlere, umarım cümleyi çok uzun tutup dikkatim dağılmaz. evet yeterince yakınsanız bu sözü duymaya geliyor, kesinlikle konsantre bakır işine girmeyin. konsantre meyva ya da meyve suyu işine de girmeyiniz. ben girdim, içinden çıkılmıyor.

yoğunluk diye bir şey vardı fizik derslerinde, kısaltması neydi acaba hacim bölü bir şeydi sanırım. bu soruyu şıp diye bilecek bir sürü insan var mıdır gerçekten dünya da acaba? oysa aynı bir sürü insan sierre leone'ye gitmek için yanıp tutuştuğum konusunda fikir sahibi bile değil. bazı insanlar sierre leone'ye gitmeli ve oradaki turistik faaliyetlerini bir adet mermi ile taçlandırmalı. alınlarının tam ortasına geçirilmiş bir taç.

dask - bir nevi sesimi duyan var mı

10 Temmuz 2011 Pazar
enkaz altında kalmış çocukluklar güçlüdür
gitmeleri gidişdir ha
hiç dönmeyecekmiş gibisi
kalmalarını bilmem ben hiç kalanını görmedim
sevmeleri desen kalmalarından da beter

shaggy öldü yaşasın yeni shaggy

6 Temmuz 2011 Çarşamba


yayındaki videodaki şarkılar gibi hareketli şarkıları seviyorum, balkanlı olduğumdan kan çekiyor ve son zamanlarda afili filintiların sitesinde çokça vakit geçiriyorum. emrah serbes diye bi adamdan bahsetsem, hani siz hiç bilmiyormuşsunuz gibi, bir nevi linç girişimi olur herhalde adam behzat ç.'nin senaristiymiş. bir bölüm izlemedim henüz ama çok izlemek istiyorum, torrentte bulursam belki başlarım izlemeye. aslında epey birikmiş izleneceklerim var true blood 4. sezon diyor ben daha 3 izlemedim, breaking bad var bir başlasam bitirsem fena olmaz.

ama asıl dikkatimi afili filintilarda bahadır cüneyt yalçın çekti, komik adam okuyorum o yüzden. roman dışında çok uzun yazıları okuyamıyorum o yüzden kuş lokumu iyi olmuş benlik olmuş kendimi buldum. ofiste ekşi sözlüğün sol frameini ezberlemekten bıkmıştım bir günümü kurtardı. şimdi sözü kısa keselim ve nefesleri kesecek bir şiir ile güne noktayı koyalım. şiir venezuellalı bir kadının ölen kocasının ardından yazdığı bir şiir.

petrol kuyusunda çalışan kocası ölen kadının tek solukta yazılmış şiiri

gazeteye ilan verdim bugün pablo
gidişinden beri gazeteye verdiğim tek ilan
annen okuduğunda ağladı,
daha doğrusu ben okuduğumda
bilirisin pablo buralarda anneler okumayı bilmezler
ve eğer bir çocuğumuz olsaydı pablo
ben de bilmeyecektim
latin kadınları yoksul ve güzel olur derler pablo
hayatı okumaktan harfleri unuttuklarındandır
petrol çıkardılar topraktan dedi
ama pablomu aldılar benden

ilan verdim bugün gazeteye pablo
konu komşu duysun istedim
herkes duysun istedim pablo
senin öldüğünü herkes duysun

"bayandan az kullanılmış koca
araba ile takas olur"

öylesine kavramlar üzerine aşk kelamı - gereği tartışılır 1

4 Temmuz 2011 Pazartesi
cabrio aşklar yaşadım bu yaşıma kadar
birden yağmur bastırsa elimi ayağıma dolaştırırcasına

afiyet olsun

yalanmış abi, hayat yaşamak için gerçekten çok uzun ve bu günlerde yapacak şey bulmak çok zor. bir puzzle bitirmek ise bir o kadar kolay. bekleyedurmak çok zor. pazartesi günlerini getirmek bir o kadar kolay. korkuyorum bitmek tükenmek bilmeyecek pazartesilerin gelmesi. ve her pazartesi geldiğinde belki ölümlü bir kazaya karışmayı ummak en yapılası şey bir sonraki pazartesinin gelişine kadar. ölümlü kazada maktul ben olabilirim sonuçta adı üstünde ölümlü kaza ve birilerinin ölmesi lazım. pek çok şeyi hissetmediğim doğrudur. ama ölümü hissederim diye ümit ediyorum. eğer onu da hissedemeyeceksem ne yaparım bilemem. sanılmasın meyilliyim intihara. ne ölüme meyilliyimdir, ne de gitmelere. stand by konuma almışlar sanırım beni. ama stand by konuma alındı diye bir bilgisayar elektriklerin kesilmesinden nasıl korkmazsa bende öyle korkmam işte ölmekten. altı üstü bir priz var çekilesi. çekilemeyen insanlar vardır bir de ya da daha fazla dayanılamayan mı demeliydim. mutlak bir dejavu hissi verenlerden bahsediyorum. kavgalarda bile aynı tadı almaya başlarsın ve dayanılmaz olmuştur.

her insan özlenmeyi hak eder. hiç özlenmemiş olsalar bile. her insanın sevilmeyi hak etmesi gibi. hiç bir zaman sevilmemiş olsalar bile. böyle bir insan var mı merak ediyorum. eğer ben değilsem bu insan gerçekten tanışmak istiyorum. nasıl oldu demek istiyorum. nasıl ki seni sevmediler. beni de sevmemiş olabilirler mi diye öğrenmek için bunu sormak istiyorum ona. sevgililenmekten bahsediyorum elbette. yoksa sürekli alışveriş yaptığın bakkal bile seni sever. ana baba illa ki sever. sevmek öğütlenmiştir onlara. sevgililenmek dediysem, sevgili olmak değil. modern zamanlardayız illa ki birileri olmuştur, çıkma teklifi altında bir şeyler olmuştur. sevilmek gerçekten. baharatsız sevilmekten bahsediyorum. bu ben olabilirim aslında. baharatsız sevilmemiş olabilirim. hem de hiç, bir kere bile.

baharata karşıyım aslında, kekik, kimyon, nane, zencefil ne olursa olsun. yemeğe tat vermekten ziyade, kendi tatlarını yemeğe sindirirler. bu sebeple saf tadını alamazsın yemeğin. o yüzden yemeğin üzerine lütfen baharat koymayınız. eğer o yemeğin tadını seviyorsanız. limon da sıkmayınız. bunları yapmak istiyorsanız lütfen sizden ricam yemeği yaparken bunları karıştırınız. böylelikle sevdiğiniz yemek onları daha sevdiğiniz yemek haline gelmeden özümser ve kendi tadına karıştırır. yemek pişerken karışmayan baharatlar ileride sorun olur. unutmayınız birlikte pişmeyen şeyler birbirlerini tamamlayamazlar. eğer bir yemekte baharat tadını çok alıyorsanız, üzülerek söylemeliyim ki kötü bir yemek yiyorsunuz ya da yediğiniz yemek sandığınız şey değil.