çığrından çıkmış bir okul müsameresi

17 Aralık 2014 Çarşamba
ben çok programlı adamım vesselam. sabahları açılış istiklal marşı. daha sonra üç a sınıfından melis danişmend onyedi aralık şiirini okuyup yerini günün anlam ve önemini belirten konuşmayı yapmak üzere müzik öğretmenimiz nesrin sipahiye bırakacak. böylelikle onu ve yeşilçam melodramlarını yad edeceğiz. gözlerimizde bir damla yaş bırakmazsa olmaz. işte tam o anda tüm ilk okul talebeleri olarak travmatik bir çocukluk anısı, depresif bir ergenlik ve intihar ile son bulan bir orta yaş ile kutsanacağız. aramızda uyuşturucu bağımlılığı sebebiyle genç yaşta aramızdan ayrılan arkadaşlarımız ise cabası. en sigara içmeyecek olanlarımız ketum bir gecede birimizin getirdiği o taşlarla garip hayallere dalıp, ertesi gün sabah işe yetişip yetişmeyecekleri telaşından bir süreliğine uzaklaşacaklar. nesrin öğretmenimize bu güzel konuşma için teşekkür edip yerini okul müdür muavinimiz ayten hanıma bırakacaklar. daha modern çizgilerle daha enstrümanlı bir ses ile yüreğimizi burkup bizi oradan oraya savuracak. ilk okul öğrencileri olarak az alan kapladığımızdan insanlar aleminde, yitirilişimiz görmezden gelinecek. böylelikle sıranın arkasında kalan ve hayat sırasının da sonlarından kurtulamayacak olan varoş çocuklarının da en varoşuna bakıp kendimizi şanslı sayacağız. aramızdan hiç doktor, avukat, pedagog çıkmayacak. onun yerine bolca hasta, suçlu ve şiddet meyyallisi çıkacak. en çıkmışımızı alıp linç edeceğiz. biz iyi birer birey olmayı asla öğrenemeyeceğiz ancak iyi birer birey olmuş gibi davranmayı mutlaka öğreneceğiz. ardından bir b sınıfının öğrencilerinin düzenlediği sema gösterisinde canımız sıkılacak. işte tam orada dinle imanla felsefeyle ve tüm moral şeylerle aramıza mesafe çekeceğiz. haktan geleni halka vermeyi değil, torbacıdan geleni gözden kaçırmayı öğreneceğiz. havaya sıkılan bir el ateş sesiyle bir a sınıfının sevimli semazenleri ve dedesi dahil olanca vakurluğumuzla sesin geldiği yöne bakacağız. o esnada aramızdan en ve ilk defa ünlü olan bir arkadaşımızla tanışacağız. dört c sınıfından ceydanın öğlecilerden ceydanın okulun karşısındaki evinin balkonundan düşüşüne tanıklık edeceğiz. siren sesleri ve küfürler eşliğinde oradan uzaklaştıralacağız. aklı sıra daha az acı çekeceğimizi düşünen büyüklerimiz tarafından. illa ki öyle olacak, bir çocuk neden büyür yoksa.

lümpen tavırlar ve kime ait olduğu bilinmeyen saç teli

ah güzelim
ben çok kez yalnız sen oku diye yazıyorum
bazı zamanlar sonsuz bir boşluk yapıyorum gökyüzüne
sen bulut san diye beyaza boyuyorum
bazı zamanlar saatleri tutuyorum
beni bekle diye
sadece sana dua ediyorum
senin için değil bak
sana dua ediyorum
kabul et diye
onca edebi kaygı da cabası

ah güzelim
ben çok kez sen yalnız oku diye yazıyorum
şiirlerimi
sözlerimi
şarkılarımı
en berrakından safsatalarımı
onca edebi kaygı da
canı cehenneme

lof starya

15 Aralık 2014 Pazartesi
onunla zincir kitap mağazalarının birisinde fırsat reyonunda tanıştık. aslında o da ben de birileriyle zincir mağazaların fırsat köşelerinde tanışmak konusunda iyi değildik. değilmişiz. bunu çok sonra birbirimize anlatırken fark ettik. el yazması bir incile aynı anda elimizi atmıştık. filmlerdeki gibi. ellerimiz birbirine yazıldı. önce ben çektim sonra o çekti. bakışıp pardon dedik. ve beyinlerimizin birbirimizle ilgilenmemiz gerektiğini söylemesi takribi dört saniye sürdü. tüm iletişim metodları eğitimlerinde olduğu gibi birbirimize gülümsedik. ve sonra çılgıncasına öpüşmeye başladık. incilin önünde öpüştüğümüzü gören bir teyze bize kınayar bir çık çık sesi çıkardı. tüm iletişim metodları eğitimlerinde bunu söylemiyordu elbette ama ben yalan söylüyordum. gülümsedikten sonra incilin önünde sen buyur sen buyur oyunu oynamaya niyetliydik ki. ikimizin de bu oyunu sevmediği zuhur etti ve eş zamanlı buyurduk. ellerimiz bir kere daha birbirine dokunduğunda tenlerimizin hemen hemen aynı ton olduğunu fark ettim. birbirimize çok benziyorduk. benim dişi olanımdı sanki. ve o da bunu fark etmişti. bir kere daha bakışıp gülümsedik ve ben kitabı ona bıraktım. o an nasıl olduğunu bilmediğim bir cesaretle: okuduktan sonra bana verir misin dedim. elbette dedi. sonra o kitabı - yani o kitabın el yazması olmayanını - okuduğumu itiraf ettim. belki seninle tanışmak için bir fırsat olur diye de ilave ettim. o esnada onu tüm cinsel kriterlerimle taramaya başlamıştım. daha sonra söylediğinde o da eş zamanlı olarak beni tarıyormuş. gideri vardı. benim de varmış. evet belli başlı giderlerimiz vardı. mesela kitap harcamalarımız, alkol giderlerimiz. önümüzdeki üç yılda bu giderleri ortak olarak götüreceğimizi o esnada bilmiyorduk ama sanırım hissediyorduk. sonra filmlerdeki gibi oldu dedi. o zaman bir kahve içmek ister misin dedim. evet dedi. sonra onu benim de bir gün öncesiyle tanıştığım sifon kahveyle tanıştırdım. tanıştıklarına mutlu oldular ki. daha sonra yurtdışından siparişle sifon demlik getirttik. onu içtikten sonra işersek tuvaletimize enfes kahve çekirdeği kokuları doluyordu. bunu işeme hizamızdan hissedebiliyorduk. kahve içerken bunları konuşmadık. daha sonra konuştuk. insan üç yıl boyunca çok konuşunca pek çok şeyi konuşuyor. çok konuştuk ve tabiatın bize verdiği tek yargı birbirimiz hakkında, aynı olduğumuzdu. çok aynıydık. hatta bazen konuşmuyorduk bir konu hakkında yazıyorduk ve yazdıklarımızı karşılaştırıyorduk. bu oyuna meç etmecilik adını o takmıştı. benden yedi saniye daha hızlı çalışan bir beyni vardı. oyun basitti bir konuyla ilgili yirmiüç cümle yazıyorduk. içerik olsun, anlam olsun, kullanılan kelimeler olsun, kelime sayısı olsun vesaire olsun ne kadarlık bir eşleşmevar diye bakıyorduk. yüzde yetmişbirin altına hiç düşmedik ve tamı tamına onbirkez yüzde doksan yedi meç ile oyunu bitirdik. kahve içerken türk balesinin geleceği hakkında ve seçim grafiği izlemenin ne kadar keyifli olduğu hakkında konuştuk. ortak fikrimiz şuydu - ki son güne kadar ve son gün de dahil her zaman ortak bir fikrimiz olurdu- türk balesi sucks ve koalisyonlu iktidarlardaki seçim grafikleri daha renkli ve eğlenceli. sonra bir şekilde zaman geçti, ortaçağın en büyük şehrinin orasında burasında kendilerimizken bir şekilde birbirimiz olduk. insanın kendisiyle aynı olan birisini bulması birbiri olmasını çok kolaylaştırıyor ve eğlenceli kılıyor. en azından üç yıl böyle oluyor(muş). mesela ilk cinayetimizi işlediğimizde ikimizin de ne kadar merhametsiz olduğunu ve ikimizin de bu durumdan korkmadığını öğrenmiştik. cinayet dediğim de basit bir kürtaj vakası. onun fiziksel eforuna saygı duyup iki hafta sonra tenis oynamaya gidecek kadar da sportmen ve modern insanlardık. sanki iki tane benimle geçen üç yıl sonunda tam da doğum günümde birbirimizden ayrılmak istediğimizi belirttik. daha sonra ayrılık konuşması yapmak yerine bu konu hakkında meç etmecilik oynamaya karar verdik. eğer yüzde doksanın üzerinde bir meç varsa ayrılacaktık. yoksa erteleyecektik. ve bu sefer oyunu sadece yazarak değil video çekerek oynayacaktık. farklı odalara gidip on birer dakikalık ayrılık videolarımızı çektik ve sonuç tam düşündüğünüz gibi. ve en sonuncu yüzde doksan yedilik meçimizi yaptık. sonra ben bir yere gittim ve bir daha geri dönmedim. o gün fırsat reyonunda ellerimiz incilin üstünde birbirine yazarken hayatımın fırsatını bulmuştum. kendimle tanışmayı. siz hiç kendinize aşık oldunuz mu? ben bir kere oldum. çok güzeldi.

