bir yol öyküsü

18 Mayıs 2015 Pazartesi
bileğimdeki saatli bombaya baktım. üçü çeyrek geçmesini umarak. yine bilememiştim. geriye doğru sayıyordu. oysa ben elimde bir saatli bomba ile şimdiyi merak ediyor ve gelecek hayalleri kuruyordum. on:on, on:dokuz; on:sekiz... saatli bombanın kayışı bileğimi sıkmıştı biraz gevşettim. aklımın ucundan dahi geçmedi çıkarıp masanın üstüne koymak. böylelikle bir kol saatli bombasını, masa saatli bombasına çevirebilirdim. hayatım boyunca bir çok şeyi akıl edemedim. bu da onlardan sadece bir tanesi oldu. masaya koyup, banyoya girebilirdim. üzerinde water resist yazmayan bir saatli bomba ile banyoya girmek ölümcül bir hata olurdu. arıza durumunda teknik servis kullanıcı hatası olduğu gerekçesi ile garanti kapsamına almazdı ve ya arıza durumunda daha erken patlayabilirdi. daha önce hiç saatli bombam olmamıştı. satan adam bunun bana çok yakıştığını ve takım elbise ile de müthiş duracağını söylemişti. tüketim kafası işte, suya dayanıklı olan bir modeli neden tercih etmemiştim ki. kolumdaki saatli bomba ile mutfağa geçtim şarabı aldım. blush şarap almak her zaman riskliydi benim için. nadiren sever çokça kez pişman olurdum. bugüne kadar pişman olduğum onlarca şey yapmıştım. bu da onlardan birisi olabilirdi. mutfağa gittim, tirbüşonu buldum çekmeceden şarabı aldım şişeyi açtım ben banyo yapana kadar dinlenirdi. yedi:onbir; yedi:on; yedi:dokuz... odaya geçtim tekrar gömleğimi çıkardım. pantolonumu ve baksırımı çıkardım sırasıyla, saatli bombama baktım hep yanlıştı zaman geriye mi akar. sinirlendim saatli bombamı duvara fırlattım. evet düşündüğünüz gibi duvar saatli bombası da olmadı. satıcı adam bunu da söylememişti. duvara çarpıp düştü. zamanı geriye akıtmak dışında tüm bilinen fizik kurallarına uygundu saatli bombam. neden böyle bir şey yapmıştım. ben asla bir şeye sinirlenip onu duvara fırlatan insanlardan olmamıştım. üstünde çok durmadım. askıdaki bornozu aldım. banyoya gittim. şofbeni açtım, suyun ısınmasını bekledim yarım dakika kadar. saat kaçtı acaba. ısınan suyun altına girdim, şampuanı aldım her zamanki yerinden ve her zamanki kadar avcuma sıktım. sonra saçlarımı ovalamaya başladım. su sıcak ılık üstüme geliyordu, ellerim kafamdaydı. saçlarımı duruladım. sonra banyo lifini aldım her zamanki yerinden, ve vücut şampuanını. beklenen banyo ritüelini yaptım. şampuanı life sıkma eylemi. vücudumu ovalamaya başladım her zamanki sırayla yukardan aşağıya doğru. o esnada içerden bir gürültü geldi. patlama sesi. banyodaydım, patlamanın etkisiyle elektriklere bir şey oldu. köpüklü olarak kalakaldım, bornozu o halde giydim. evde yangın başlamıştı. o halde evi terkettim. konu komşuya ayıp olacaktı. ev sahibi umarım evi bu durumlar için sigortalatmıştı.

tanrı simülasyonu

14 Mayıs 2015 Perşembe
bu yazıyı daha önce yazmıştım burada. bugün bir arkadaşla konuşurken aklıma geldi. üzerine biraz konuştuk. senaryoyu biraz değiştirdik. ancak tekrar eski haliyle, olmamış haliyle yayınlamak istedim.

yaratılacak bir tür hayal etmenizi rica ediyorum. karbon bazlı yahut bilmem ne bazlı bir tür. konuşuyor, düşünüyor, bazen düşünmeden konuşuyor, duygulanıyor, bilinç sahibi, iç güdüsel olarak değil iradesiyle kararlar alıyor, aletler yapabiliyor falan filan. bu türün bir kontenjanı var yaşayacakları yerde. sayısı kaç olsun? bin olsun diyelim. beşyüz dişi beşyüz erkek olacaklar. biyolojik özellikleri hepinizin bildiği başka bir türün aynısı olsun. hani şu dünyada yaşayan. hayatı devam edebilecekleri ortam da aynı olsun hatta. bunları hep daha basit olsun ütopyamız diye yapıyorum. bu türe tanrı bir seçenek sunuyor belli bir olgunluğa erişince. diyor ki: ya ölümsüz olacaksınız ya da üreyebileceksiniz. ikisinden de dönüş yok ve ne seçtiğinizi sizden ve benden başka kimse bilmeyecek. kimin ne seçtiğini de bilemeyeceksiniz böylece. bu sırrı koruma altına alabilecek güçteyim. ölümsüzlüğü seçerseniz hiç bir koşulda ölmeyeceksiniz ancak üreyemeyeceksiniz hiç bir şekilde. üremeyi seçerseniz ürediğiniz anda öleceksiniz. doğum kontrolünde serbestsiniz ancak hile yapamayacaksınız ve bir erkek aynı anda iki kadını hamile bırakamayacak. ve eğer üremeyi seçerseniz bir gün mutlaka üreyebileceğiniz uygun ortam sağlanacak -tabi bu mümkünse, sadece tanrı bilir-; üremek için bir kadın bir erkek gerekeceğinden doğacak çocuklar ikiz olacak birisi kız birisi erkek. ve siz öleceksiniz yerinize onlar geçecek. böylece nüfus asla değişmeyecek belli bir yaşa gelince onlar da aynı seçimi yapacaklar korkmayın. hepiniz eşitsiniz aynı yaşta görünüyorsunuz hepiniz güzelsiniz hepiniz güçlü hepiniz tıkır tıkır işleyen organizmalarsınız hiç bir kusur, arıza, defo yok. seçiminizin bağlayıcılığı dışında tamamiyle özgürsünüz kararlarınızda. içgüdüsel tek şey var; kimseye söylemeden seçiminize uygun hareket etme güdüsü. ve şimdi senaryoları düşünmeye başlayın, herkesin ölümsüzlüğü seçtiği ya da sadece bir kişinin üremeyi seçtiği senaryoları. belki de tüm kadınlar ölümsüzlüğü seçmiştir ve tüm erkekler üremeyi. ya da tam tersi bir cinsin ötekisinin seçimini mahvettiği. ya da sadece bir kadın ve bir erkeğin üremeyi seçtiği. o kadar ölümsüz arasından doğru kişiyi bulmak gerekecek. sonra kendinizi düşünün siz bu türden olsaydınız hangisini seçerdiniz size sorulduğunda.