de

14 Aralık 2014 Pazar
haydi ölelim
insan gülemiyor

ahın kaç hali

10 Aralık 2014 Çarşamba
ah ruhumuzu şeytana satmalıyız
üç beş demeden
göğ kararıncaya değin elden çıkarmalıyız
sonrasındaki azaptan başka nasıl kurtuluruz ki

*ilk satırdaki ah belli belirsiz söylenen ahlardan. ah sen mi geldin der gibi. bir şeyi anımsayıp da ahlamış gibi. hıh gibi ama ah. ahlanıp vahlanır gibi uzun uzun bir iç geçiriş değil. nolduğunu anlamadan bir çırpıda oluveren bir ah işte. kağıt kesiği gibi.


shhhhhh

29 Kasım 2014 Cumartesi

what if i was not born? then it s a huge silence...
like beatles
before beatles, there was silence...


edilmiş kombin ve güzel şarkı

26 Kasım 2014 Çarşamba
koşa koşa geldim eve
beni bekliyordu bu dua

biliyorum tanrım
çok kötü şeyler olacak
en azından çocukları koru
oniki yaşından gün almışlar da dahil

üzerime yapışmış kirlerimi arıtıyorum bu akşam
kısır döngülere mecbur bir hayattan ne beklersin ki
pisleniyorsun, arınıyorsun
hisleniyorsun, arınıyorsun
bırakayım da bu hayat başkal'arını yorsun






şu an

13 Kasım 2014 Perşembe
kadıköy'de bir pasajın ucundaki kitapçının kitaplarının birinin içindeki istirahatinden alınandır. belki de çalınan. kimine göre pirüpak enerji, kimine göre safsata. nerden bakarsan bak otuz üç yıl bir nostaljidir. saman kağıda yazılmış, güzel el yazıları mı kaldı azizim. calibri mi ariel mi daha okunaklı kavgaları veriledurulurken gökkubbe altında. vaktiyle yazılmış, sonrasında jpeg'e dönüştürülmüş kelepir bir orospudur zaman. gençliğinde güzeldir, eskiden olan herşey güzeldir.


hayata dair

7 Kasım 2014 Cuma
buraya zorla gelmedin ya diyorlar
ama isteyerek de gelmedim

ah güzel ahmet abim benim

2 Kasım 2014 Pazar
çok komiksin azrail, ciguli ölür mü?


bu da böyle bir anımdır

1 Kasım 2014 Cumartesi

yabancı ve soğuk bir şehirde karnımı doyurabilecek tek bir yer bulamadan saatlerce yürümüştüm bir seferinde. mübarek bir bayram öncesi miydi neydi. çaresizce eve geri dönerken, yiyecek hiçbir şeyin olmadığı bir evden bahsediyorum, çok yakında açık bir benzin istasyonu görüp marketinden sandviç alıp karnımı doyurmuştum. saatlerce dolaşmama sebep olan evden çıkar çıkmaz sağa ve sola sapan yollardan benzinliğin olmadığı tarafa yürümüş olmamdı. bir nevi farklı tercihimin acısını çekmiştim. eğer burda sosyal bir mesaj verecek olsaydım, bazen farklı tercihlere sahip olmak acıya sebep olur diyebilirdim. neyse ki mesaj kaygısı gütmeyen bir adamım.
sonra gözlerimi açtım yıllar yıllar geçerken yabancı olmayan büyük bir şehirde metroya giden alt geçitlerin birisinden geçerken ilkel dediğimiz mağara insanı atalarıma bir selam çaktım içimden. hem de şu yanarlı dönerli billboardlara bakarken. dedim ki kendi kendime aradan bir kaç bin yıllık bir zaman geçse, şimdiki insanlık ile o insanlık arasında çok fark olmuş olsa, o dönemin insanları billboardlara bakıp mağara yazısı olduğuna kanaat getirseler. günde en az yüzbin insanın geçtiği bu tünelleri hiçe saysalar, onların duygularını, acılarını, açlıklarını, tokluklarını, düşlerini, kaygılarını, sevgilerini, hatta ve hatta aldıkları tüm nefesleri hiçe saysalar. düşünsenize bir insan dakikada ortalama on yedi nefes alsa ve hepsini de verse, o tünellerde yaklaşık yirmibeş dakikasını geçirse, hiçe sayılan günlük nefes sayısını hesaplayabilir misiniz. hiçe sayılan nefeslerin hesabını hangi kibir verecek. birkaç bin yıl sonranın modern insanı mı yoksa bugünün ilkel insanı mı? bu korkunç muğlaklık bitirmeden metroya giren turnikenin sesiyle kendine gelmiş bu adamı kibrinizle yok etmiş sayılır mısınız geleceğin güzel insanları.

safi çaresizlik

30 Ekim 2014 Perşembe


sen çok güzelsin
ve ben söyleyecek bir şey bulamıyorum

varsayım

22 Ekim 2014 Çarşamba
en sevdiğin dizeleri bırakıp
pek sevmediğin dizlere yatan sen değil misin
öyleyse sana müstehak
ey ene'l hak

not: insan yaratılırken yaratan ona kendi ruhundan üflemiştir, bu sebeple yaratan ve yaratılan arasında rivayet olunan bir bağ vardır. yaratılan yaratanı içinde taşır, bazen doğurur bazen doğurmaz. kimin kime gebe olduğu belli belirsiz bir duman tabakasıdır.

tüm yazmışlara saygıyla ya da fuck is back

21 Ekim 2014 Salı
"içinde bir iş görmenin saadeti
gideceksin"

en güzeli de bitmiş bir kitap için kitaplıkta boş yer araması. daha da güzeli ruhunu hunharca siken o güzelim kitapla bakışıp, bir sonraki göz göze gelişine kadar beklemesi.
iyi ki kitaplar var, onlara olağan ruhofililer dememin bir sakıncası yoktur umarım. iyi ki ruhofililer var. ee bitti işte ne olacak şimdi umutsuzluğundan çıkaran. bir başkasının harflerine ruhunu teslim edene kadar mutlak sıkıntılara gebe bırakan ruhseviciler. neyse ki çok varlar. hangi birisine vermek isterseniz ruhunuzu oralarda bir yerde bekliyorlar. bir ağaç oldukları andan içine içine girene kadar bekliyorlar. kimbilir senden önce kaç kişinin içine girmiş olsalar bile hiç umursamadığın şeyler.
ve ya kimbilir hangisinin yarısında ruhunu kitaba değil de, ölüme teslim edeceğini umursamayan harfli şeyler. biri biter birisi başlar birisi biter birisi başlar birisi bitemez... hayat kimbilir hangi iki kitap arasında geçen zaman dilimi. bırakınız geçsinler bırakınız siksinler.

gastronomi dersleri bir

15 Ekim 2014 Çarşamba
lifli gıdalar tüketin
boğazınızdan geçerken intihar süsü verebilirsiniz

hayata dair

11 Ekim 2014 Cumartesi

öğrenilenler:
bir ) her şey yolunda gidiyorsa yolda bir sorun vardır
iki ) bozuk yollarda bile uygun ekipmanlarla bittabi ilerlenebilir
üç ) varış noktası yoldan bağımsızdır

request for a dream

25 Eylül 2014 Perşembe

rica ediyorum böyle içli içli şarkıları içli içli söylemeyin. insan duyarlılaşıyor. ne bileyim en kötüsü de tekrar dinlemek istiyor.

ve şarap geç saatlerde

20 Eylül 2014 Cumartesi

açılmış bir şişe şarabın sonu mutlak bitmektir. en azından bu evde. herkes gider geriye biraz blues ve neşet ertaş kalırken, olanca yanlışlığa değil de olanca yalnızlığa isyan edilmez. sus pus olunur. susuş ve pusuş siyasi bir haritanın birbirine asla kavuşamayacak iki aynı rengi gibi hüzünlüdür. yalnızsanız, az önce bir şarap açılmışsa hüzün her tarafta olabilir. mistiklerin her yerde aradığını araması gibi. yağmurlu bir havada asla dağılmayan kent bulutları gibi. bulutlar ancak ve ancak uyuduğunuzda dağılır. evlerine yani başka insanların evlerine gidip onlara hüzün yahut huzur verirler. köprünün ortasında arabayı durdurup öylesine aşağı bakma isteği çok kuvvetli bir güdüdür. bu güdüyü aşmak için daha güçlü başka şeylerin yaratılması gerekir. mesela eve gidip işeme güdüsü. ey gidinin güdüsü, fiziksel ihtiyaçlar, ruhani ihtiyaçların önünde gider. oysa boğazdan geçip giden her gemide geçmişe ait bir iziniz olabilir. lütfen onlara dikkatli bakınız. deniz yolları kutsaldır. size pek çok istediğinizi getirebilir. bunu bir düşünün lütfen. daha sonra üstüne tartışabiliriz. devinim algılarımızın çok daha üstünde muazzamdır. bir o kadar da önemsiz. sizin bir bebek dünyaya getirmeniz, bir doktor için sadece bir bebek daha doğurtmak olabilir. her iz sanılanın aksine geçicidir. kabullenişin gücü tüm devinimi ve güdülerinizi yenebilir. onunla bilek güreşi yapmamanızı tavsiye ederim.

not

15 Eylül 2014 Pazartesi
bir gün öleceğim. kendi imkanlarımca. cesedimin bulunmaması umuduyla. çok sevdiğim gökten çok sevmediğim suya doğru. çok muhtemel cesedimi bulacaklar. basit fiziksel yasalar. iç denizlerin kaderi, bir cesedi kıyıya vurdurmasıdır. sevenler üzülecekler. sevmeyeni bulmak zor. bilmeyenler çok üzülecekler. neden diye soracaklar. kerameti kendinden menkul bir soru. cevabı çok açık. çok bilindik.
eğer teselli edebilecek durumda olmuş olsaydım, onlara usulca yaklaşıp. üzüldün geçti. olması gerektiği gibi. hepimiz ölmek için yaşamıyor muyuz?

bilgi

14 Eylül 2014 Pazar

yaşlanmayacağım, biliyorum.

duygusal algoritma

4 Eylül 2014 Perşembe
evet
bazı şeyleri çaldığımız doğrudur
kul hakkı yediğimiz
gözlerimizin içine bakarak
"seni seviyorum"
dediğimiz

muzaffer
muz kökünden gelen bir kelimedir
af ekiyle devam eder
fer sonuyla biter
ilk defa falkland savaşı sırasında duyulmuştur
daha sonrasında arjantin cunta hakimiyetine geçmiştir
işte bu külliyen yalandır

iki gün hiçbir şey yemeden durduğumuz gibi
evet bu da külliyen yalandır
ikimizden birisi
nazizm sempatizanı iskandinav bir romancının
roman karakteri değilsek eğer

sıradaki şarkı ne sana ne bana gelsin
az şekerli türk kahvesi sevenlere?
kader mahkumlarına?
o kendini biliyora?
ve sevip de kavuşamayanlara?
buna bağımsız yargı karar versin

telmih ve ya old story

2 Eylül 2014 Salı
şiddet;
en son isteyeceğimiz şeydi.

peygamber;
gökten inen bir kağıt yumağına baktı
"yaz kızım istekleri sondan başa gerçekleştiriyoruz"

de

30 Ağustos 2014 Cumartesi
hayat adil değil ya cin önce biter ya tonik

üç harfli bir hastalığa farkındalık yazısı

26 Ağustos 2014 Salı
öğrendiğim gün başımdan aşağı kaynar sular döküldü. ve bu challenge da değildi. üç kişiye daha bu hissi yaşatmak istemezdim.doktor yanılıyor olmalıydı. bir yanlışlık olmalıydı, henüz hafta sonu kendisiyle tavla oynamıştık. mutluluğunu görmeniz lazımdı. öyle bir güçlü savuruyordu ki zarları sanki zarlar ilk temas ettiğinde yerle kırılacak. beyin gücüyle oynuyordu sanki, altı altı diyordu altı altı geliyordu. dört bir diyordu dört bir geliyordu. öyle mutlu görünüyordu ki. o tıp fakültesinde okurken tanıştığımızdan beri nasıl görünüyorsa öyleydi sanki. dördüncü sınıftayken hiç sevmediği aşkım demekten sıkılıp doktor demeye başladığım ilk zaman nasıl bir muzur gülümseme varsa öyleydi. oysa içinde fırtınalar kopuyormuş, gittikçe eriyormuş zayıflıyormuş. yıllar önce daha internetin çevirmeli olduğu zamanlarda hasbelkader bir mirc odasında age location sex deyip tanıştığımızdan beri hiç ayrılmamıştık nerdeyse. acaba o zamanlardan beri içten içe kendini yiyip bitiriyor muydu diye düşünmekten alıkoyamadım.

öğrendiğim gün başımdan aşağı kaynar sular döküldü. doktor yanılıyor olmalıydı. seni sevmiyorum artık ayrılalım derken yanılıyor olmalıydı. ya da bu sonu kahkahalarla bitecek bir challenge videosu olmalıydı. yanılıyormuşum.

mevsim normalleri

15 Ağustos 2014 Cuma
hava o gün nasıl sıcak nasıl
cehennem eksi üçyüzonbir derece diyor
celcius hem de
diğerlerini varın siz hesaplayın

cehennem öyle sıcak öyle işte
tersineliklerin cenneti gözünü sevdiğimin cehennemi
hepimiz yalvarıyoruz
allahım canımızı al da kurtar bizi bu sıcaktan
en realist abilerimizden birisi
bir geç kalınmışlık olduğunu ima ediyor
yine de iman etmiyor

bu abimizi bir tanısanız
en realist en kadirşinas abimiz
adı da kadir şinasi
boş vakitlerinde cehennemde yanıyor
hakkını helal etmiyor
akşam evine dönerken
süzme yoğurdunu alıyor
hem realist hem idealist

öyle sıcak öyle sıcak ki cehennem
korkunç görünümlü zebanilere rica ediyoruz
pardon klimayı biraz açar mısınız
içimizin yağları eridi de
oralı olmuyor zebani kardeşlerimiz
sonra duyuyoruz zebanileri hep oralı olmayanlardan seçiyorlarmış
böyle böyle zaman geçiyor işte
ölüp ölüp diriliyoruz
gözünü sevdiğimin cehennemi
tersineliklerin cenneti

yas

14 Ağustos 2014 Perşembe

şu şarkıyı dinlerken biraz konuşalım. saatlerce sürecek bir sohbetteki gibi. öyle acelesiz öyle geniş. sanki bir anlık refleksle saate bakıp kimbilir ne kadar vakit sonra, geç olmuş şu bardak bitsin gidelim demeyecekmiş gibi. rakıdan bir yudum peynirden bir çatal alıp süleyman seba hakkında konuşalım. onun kişiliğine methiyeler dizelim. beşiktaşı nasıl sevdiğinden bahsedelim. beşiktaş sevgisini beşiktaşı başka sevenlerden mi öğrenildiğini yoksa bu sevdanın doğuştan gelen bir şey mi olduğu üstüne kafa yoralım. başkanın sağdan soldan duyduğumuz insanlık hikayelerini anlatalım. bilirim ne senin ne benim gözlerimiz dolar, bilirim sen de benim gibi -milyonlarcası gibi(abartı olmamalı bu)- çok derinden üzüldüğünü. bilirim şu an yaşsız ağladığını. bir yudum rakı biraz peynir. siktir et bugün başka şey konuşmayalım. hatta bazen bazen susalım. böyle çok doğal olarak ve çok sevdiğimiz beşiktaşımızın yasına konuşalım, içelim, susalım. geç saat olsun veda edelim. saatlerdir birlikte değilmişiz gibi, birbirimizden bir an bile sıkılmadan veda edelim. geç de olsa gidelim. sadece gitmek gerektiğinden gidelim. bazen iyi insanların da geç gittiğini(ama mutlaka gittiğini) bilerek gidelim.

üstü kapalı anlatım

7 Ağustos 2014 Perşembe
dondurma yiyip yolda yürürken birden yanında çok huzurlu hissettiğim o kadını anımsadım. onu özlediğimi hissettim. bazan bazı insanları durduk yere özlersin. mesela dondurma yerken. oysa onla hiç dondurma yememiştik. oysa onla çok az şey yapmıştık aslında. oysa o yaptığımız az şey esnasında hep huzurlu hissetmiştim. oysa demek ki o bana huzur verebiliyordu. bunları düşünüp yolda yürürken carte dor dondurmasının külahta satılanlarının güzel olduğuna ikna olmuştum. yukardan aşağıda kavunlu cevizli sakızlı iyi bir üçlemeydi. süt yumurta bal üçlemesi kadar. mavi kırmızı beyaz kadar. veni vidi vici kadar. o da beni özlemiş miydi ki acaba. eğer özlediyse buyursun gelsin. ben gitmem. ben gitmeyi sevmiyorum. su terazi yazan restore edilmiş, sözümona tarihi bir yapının önünden geçtim. yanındaki açıklamayı okudum. oysa dev bir dildoleyin uzanan bu su terazisi geçen sene yoktu. yanındaki yazıyı anlamadan okudum ama sanırım bu dev dildo vakti zamanında çok önemli olan bir su terazisinin farazi yeriydi. hiç umursamadım ama o şeyin yanındaki apartmanda oturmak istemezdim. penceremin o şeye bakmasını istemezdim. hoş, penceremin bir erkek yurduna bakmasını da istemezdim ancak hayat bazan insana süprizler yapandır. birden aklıma deeptone geldi eve gideyim deeptone'a cevap yazayım diye geçirdim içimden. o esnada yanından geçtiğim inşaat alanının mimarının adı gözüme çarptı. latin amerikalı herhalde diye düşündüm. yahut hem kendi hem kocasının soyadını kullanan iki isimli bir kadındı. zaten kim hem kendi hem kocasının soyadını kullanan iki isimli bir kadından daha latin olabilir ki dedim. sonra gözüm az önümde yürüyen kadının kalçalarına kaydı. kadına gidip per favor hem kocanızın hem kendi soyadınızı kullanan iki isimli bir kadın mısınız diye sordum. çok bozuk bir aksan ile turkce bilmiyorum dedi. sanırım bölgede yaşayan onlarca yabancı öğrenciden birisiydi. gülümseyip gracias dedim. o da gülümsedi.