hayat veren mi, hayatta kalan mı?

paranormal şeyler

13 Mayıs 2015 Çarşamba
anlık bir şeydi. ses gitti, ışık söndü, muazzam bir boşluk. uzay böyle bir şey mi anne diye sordu bir çocuk. çocukla birlikte ses geldi, ışık da geldi. bize, o esnada bulunan herkese, bahşedilmiş o hiçbirimizin ne olduğunu anlamadığı büyük sır bir çocuğun tek bir sorusuyla sonlandı. ben de herkes gibi o anlık muhteşem hissiyatın şokunda olduğumuz halde çocuğa kızmaktan alıkoyamıyordum kendimi. bir çocuk hayatımın en mucizevi deneyimlerinden birisini mahvetmişti. neden olduğunu, nasıl olduğunu anlamak için geri geri gittik. fakat o anlık şeyi tekrar edemedik. birbirini tanımayan onca insanın yaşadığı ve tekrar yaşamak için pek çok şeyi feda edeceğinden emindim. hepimiz emindik. elimizdekini çalan çocuk da bunu yıllar sonra fark edecekti. öyle bir anımız tekrar olmadı, olmayacaktı. belki ölüm böyleydi. onu da ölmeden bilemezdik.

bir at yazısı

1 Mayıs 2015 Cuma
yaşar kemal'in ölümünün üstünden bir kaç sıcak ay geçmişken, demirciler çarşısı cinayetinin akıllara kazınan girişini bir kere daha bu kez bir at için anmak gerekti. bu defa o güzel atlardan birisi gitti.
bilenler bilir atlara her daim bir sempatim bir bağlılığım olmuştur. blogda da bir kaç yazım vardır sevdiğim atlara, giden atlara dair. belki çocuk sayılacak yaşlarda abimin ergenlik hevesi olan atlarla haşır neşir olduğumdan belki de kendi ergenlik dönemimde her sabah okula giderken şirinyer hipodromunun önünden geçen bir dolmuşta, hipodromun karşısında enhoşlar dedikleri yerde bulunan ahırlarda atları gördüğüm içindir bu sempati. bugün benim çocukluğuma, bir kısmın ilk gençliğine bir kısmın ise delikanlılık çağına dair nostaljik ve unutulmaz bir hatıra öldü. bold pilot öldü. en dış kulvardan bold pilot geldi ve bugün öldü. o güzel siyah at, koşmayı bırakalı çok olsa da hala daha sararmış da olsa bir sürü ganyan bayinin duvarını süsleyen, o güzel safkan öldü. hala anlamadıysanız şöyle söyleyeyim sayın ki müzeyyen senar öldü, yaşar kemal öldü, müslüm gürses öldü, michael schumacher öldü, michael jordan öldü, zinedine zidane öldü, süleyman seba öldü, sadri alışık öldü, şener şen öldü,aşık mahsuni şerif öldü... bu isimlerden sadece birisini duymak bile sizin için bir şey demekse, bold pilot öldü demek de o demek. elbette bir gidişin ardından bir devir daha sona erdi demek yapmacık ve abartılmış bir söylem, fakat bu gidiş bir devri kapatmadıysa da bir çok hatırayı buruk hale getirdi. artık rakı masalarında bold pilot mı johny guitar mı sorusuna ya siktirin gidin grand ekinoks ikisinden de iyi tay onların döneminde koşsa ikisini de tokatlardı diyen adama alaycı alaycı atılacak bakışlar yerini bir burukluğa bırakacak. bana tarafımı soracak olursanız kim ikibindörtyüz metre çimde bold pilotun kırdığı rekoru bugünün teknolojisi ile en az beş saniye geliştirir o at öldüğünde en az bold pilot kadar üzülürüm. daha yazabileceğim o kadar çok şey var ki bu konuda. bold pilot, diğer efsane atlar, tjk tvnin padok gösterirken çaldığı enfes müzikler, hipodromların o beklenmedik huzuru, ganyan bayilerinin o sikindirik atmosferinde dönen diyaloglar, teyzesinin adını bilmeyip sevdiği atın pedigrisini altı nesle kadar bilen sigara içmekten bıyıkları sararmış amca, at yarışları atlara eziyet yaa muhabetlerini...
emeğini satan herkesin günü kutlu olsun. sizleri zerafetin efendisinin o tarihi zaferini bir kez daha izlemeye davet ediyorum.