olmamış potporya

4 Ağustos 2014 Pazartesi
yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama
sivilce sıkmanın içini dökmekle bir ilgisi olmalı

göğe bakalım,
kuş vuralım istersen,
hadi iç de çay koyayım

dekoratif hikaye

20 Temmuz 2014 Pazar
kadın elini ağzına götürdü. bir şey yiyor olmalıydı. elini ağzından çekti. masaya götürdü. elini masadan kaldırdı tekrar ağzına götürdü. devamlılığı olan bir şey yiyor olmalıydı. masa, ağız, masa, ağız... bir kaç dakika devam etti bu. bir gölgeyi neden bu kadar uzun süre izlemişti ki adam. perdeden yansıyan bir karanlık. belki kadın bile değildi, uzun saçlı bir adam da olabilirdi gayet tabi, ama adam ihtimal vermek istemiyordu bana. haklı sebepleri vardı. erkekler genelde saçlarını böylesine dalgalı bırakmaz. parmaklarını seçebiliyordu, bir erkeğin elleri o kadar ince olamaz diye düşündü. ışığın yaptığı gölge oyunlarına rağmen. onun bir kadın olmasını istiyordu ve ona aşık olmak istiyordu. onunla birlikte ağzına ne götürüyorsa ondan yemek istiyordu. daha önce hiç böyle bir şey istememişti. ne bir silüeti izlemiş, velev ki gözüne bir silüet çarptı, ne de o silüetle ilgili hayaller kurmuştu. şimdi neden böyle bir şey istemişti ki. kime ait olduğunu bile bilmediği bu evin bu balkonunda karşı apartmandaki vantilatörü açık perdesi çekik bu evde ne vardı. vantilatör müydü onu çeken şey, gölge miydi, kadının -umarım kadındır- ne yediği miydi? dünden beri olanlar da buna bir sebep olabilirdi. hatta bu en anlaşılır olanıydı. dün ne olmuştu hatırlamaya çalıştı. hatırladı. hayatının sonuna kadar dün ne olduğunu hatırlayacaktı. dünden önce ne olduğu önemli değildi, ancak dün olanlar unutulamazdı. unutmadı zaten. aşağı baktı balkondan beş altı saniye kadar sokağın başından geçen iki üç kişilik grubu izledi. sonra dayanamadı tekrar silüete baktı. bir şeyler atsa karşı pencereye diye düşündü. belki ne olduğunu merak edip camı açar o da kadına "pardon hanfendi rahatsız etmek istememiştim, size aşık olabilir miyim" diye sorardı. masaya baktı bir çakmak, bir sigara paketi, bir kültablası vardı. sigara içmiyordu ancak bu üçlü melankolik hikayelerin dekoru gereği orada bulunmalıydı. dün olanlardan sonra dekora ve doğaya isyan edemezdi. hangisini atabilirdi acaba, kültablası camı kırabilirdi bu diğer komşuların da dikkatini çekerdi. sigarayı atarsa vantilatör yüzünden duyamayabilirdi. çakmak en mantıklısıydı, ancak o zaman sigaraları nasıl yakacatı. önemli miydi bu gerçekten dekoru bozmamak aşk hikayeleri yaratmaktan daha mı önemliydi. düne bakarsan öyleydi. aşk, ölüm, mutluluk, mutsuzluk, kaos, karıncayiyenler... hiçbir şey dekordan daha önemli değildi. şansını denemek istedi. sigara pakedini açtı bir sigarayı çıkardı paketten. filtresini kırdı sigaranın. herhangi bir bilimsel dayanağı olmadan filtreyi atarsa sanki cama isabet ettirme olasılığı daha yüksek olurmuş gibi gelmişti. filtreyi kırdı içindeki kapsüle dokunmadı. perdeye baktı, sallanıyordu. birden bir şey oldu. hem iyi hem kötü bir şey. gölge ayağa kalktı. kadın olduğundan emin oldu gölge sahibinin. sevindi çok sevindi. kadın ayağa kalktı pencereden uzaklaştı birkaç saniye sonra ışık söndü. ışık sönmüştü. kadın dönerdi belki. dönmeyecekti. masaya baktı. dekoru gördü. dekor asla yanılmazdı. melankoli bir bütündü.

son bulmayan tedirgin bekleyiş

15 Temmuz 2014 Salı
nasıl yazıldığından emin olmadığın bir kelimeyi yazarken yaşadığım tedirginliğe benzer şeyler yaşıyorum bu aralar. yazmak istiyorum geriliyorum. aynı anlama gelecek yazılışını bildiğim başka bir kelimeyi buluyorum, yavan kalıyor. kelimeyi yazmamak zaten ihtimal dışı. sözlüğe bakmak mı, işte ona olasılığa elli gerdekli bir deyim denk düşüyor. okuyan kişinin de doğru yazılışı bilmeme ihtimali var. o en iyi senaryo ama her sene yüzbinlerce film arasından çok az film en iyi senaryo ödülünü kazanıyor. sokarım lan deyip yazdım ama... ya yanlış yazdıysam gerginliği hiçbir şeye benzemiyor a dostlar. müzik dinlemeli zaar.


e.t. ile yapılacaklar

14 Temmuz 2014 Pazartesi
merhaba canım e.t.
seninle göğe yükselip türbülansa girelim, bulutlara el sallayıp, parmak uçlarımızla rönesans pozları verelim. kah inelim yeryüzüne seyretsin alem bizi, kah ölmüşlerimizin ruhuna lokma döktürelim. gök tengri ile bir olalım, semanın en afili gece kulüplerinde alemlere akalım. tüm inanmayanları bağışlayalım, onlara cennetten arsa satalım. cenneti sit alanı ilan edelim, kimselere imar izni vermeyelim. belediye seçimlerinde cenneti cennetten bir köşeye çevirme sözü veren en sempatik adaya oyumuzu verelim. hitabet sanatına eski değerini verelim, ona retorik diyelim. itfaiye araçları ile ambulansların sirenlerini tek tip yapalım, herkesin kafasındaki soru işaretlerini kaldıralım. ilk kitabımızın imza gününe gidelim, kitaplarımızı paraflayalım. ağlayan çocukların başını okşayıp onları bu güzel günlerde mutlu edelim. saatlerce kimin daha iyi olduğunu tartışalım, ortak noktada buluşamayalım. olur mu?

ayyaşça çok ayyaşça

8 Temmuz 2014 Salı
bugün biranın tadı güzel değil. rafta ya da depoda çok beklemiş olsa gerek. biralar böyle işte, bazen her şeyi kıvamında görünür, olmamıştır ama. şerbetçioğluna güven olmaz. pardon o öyle değildi. insanoğluna güven olmaz. ya da dur insanotuna güven olmaz mıydı. hah buldum adamotuna güven olmazdı. zehirler adamı. adamın adamı zehirlemesi görülmemiş şey değildir oysaki. bir düşünürün bir sözü vardı şimdi anımsayamadım. biranın tadından sanırım. biranın halüsinatif gücünden. biranın içindeki bileşenlerden. biranın saflığından. biranın güzelliğinden. biranın usulsüzlüğünden. biranın geçmemesinden. amına koyduğumunun hayatında seni düşünmeden tek bir anın geçmemesinden.

not: bu şarkı sindirim sorunlarına iyi gelir.


gayri meşru bir aşk hikayesidir yazmak

7 Temmuz 2014 Pazartesi
harflerden doğan çocuklar
doğdukları gibi gömüldüler
mezar taşlarına bir fatiha
anneleri gözü yaşlı
mürekkepleri akmış kahrından
babaları gözden ırak
bir gömleğe takılmışlar
harflerden doğan çocuklar
doğdukları gibi gömüldüler
anaları kitap
babaları kalem

hüznü uzatmamak icap bitanem

çünkü ona en çok mor yaraşırdı ve güzeldi

17 Haziran 2014 Salı
bugünlerde sentetik maddeleri seviyorum. bana seni hatırlatıyor. gözümün önüne kadar getiriyor yokluğunu oturup şiir falan okuyorum sana, kimse yadırgamıyor. seni kimse yadırgamıyor. kimseler karışmıyor. senin aslında orda olmadığunu söylemiyor. sentetik maddeleri seviyorum bugünlerde. içinde sen oluyor onların ve sana olan herşeyi tetikliyor. o tetik hariç, hani kafana dayayıp çektiğin silah var ya, işte onun tetiği. dün bir kadına neden türk yazarlar intiharı pek tercih etmiyor sordum bir an düşündüm bir kaç isim dışında aklıma kimse gelmedi. sen de gelmedin, yazmayı hiç sevmezdin. oysa yazmalıydın. kafandakileri dışarı atmalıydın daha sonra koltuğun üstüne bırakırdın. silahla öldürmeyecektin kendini morospu. daha şunun şurasında tarihi bir kaç yüz yıla dayanan bir şeyle her daim yanında taşıdığın karizmanı çizdirmeyecektin. cenazende alkolik baban allah ölümün de usturuplusunu versin derken haklıydı ve sen tam babanın kızıydın usturupsuz. laf aramızda herifçioğlu seni gömdükten en çok üç saat sonra bir büyüğü daha gömmüştür. ve adım gibi eminim morospu karı, o ağlamaz dediğin herif ağlamıştır. 

zamandan münezzeh

14 Haziran 2014 Cumartesi

aşk dört harfli bir kelimedir alya
a ile başlar
a ile biter

hayat üç harfli bir sözcüktür alya
sen ile başlar
seninle biter

sehl-i mümteni

4 Haziran 2014 Çarşamba
                                    b....'e

siparişle pizza yenir güzelim,
şiir yazılmaz

dön dön cigaram dön

size ulu sokak serserisini anlatmış mıydım. hani şu yeri yurdu olmayan dertli yertli adamı. anlatmıştım tabi, hatta onun sonsuz aşkını. benim vakti zamanında tanıdığım hala bildiğim o bilgeler bilgesi. su ihtiyacını alkol olmayan hiçbir şeyden karşılamayan idealist adam. sevdiği kadın için ölümden dönen, sevdiği şey için yollarda yatan adam. geçenlerde bir hafta sonu onun mesken tuttuğu yerlere gittim elimde bir şişe şarapla. ruh çağırır gibi ritüelleri vardır onu görmenin. nerde dertleşecek birisine ihtiyaç duyan birisini görse gelir hemen oraya. şarap onun ruh tahtasıdır. oysa en sevdiği içki şalgam suyudur. kendisi öyle der. ama hiç içmemiş. abi demiştim bir kere en sevdiğinin o olduğunu nerden biliyorsun diye. diğer adını bildiğim içilenlerin hepsini içtim ve hiçbirisini çok sevmedim demişti. cigarasından bir fırt daha çekip gitmişti sonra. kendime söz vermiştim. bu adama bir gün dünyaları getirsem de şalgam getirmem diye. umudu olana dokunmak istemediğimden. eğer bu dileğimi duysa kallavi bi küfür savurup tokatlardı beni ama olsun. neyse şarabımı alıp gittim. onun elinde biraz viski vardı. nerden bulmuş bilmiyorum sormadım sormam da. gazabından korkarım. bir daha benle konuşmamasından korkarım. şarabımı alıp görünce sevindi. yani beni görünce sevindi. beni şarapla görünce derdim olduğunu bildi ondan sevindi. beni görünce dertliyim diye sevindi. sen ne iş yapıyorsun diye sordu. abi dedim yıllardır bilirsin beni, soru mu bu. soru işte cevaplasana dedi. cevapladım falanca yerin filanca departmanı. hakir gördü. boynumu büktüm. paran var mı dedi. hani dedi seni bilmem kaç ay döndürecek. var abi dedim. ben sen olsaydım dedi, o bilmem nerenin bilmem ne departmanına basar istifayı çıkardım işten dedi. sonra param bitene kadar kapanırdım bir odaya hergün içerdim. ölümü beklerdim orda. biliyorum abi dedim. sen böyle yapmıştın zaten. ama ölünmüyor siktiğiminin gezegeninde dedi. öl deyince ölünmüyor işte. sonra gözleri yaşlandı. onu ilk defa böyle gördüm. abi dedim ben de yapıcam dediğini ama yalnızlıktan korkuyorum, sen gibi olmaktan korkuyorum. yalnız yaşamak neyse de abi dedim, yalnız ölmekten korkuyorum. haklısın der gibi baktı. aldı şişesini eline ayağa kalktı. sendeledi. yalnız ölünmüyor amına koyayım dedi. yaşanıyor da ölünmüyor işte. yürüdü gitti. ardından baktım. ben dedim abi hem sen gibi olmak istiyorum hem senin gibi olmaktan korkuyorum. duymadı. şarabıma gitti elim. bir yudum aldım. diğer elim telefonuma gitti. işte o an cebimde bir telefon değil de silah olsun istedim. nasıl ki istemsizce telefonun kilidini açtım, arayacağım numarayı tuşlayıp kulağıma götürdüm. silahım da kilidini açıp kafama götürürdüm. ama yalnız ölünmüyor işte. ölünse o ölürdü.

ayfon application

2 Haziran 2014 Pazartesi
bir ayet alın abiler
her gece bir ayet
uykusuzluğu engeller
mideyi düzenler
ufku açar

bir ayet alın abiler
her sabah bir ayet
güne dinç başlatır
organizamayı çalıştırır
kitleleri uyutur

bir ayet alın abiler
her sabah ve her gece
aç karnına
tok karnına
sadece üçbinüçyüzotuzüç kupona

bir parkın hiç yapılmayan otopsisi

31 Mayıs 2014 Cumartesi
güzel kardeşim
seni oy çokluğu ile öldürüyoruz
mezarının toprağı biraz düzleştiğinde
senin bir kaç tane ağaç için öldüğüne ikna oluyoruz
daha ne yapalım ailene baş sağlığı diliyoruz
üzülmesinler diye mahkemelerini görmüyoruz
uğruna öldüğün bir kaç ağaçtan birini alıp mezarının başına dikiyoruz

ama inan bize seni öldüresiye seviyoruz

laf olur beri gelir bir ömür asra bedel

28 Mayıs 2014 Çarşamba
beni örgütle
karşıdan karşıya geçerken sağa sola bakabileyim
ideolojik olarak sonsuz bir aşk olsun
aşk olsun sana ama bir aşk olsun
biraz şık olsun
bira sık ve soğuk olsun
mümkünse tabi

anı yakalamak

21 Mayıs 2014 Çarşamba
ahenkli sesiyle bu sandalye boş mu diye soran sayın bayan. cevabı mutlak sorular vardır yahut cevabı muğlak sorular. bu soru öyle bir soru işte. evet sayın bayan bu sandalye boş ya da sayın bayan birisi gelecek. yahut sayın bayan bu sandalye her zaman boştur ve birisi gelecektir. lakin o birisi hiç gelmemiştir. belki de o birisi bu cevabın sorusunun sulasıdır (sula: sual eden kişi).

not: masadaki bira yeni gelmişti, ve arkada bu kadın söylüyordu. ve bayan değil kadın.

yer yarılsa da yerin dibine geçilesi yazı

15 Mayıs 2014 Perşembe
 merhaba canım,

ben bu yazıyı egenin bir ilçesinden yerin bilmem kaç metre altından yazıyorum. bulunduğum konumun speloloji merakım ile hiç ilgisi yok. meslek icabı buradayım. hoş bizim işte her meslek erbabı biraz spelologdur zaten. vardiyam dolmak üzere yukarı çıkacağım az sonra. ancak şu an bitmiş vaziyetteyim. bitmiş derken yorgunluktan değil. karbonmonoksitten. muhtemelen bir kaç saat sonra bana ulaşan bir başka meslek erbabı da bunu doğrulayacak. raporuna karbonmonoksit zehirlenmesi diye yazacak ve ben hala karbonmonoksitin kimyasal gösterilişinin nasıl olduğunu düşünüyor olacağım. biliyor musunuz benim kimyam hiç iyi değildi lisede. ve gazlar vücutta bulunduğunda periyodik cetveli anlatmıyorlar. doktor bey'in işine karışmak gibi olmasın ama ben eve gidip haberleri izlemek istiyorum. belki benden bahsediyorlardır. ama yok sanmam, haberler benden pek bahsetmez. bu diyarlarda zuhur eden devlet büyüklerimizden bahsetmeyi daha çok sever onlar. bu sebeple ben haberleri seyretmeyi sevmem. onun yerine game of thrones'un izlemediğim bölümlerini seyrederim. ordaki katiller haberdeki katillerden daha onurlular en azından. neyse canım ben siyaseti ne severim ne de anlarım zaten. ben kaçırdığım bölümleri izlerken, oğlum gelir belki yanıma, baba der şimdi haberlerde gösterdiler insan madeni bulmuşlar hem de bizim burda. kazıyormuşsun insan çıkıyormuş. bi sürü bi sürü insan. biz de alalım baba der. sonra annesi girer belki arkasından odaya. gözyaşları içinde. ağlama be kadın diyemem, hep senin işgüzarlığın neden açıyorsun televizyonu. bizim meslek erbabının evinde televizyon mu açılır. bizim meslek erbabının evi her daim potansiyel cenaze evidir. çok sevdiğim uzun boylu bir adam televizyonlarda epeyce bir süre önce böyle demişti diyemem. oğluma bakarım bakarım, sonra ebuzeri düşünürüm. ebuzeri bir ben düşünürüm sanırım böyle zamanlarda. ben düşünürüm, benden gayrisi de pek bilmez. gayrisi osmanı bilir ömeri bilir aliyi de bilir ama ebuzeri bilmez. tabi ya derim kendi kendime, ebuzeri bilseler haberler beni gösterirdi, o boylu poslu, yiğit yedi cihan hünkarını dize getirmiş siyaset erbabını değil. sonra gözlerim o mahşer kalabalığı içinde yıllar önce göçmüş annanemi bulur, anane derim halifeleri saysana. sayar ebubekir, ömer, osman, ali... gördün mü buralarda derim. anlamaz. ebuzer derim. sen ebuzeri bilir misin anane. bilmez. gel anane derim televizyon bakalım. orda şimdilerin osmanını gösteriyorlar. açarız televizyonu ananemle, eski günlerdeki gibi, yalan rüzgarı açalım der açmayalım derim. ajansı izleyelim derim. bir adam çıkar, boylu poslu, ince bıyıklı, büyük usta. bu kim der. gülerim. çok sevdiğim bir adam derim. beni buraya gönderen, beni sana kavuşturan. onu o kadar çok seviyorum ki anane derim, bir market dolusu karbonmonoksitim olsa, hepsini ona veririm.
güler kadın, ne bilsin, yıllar önce ölmüş.

yeraltından notlar

14 Mayıs 2014 Çarşamba
ben gidince
arkamdan gözler yaş dökecek
ben konuşurken hep gülen gözler
duyduğuna inanmayacak kulaklar
duyduğuna inanacak bilenler
takvime bakacak insanlar
o kadar oldu mu ya
yaşlanmışız diyecekler
yaşlanacaklar
kendileri de
gözleri de
ben gidince

lonely ve lovely arasında sadece bir harf fark vardır

7 Mayıs 2014 Çarşamba
"ben içinde sen olduğun için sensizliği bile özlüyorum" yazıyor kitabın arka kapağında. yazarının adını nasıl telaffuz edeceğimi bilmiyorum. bu ucuz aşk kitaplarından fırlamış cümleyi alıntı yapmak editörün fikriydi bunu düşünüyorum. oysa elimdeki epeyce pahalı bir aşk kitabı, daha afili cümleler yazmalıydı ismini telaffuz edemediğim yazar. mesela desindi ki "ben içinde sen olduğun için sensizliği bile seviyorum". evet özlemek ucuz insan işidir, sevmek ederli insan işi. sonra eve gelip kendime bakıyorum aynada. en azından insan işi ikisi de diyorum. mutfağa gidip yemek koyuyorum tencereden. soğuk soğuk yemek üzere odaya geçiyorum. sadece yemek yerken açtığım televizyonu açıyorum. sadece yemek yerken izlediğim kanallardan birisini açıyorum. yeşil bir masanın üstünde renkli renkli toplar görüyorum. oyuncuların adlarını okuyorum. birisi yeterince beğendiğim, birisi epeyce beğendiğim oyunculara ait iki ismi görüyorum. on dakikadan kısa sürecek yemeğim süresince onları izleyeceğim için iyi hissediyorum. maçı yeterince beğendiğim önde götürüyor, yemeğim bitiyor. masanın üstünden tabağı sağ elimle ekmeği ise sol elimle alıyorum. masanın üstünde duran ekrana dönük kumandalardaki büyük kırmızı tuşlara basıyorum sağ elimin serçe parmağı ile. odadan çıkarken sol elimin yüzük parmağını kullanıp ışığı kapatıyorum. ışığı ne zaman açtığımı anımsamıyorum. ekmek ve boş tabağı mutfağa bırakıyorum. yatmak için odama geçiyorum. saatin epeyce geç olduğunu düşünüyorum. yatağın başında duran telefonuma bakıyorum. eve geç gelmiş olduğumu fark ediyorum. uyuyamayacağımı bile bile yatağıma yatıyorum. uyuyamıyorum. uyuyamamıyorken tekrar düşünüyorum özlemek de sevmek de en azından insan işi ikisi de diyorum. en son ne zaman bu işleri yaptığımı düşünmeye başlıyorum. bulamadan uykuya dalıyorum. sabah kendimle görüşmemek ümidiyle bu gecelik ayrılıyorum. ertesi sabah gene kendimi yatağımda buluyorum. ümidimi yitiriyorum.

azil

26 Nisan 2014 Cumartesi
yarın bir kitabı bitirmeyi düşünüyorum. nargile içerken bitirmeyi düşünüyorum. ancak iyi nargile yapan bir yere ihtiyacım var. okuma yazma bildiğimi yargılamayacak kimselerin olduğu iyi nargile yapan bir yer. mesafesi çok uzak olmamalı. yürüyerek gidebileyim yahut araçla da gidersem trafiğe  girmeyeyim. ancak neresi öyle bir yer bilemiyorum. çok yaşayınca aynı yerde, sabit bir yerim yoksa hepsi birbirinin aynısı. vay amına koyayım buralarda böyle bir yer mi vardı ya diyecek bir adresim yok.
selamlar, teşbih bir abartı sanatıdır. istanbulun bazı yerleri çok güzeldir.

az

24 Nisan 2014 Perşembe
yazamıyorum
susamıyorum

bekirin alternatif tiradı

14 Nisan 2014 Pazartesi

çok güzel bir yemek tarifi var elimde, içinde et var, ot var, sebze, baharat, herşeyi güzel, tadına bakana kadar ağızdan su akıtan cinsten, ne seversen var işte içinde. kıvamı çok güzel, görünümü çok güzel, sunumu on numara, yanındakiler bir o kadar güzel. tadına bakana kadar her şey. tadına bakınca olmamış, kim yapsa olmazmış öyle bir olmamışlık işte. limonun çekirdeğini ısırmak gibi, kulak kirinin tadına bakmak gibi.
çok güzel bir hayat tarifi var elimde, içinde ne seversen var, ne dilersen koymuşlar, yanındakiler güzel, sunumu güzel, görünümü çok güzel. yaşayana kadar herşey çok güzel. sonra yaşıyorsun bir olmamışlık var, hani kim yaşasa olmazmış o hayat.
sonra fark ediyorsun bir şeyler bozuyor yemeği varlığıyla değil ha, yokluğuyla. diyelim ki senin dilin yok. burnun yok. o yüzden yemek olmamış.
sonra fark ediyorsun bir şeyler bozuyor hayatı varlığıyla değil ha, yokluğuyla. diyelim ki senin ruhun yok, duygun yok, ya da hepi topu yaşayasın yok. ama yaşıyorsun işte naparsın elden ne gelir. turşunun limon suyuyla mı yoksa sirkeyle mi daha güzel olduğunu düşünebilirsin en fazla. sonra yaşarsın işte, elden ne gelir. nasıl ki o yemeği dökmezsin, kıyamazsın dökmeye. hayat da öyle işte kıyamazsın ölmeye.

only lovers left alive or adında daha çok kelime olan şiir

3 Nisan 2014 Perşembe
gündüzleri yaşar
geceleri uyur
tersine vampir

sizli bizli anlar

28 Mart 2014 Cuma
bugün bir edebiyat dergisinin ev sahipliğini yaptığı bir söyleşide, katılımcıların birisinden nasıl yazıyorsunuz diye bir soru aldım.
sorucuyla göz temasımı koparır koparmaz bir yudum su aldım, cevabımı vermek için bir kaç sonsuzluk anına ihtiyacım vardı ve tam bu esnada içimi antik bir hüzün kapladı. ne çok severdim onları. sonra geri döndüm göz temasıma ve parmaklarımla dedim. salonda gülüşmeler oldu, oturma odasında neler oldu duymadım. üç oda bir salon meskenlerde söyleşi yapmanın hoşluğu işte, diğer odalarda neler olduğunu asla bilemezsiniz. sorucum onunla dalga geçtiğimi sanıp biraz buruldu. göz temasım devam ediyordu. hatta göz temasım dik dik bakma haline evrilmeye başlamıştı ki, sorucumun göğüs dekoltesi beni kendime getirdi. açıklamaya başladım. parmaklarımla dedim. şu bilmemne şapelindeki meşhur resmi bilirsiniz dedim. hani şu ademin yaradılışı, cemal süreyaya da esin olan resim. iki kalp arasındaki en kısa yolu anlatan şiirindeki ilhamdan bahsediyorum. o parmaklar sizce bir ayrılış için mi öyle dedim yoksa bir birleşme çabasından mı? ben o resmi ve cemal abimin şiirindeki parmakları hep bir ayrılış olarak yorumlarım. yazmam da öyle benim. parmaklarımdan ayrılır içimden geçenler, o sebeple masöz ve yazıcı olarak hayatıma devam ediyorum. içimden geçenleri ne sesle, ne bir başka şeyle anlatabiliyorum. sadece parmaklarımla. parmaklarım kısa olduğu için ortaya bunlar çıkıyor, eğer parmaklarım daha uzun olsaydı inanın daha çok anlatırdım kendimi dedim. göğüs dekoltesinden anladığım kadarıyla güzel göğüsleri olan sorucumun yüzündeki burukluk gitmişti, sanırım onunla dalga geçmediğimi, ukalalık peşinde olmadığımı anlamıştı. teşekkür etti. teşekkür ederken gülümsedi. gülümserken gözlerinin de çok güzel olduğunu fark ettim. oysa epeyce bir süre gözlerine bakmıştım. o zaman anlamamıştım da gülümserken anlamıştım bunu. sonra boşverdim. ben zaten üzerinde itiniz ya da çekiniz yazan kapıların ne yöne açılacağını da denemeden anlayamazdım.

geçtiğimiz cumartesi günü bir güzel şarkı dinledim çokça kez.
bugün ise başka bir güzel şarkıyı dinledim çokça kez.
bu iki güzellik arasına, bir başka güzelliği sığdırmayı başarmıştım. ne olduğunu bulmak edebiyat tarihçilerine kalsın.

hamiş: göğüs ve göz arasındaki fonetik benzerliğe vücut bütünlüğü denir.

öldür allah sevmelere gidek

20 Mart 2014 Perşembe

ben de etten, kemikten ve bilimum organikten imal edildim. sen gibi. bir sığır gibi yaşadım, bu iş için yetiştirilmiş bir boğa gibi boğa güreşinde ölmeyi hak etmiyorum. hasta yatağımda acı içinde son nefesimi verdirecek kadar da acımasız bir tanrıya inanmadım. sen gibi. bir sığır gibi yaşadım. en azından başımı kesebilirsiniz.

ölümsüz çocuklar yahut çocuklar ölmesin

11 Mart 2014 Salı

oveliden çalınan stelyo sesi yahut alim duman diye de bilinir

10 Mart 2014 Pazartesi

siz bu güzel adamın güzelim sesinden güzelim şarkıyı güzelim dillerde dinlerken ben başka bir güzel adamın güzel şiirleriyle oynayıp içimi kıpırdatacağım

bekliyorum
öyle bir havada gel ki.
birlikte üşüyelim

sarhoş oldum da
seni hatırladım yine
sol elim
gel beraber ölelim

eskiler alıyorum
alıp yıldız yapıyorum
musiki ruhun gıdasıdır
geceleri kalkıp biraz atıştırıyorum

güzel kadınları severim
işçi kadınları da severim
direnişte yaralanan güzel işçi kadınlara
aşık oluyorum

yosun kokusu
ve bir tabak karides
soğuk bir biranın yanında

ben ki her akşam yatağımda
onu düşünüyorum
onu sevdiğim müddetçe
hayatta kalacağım

sevdiğim insanlara
kızabilirdim
eğer sevmek bana
küfretmeyi
öğretmeseydi

kırık taşlara bakıp
ışıklı bir asfalt düşünmek
acaba yalnız
amerikan filmi sevenlere mi mahsus

kuşçu amca
bizim kuşumuz da var
ağacımız da
iyisi mi sen onları yok edip
avm yap

sokakta giderken kendi kendime
gülümsediğimin farkına vardığım zaman
içten bir siktir çekiyorum

yollar ne kadar güzel olsa
gece ne kadar serin olsa
sevişmek o kadar terletir

inanma ceketim inanma
kuşların söylediklerine
benim mahremi esrarım sensin
narkotik şube bilmesin

alnımdaki bıçak yarası
senin yüzünden
tabakam senin yadigarın
bu sebeptendir cigarayı bırakışım

son söylem

4 Mart 2014 Salı
kardeşlerim dedim kürsüye çıkınca iki elimi açmıştım sanki milyonları kucaklıyordum. oysa yüzbinler vardı en fazla. ve altı sıfır atılınca birden eksik. kardeşlerim. bazılarınız benden önce gidecek, bense bazılarınızdan önce gideceğim. mesele zaman değil. dün bir film izledim, zaman insanın hareketleridir gibi bir laf geçiyordu. ve bunun üzerine uzun uzun düşündüm. inanın kardeşlerim. siz bu gökkubbe altında bir hiç değilsiniz, bu gökkubbe sizin üstünüzde pek çok sadece. oradaki herşey sizin için yok. siz ise onlar için. o yüzden yaşamaya değer ve gitmek senin ve benim meselemden ziyade; gitmek eyleminin varlık amacıdır.
size afili laflar etmeye gelmedim kardeşlerim, sizi yargılamaya, sizi yadırgamaya gelmedim. sizin bilmediklerinizi sizin yüzünüze vurmak için de burda değilim. ben hiçbir şeyi sizler için yapmadım. sizin hiçbir şeyi benim için yapmadığınız gibi. organizatör arkadaşları tenzih ediyorum. onlar bu meşe ağacından yapılmış kürsünün üstüne bir şişe pet su bırakmışlar.
kardeşlerim ben sadece sizin kendinizi hissetmenizi istedim. tüm hayatım boyunca bunun için uğraştım ve şu an sadece bir günlük bir hayatım olduğunu görüyorum. bu sebeple aranızda beni mesih ilan edecekler çarmıha gerecekler var. oysa onlar beni önce ölüleri dirilttiğim için sevecekler, hikayelerimi kulaktan kulağa birilerinden bir şeylerde kaçarken anlatacaklar. kardeşlerim sizin bencillikleriniz benim kibrimdir. sizin acizlikleriniz benim gücümdür. gittikçe sertleşen bu söylemiminde her cümlemde her nefesimde bana biraz daha öfkelenmeniz bundandır. ben sizi yargılamaya gelmeden, yargılayanım. ben sizi yadırgamaya gelmeden yadırgayanım. ben sizin acizliğinizdeki bencilliğim. ben sizin gücünüzdeki kibirim. o sebeple kardeşlerim sizler kendi hareketlerinizde küçük zaman dilimlerinizi yaşarken. ben sizlerin ve sizden sonrakilerin hareketlerindeki zaman dilimlerinde de yaşayacağım. o sebeple kardeşlerim lütfen durmayın. içinizden geleni yapın. öfkenizi bastırmayın. önce en güçlünüz beni bu kürsüden indirsin ve önünüze atsın. üzerimdeki onbinlerce dolarlık italyan takımını yırtın. hınçla öfkeyle parçalarcasına tekmeleyin beni. hepiniz buradan gittiğinizde öz annem bile tanıyamasın beni. ve ben sizin gücünüzdeki acizlikle var olmaya devam edeyim. ve olmayanların en hası olan babama gidip onları affet babacığım diyeyim, onlar ne yapacaklarını bilmiyorlardı. ve ben onları kışkırttım. artık onlar ne yaptıklarını bilmeyenlerden oldular.
benim kibrim bencilliğimden değildir. benim kibrim sizin gücünüzdendir.

agatha christie'nin kaldığı otelde ölmeyen adam mickiewicz

28 Şubat 2014 Cuma
"lütfen sözlerime dikkat ediniz, çünkü onlar çok yaralayıcı olabiliyorlar". bu veciz sözü ilk kez ağzında jilet çeviren bir sokak insanından duyduğunda içi parçalanmıştı diğer sokak insanının. çünkü o da kafa yapar belki diye sanayi sitesinin çöpünden bulduğu garip kokulu kimyasalı içmişti. içi parçalanmıştı. ertesi gün ikisinin de bedenini aynı yeşil alan üzerinde ölü bulmuş olmaları bundandı. o esnada ben kaçakçılık şubede çalışıyordum. aslında olay benlik değil. sadece çok sıkılmıştım. ve bölge sigara kaçakçılarının cirit attığı bir mıntıkadaydı. ekmek çıkar belki diye gittim ben de. çıkmadı. biraz trajedi vardı sadece. birazcık da baz yağ kokusu. sanayi sitelerinin kendine has tadı işte. gündüzleri emek yoğun geceleri fuhuş yoğun piyasalar işte. bir sigara yaktım cesetlere baktım. yanımdaki asayiş komserine vay amına koyayım ne duyduysa artık adamın içinin yağları erimiş dedim. ikimizde güldük. eğer ölümle çok haşır neşirseniz ölüm ciddiyetini yitiriyor. bunu mezarlıklar müdürlüğüne bağlı çalışan gassal bir abimizden duymuştum. adam haklıydı. bir de bu gassal abimize pamuk mevzusunu sormuştum. hakkaten tıkıyorlarmış. rakı masasında yapılcak muhabbet değildi belki ama gassal abimiz işine aşık bir istanbul beyfendisiydi. dolayısıyla onun ağzından çıkacak her söz çok değerliydi bizim için. komser arkadaşım hemen cıvıtma lan dedi, millet taşak geçiyoruz sanacak diye atarlandı. geçmiyor muyuz dedim. geçiyoruz dedi. aradığım huzuru bu ağzı yüzü kan içindeki ve vücudu parçalanmış cesetlerde de bulamamıştım. bindim arabaya şubeye geri döndüm. gazete falan okudum, darlandım. bir şeyler eksikti neyin eksik olduğunu bulamadım. akşam olsa da eve gitsem diye düşünürken anonsları dinledim birazcık. çıktım gittim sonra tekrar. eve gidip yattım. sabah kalktığımda kendimi devcileyin bir kelebek olarak bulmadım. bir küfür de kafkaya ettim. ve o hiçbir şey demedi.

aylardan bereket günlerden sen, koku? yok

8 Şubat 2014 Cumartesi
kaplan! kaplan! gecenin ormanında
ışıl ışıl yanan parlak yalaza,
hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
kurabildi o korkunç simetrini?

kimbilir kaç yazı, kaç kitap, kaç film başladı bu cümlelerle. kaç kişi ağladı eş zamanlı aynı sözleri okurken. ölümsüzlük ölümden geçer arkadaşım, yaz bunu bir yere. ve sancı geç saatlerde diye başlar altıkırkbeş kitapları. ve kadıköy bir filmden daha önce sevilmiştir. sokakları kaçamayanlarla dolu, körlerin ülkesi. sana yazılmamış tüm sözcükler bu gece senin olsun güzel kentin güzel kendi. kendi gibilerin kenti. kenti gibilerin kendi. aşk bir titreşimdir. unuttum. saç bir boyun bağıdır. senden bana gelen. boynum boynuna bağlıdır. bu kentte çok aşk var diyorlar. en güzeli de henüz başlamamış.
bilirim melankoli bana da sana da iyi gelir. şifacı aşkı en saf haliyle yaşayanlara denir. sonsuzluk ise sonla başlar. devam etmek için sonlanmak gerek. yol olmak için yollanmak. seni seviyorum bu en güzel ayın en güzel kentinde. gel içim seninle dolsun. içim içime sığmasın.

yanlışlıkla yayınlanan yazıntı - ya ya ya diye bilinir

29 Ocak 2014 Çarşamba
hatırlıyor musun ben senin öldüğün gece gelmiştim
radyoda serge gainsbourg çalıyordu
tüm izmirliler radyoya o zamanlar kabak kemane diyordu
şimdi ise sadece chevrolet sahibi taksiciler böyle diyor
geçerken uğramıştım hani
sen ölmüşsün ben bilmiyordum
kapıyı çalmıştım kimse açmamıştı
hadi senin sebebin var
ya diğerleri?
geçerken uğramıştım
hüsrana uğramıştım

sanırım onlara gideceğim

19 Ocak 2014 Pazar
bana dünya çarptı, aklım başımda değil. aman tanrım aklım başımda değilse nerede. söyleyin dostlar, şairler, yazanlar, kızlar, kızanlar, aklım nerede. hanginiz aldı aklımı. gözlerimi kapatacağım, onbire kadar sayacağım. haydi kimdeyse getirip masaya bıraksın. söz hiç kızmayacağım sizlere. ne mümkün zaten sizlere kızmak. bir iki üç dört beş altı yedi sekiz dokuz on onbir...biliyordum getireceğinizi. sizleri çok seviyorum. teneffüs saatlerini de. durun şunu başıma takayım. ama utanıyorum. arkanızı dönün görmesin kimse. arkanızı dönün onüçe kadar sayın. hadi şimdi. bir iki üç dört beş altı yedi sekiz dokuz on onbir oniki onüç. hah aklım takıldı. söylediklerinize aklım takıldı. bir yanlışlık yaptım demedin ama. nasıl oldu aklım. eskisi gibi. ne çok şey geçiyor içinden. şehir gibi, boğaz gibi. ne çok bakış var içinde ne çok yüz ne çok insan. ah şurdaki galata kulesinin ordaki şarapevi. sloganı neydi herkesin oğlu asker olur ama çerkesin yaptığı peynir olamaz. seviyorum bu dizeleri. ünlü ressam, şair ve fenni sünetçi leonard cohen'in bir peynir güzellemesi adlı şiirinden. nerden kalmış aklımda bu bilgi. hah sen de.. sanki başka yerde kalmış olabilirmiş soruyorum bir de. konuştu bal kabağı. hani şu kahramanlık destanlarına konu olan bal kabağı. yunus peygamberi yutup sonrasında motorlu taşıtlar vergisinin ikinci taksidini ödemeye giden bal kabağı. ne kadar da çok severdim o hikayeyi. rahmetli dedem anlatırdı o derinden gelen sesiyle. marijuana tüttürüp, mariana çukuruna tüpsüz dalan rahmetli dedem. biliyorum şimdi bizi izliyor. ancak artık zap yapma vakti geldi dedeciğim. ve sen bizi bırakıp gittiğinden beri annem biraz daha babasız. bu yüzden sana çok kızgın. fakat söyleyemiyor. annemin söyleyemediği o kadar çok şey var ki sizler, mesela play station diyemiyor. ancak ayetel kürsiyi okuyabiliyor. neyse aklımı vermiş olmanız sizlerle aile sırlarımızı paylaşacağım anlamına gelmiyor. ne demiş dünyaca ünlü beyin cerrahımız bütün mutlu aileler birbirine benzer...

sevgiliyle yapılacak beş şeyler listesi - sırasıyla yemek eğlence din siyaset sanat temalı

16 Ocak 2014 Perşembe
(burada bir şarkı olmalıydı)

seninle kanlıca sahilinde yoğurt yiyelim
sütlüce sahilinde dalak

kelime oyunları yapalım
tabuları yıkalım

aynı secdeye baş koyalım
islam devrimi yapalım

ölmüşleri analım
merkez sağ partilere oy verelim

birkaç bin tane film izleyelim
yarılarında uyuyalım

sonlara doğru cinselliğe yönelen diyalog yazısı

6 Ocak 2014 Pazartesi

bir arkadaşımla otururken karma is a bitch dedim. çağırsana dedi. kafamı sola çevirip öylesine bakmak istedim. ahraz olmak istedim o an. sakın sanılmasın onu küçümsediğimden. onu hakir gördüğümden. son zamanlarda okuduğum bir kitabın adı ahraz olduğundan. ahrazlığın paraşüt sporuna en uygun engel olmasından. ahraz ahraz rüzgarın sesini duymadan sadece hissederek süzülmenin insanı kuş yapacağından emin olmamdan. kafamı sola çevirip taşak mı geçiyon adam mı seçiyon sığlığında baktım. tümden yitmiştim. ahraz değildim, ancak başka sağlık sorunlarım vardı. kocaman bir yara peyda olmuştu yüzümde. arkadaşıma baktıktan sonra yarama dokundum. ufak bir sızı sadece o kadar. bir polisiye kitapta okuduğum yaralarımız güçlerimizdir deyişini bile hatırlamadım. iyice yitmiştim. tüm esrarengiz tutum birden ilkel insan formuna dönüşmüştü. yaran varsa canın yanar, edebiyat yapmazsın. açken sen sen değilsin. belki avda hayatta kalmaya çalışmazsın ama gta oynarken hayatta kalma içgüdün devam eder. cinsel açlık çekiyorsan karma is a bitch dediğinde birisi çağırsana dersin. oysa bana bunu öğretmemişlerdi. bana sadece temel ihtiyaçlarımı öğretip sonrasını maarif müfredatına bırakmışlardı. ve ben porno dergileri ne maarif okullarından ne de ebeveynlerimden öğrenmiştim. örnek kelimesi benim için sadece dantel, patik ve elişi yapımında kullanılan bir sözcüktü. bir örnek vermek gerekirse: aysel yeni bir örnek gösterdi çok zormuş. ve aynı cümleyi kullanan teyzenin elişinden kastının handjob olmadığını yine aynı öğretilmeyen yerlerden öğrenmiştim.

kafamı sola çevirip arkadaşıma baktım. karma is a bitch demişti. çağırsana dedim.

yaş problemleri ve inanç sistemleri üzerine bir aşk hikayesi

1 Ocak 2014 Çarşamba

merhaba canım, ben okazyona,tinere ve compay segundoya inanan biriyim. schrödinger'in kedisini anlatırken "çok tatlı yaaa" diyen bir sevgilim var. benden beş yaş küçük. annemden ise otuzyedi yaş. annem benden otuziki yaş büyük. babamdan ise resmi kayıtlara göre iki yaş büyük. abim ve benim yaşlarımız toplamı her sene değişiyor. aramızdaki yaş farkı hiç değişmiyor. taraflardan birisi ölene kadar da bu durum bu şekilde devam edecek. taraflardan ikisinin aynı anda ölümü halinde hayat müsabakası eşitlikle neticelenmiş olacak. bunları annemden otuzyediyaş küçük sevgilime anlattığımda "aşkım, annenle ne zaman tanıştıracaksın beni" dedi. zamanı geldiğinde deyip schrödinger'den bahsetmeye devam ettim. yaptığım ince espriyi o dahil ortamdaki hiç kimse anlamadı ve gülmedi. sonra kalktık bir mağazanın önünden geçerken kısa bir süre duraksadık. o arada vitrin camında kendimle gözgöze geldim, sol elim vücudumun az ilerisindeydi. omzum ve kolum arasındaki mesafenin açı değeri yaklaşık otuzyedi derece olması, sevgilimin elimi bırakmadan vitrine doğru bir adım atmasındandı. kendime bir göz kırptım ve iyi göründüğümü düşündüm. iyi görünüyordum derken fiziksel bir görüntüden bahsetmiyorum. hayatım iyi görünüyordu. vitrin camından yansıyan hayatım iyi görünüyordu. vitrin camına yansıyan hayatım ise aslında hiç iyi değildi. mutluluk ve mutsuzluk arasında süregelen bir savaş yoktu. o an bunu anladım, tek şey serotonin ve gece görülen rüyalarla ilgiliydi. eğer öyle olmasaydı hepimiz bir gün uyanmaktan vazgeçerdik. inanın bana bunu yapardık. okazyona, tinere ve compay segundoya inandığınız gibi inanın.