derleniş

11 Şubat 2009 Çarşamba
insan ki
çirkine ilgisini yitirdiği anda güzeli de kaybedecek
olandır

12 yorum:

ugur parildak dedi ki...

hmm yalan bu!

la petite mort dedi ki...

hodri meydan!

El Nord dedi ki...

la petite mort, sana katılıyorum. insan zihni zıtlıklar olmaksızın dünyayı algılayamaz, anlamlandıramaz. bu herşey için geçerli değil elbette. masayı anlamak için şekere ihtiyacımız yok mesela. ama ahlak ve estetik gibi subjektif meseleler sözkonusu olduğu zaman kaçınılmaz bir durum. nasıl ki siyah olmaksızın beyaz, kötü olmaksızın iyi olamaz ise, çirkin olmadan da güzel olamaz.
çirkinin ne olduğu açıklığa kavuşmadan güzeli bilemeyiz, bunlar objektif bir gerçekliğe değil, subjektif (ya da ve daha doğrusu intersubjektif) gerçekliğe sahip şeyler. yani gerçeklikleri sürekli bir şekilde toplumsal olarak inşa edilen, edilmesi gereken şeyler. inşa süreci de kategorizasyonlar yapmayı, yani zıtlıklar gerektiriyor....gibi geliyor bana.

ş dedi ki...

Fikrimce her birey öncelikle çirkinlik ve güzellik mefhumunu kendi içinde oluşturmalıdır. Güzel olsa da, çirkin olsa da elindekilerin kıymetini kaybetmeden bilmeyi denemelidir.. önce kendime söylüyorum bunu.

Çirkinim ben mesela..

El Nord dedi ki...

güzellik-çirkinlik kişisel bir mevzu olarak kalamaz. estetik olmaksızın medeniyetten bahsedemeyiz. insan en güzeli ortaya koymak için mücadele verir, vermelidir. bunu her anlamda söylüyorum. mesela İstanbul'da çok sayıda çirkin ev var. keşke daha güzel binalar ve içinde çok daha erdemli insanlar olsaydı.

güzellik-çirkinlik birşeye ya da bir insana ne kadar değer vermemiz gerektiğini belirlemez, belirlememeli. aynı zamanda iyi ve kötü insan vardır. ve insanın güzelliği-çirkinliği iyi ya da kötü olmasını belirleyemez. yavrusu çirkin olsa da bir anne için yavrusu kıymetlidir.

kendisinin güzel olduğunu düşünmeyen hiçkimse - özellikle bir kadın - kendine bu kadar açık ve net bir şekilde çirkin diyemez. bunu söyleyebilmek belli bir özgüveni de barındrır içinde. eğer çirkinlikten kastedilen ruhi bir durumsa, bu da kendine duyduğun bir kızgınlığın ifadesi olabilir. ya da kendinle barışık olduğunun bir yansıması.

ve son olarak da, günümüzde insanın değeri dış görünüşüne endeksli hale geldi. belki bu her zaman böyleydi ama daha bir aşırı duruma savruldu son zamanşarda. güzel ve çirkin insandan önce ve daha da önemlisi iyi ya da kötü insan vardır. güzellik ve çirkinlik bizim seçimimizde olan birşey değil, doğuştan bize bahşedilen birşey. ama iyi ya da kötü olmak bizim kendi başımıza mücadele vererek başardığımız bir durum. haliyle iyi olmak daha övülesi birşey, bir erdem.

yine de insan güzelliği ve çirkinliğiyle, iyiliği ve kötülüğüyle...yani kendisiyle barışık olmalı. neye kıymet vereceğini, vermesi gerektiğini aklından çıkarmamalı.

(kötülüğün böylesine estetize edildiği bir dönemde bay doğruyu oynamak sıkıcı olsa ve birçok zaman aksine davransam da...sağduyum bu şekilde söylüyor)

la petite mort dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
ş dedi ki...

Beauty and the Beast'i düşünüyorum.. o aslan görünümlü Satir'imsi yaratık gözümün önüne geliyor tam şimdi.. ve sevgili 'güzelimiz'in 'çirkin'e olan saf aşkının onu nasıl bir 'prens!'e çevirdiği..

çıkarımlar:

-cinsiyetimden midir bilmiyorum ama seviyorum peri masallarını.

-güzel kötü de olsa, bu devirde prim yapar mı?

-çirkin en iyi olsa, iç güzelliği yüzüne yansıdığı için güzel görünür mü?

- ben güzel olmaya çalışıp ve bir de başardığını sanan sunilere güzel der miyim?

- ben çirkinim! demek,
ben güzelim! demekten daha gerçekçi değil midir?

- kendini sevmeyen insan, başkasını sevemez'e inanmak sakıncalı mı?

- insanların zamanla(yaşlandıkça - yıllandıkça) güzellik/çirkinlik mehfumları değişir mi? güzel çirkinin yanında kala kala küflenir mi?

- bütün bunların iki satırlık bir yazıntının altında belki alakasız olarak yorumlanmasının yazarı rahatsız etme ihtimalinin farkında olsam bile,beni düşünmeye
sevk eden(ler)e saygılarımla..

El Nord dedi ki...

Bir cevap vermek gerekirse:

-cinsiyetimden midir bilmiyorum ama seviyorum peri masallarını.

Cinsiyetle alakası var mı bilmiyorum. Vardır herhalde. Kadınlar daha ince düşünür, dünyayı olduğu gibi kabul etmek yerine, olması gerektiği gibi hayal ederler, değiştirmek isterler. İdealist, romantik, devrimci...dir kadınlar. Masalları sevmelerinde bunun bir etkisi vardır sanırım. Masallarda iyi-kötü ayrımı nettir. Masallarda hep iyiler kazanır, mucize olur. Saflık (cocuksu), insanın en saf ve ulvi tarafı ışıldar. Hayatta saflığı ve iyiliğin kazanmasını arzulayan insanların (kadın erkek) masalları sevmesi gayet doğaldır. Hayatı olduğu gibi kabul etmeyen, edemeyen insanlar masalları daha bir sever. Orda gerçek diye addediğimiz birçok şey bir sihirli çubukla bir anda değişir. Romantik-idealist insanlar, samimiyete önem veren insanlar, çocuk kalmayı başarabilmiş insanlar masalları sever.

-güzel kötü de olsa, bu devirde prim yapar mı?

Yapar elbette. Populer kültür bu tiplerin başarı hikayeleriyle dolu. Ama bir yere kadar. Ateş gibi parıltısı, alevleri söndüğünde yokolur kötü-çirkinler. Geriye kala kala kapkara külleri, kötü anıları kalır. Kalabilirse tabi..Yine de dünyanın bir adaletinin olmadığını hatırlatmak isterim. Kötüler de kazanır burada, hayat bildik bir masal değil maalesef.

-çirkin en iyi olsa, iç güzelliği yüzüne yansıdığı için güzel görünür mü?

Belki de. İçi iyi-güzel olanın yüzüne yansır güzelliği denir. Bu yargıyı genişletelim. Güzelliğin 3 boyutu var bence. Bir, yüz ve vücud hatları. Bu verili birşey ve tamamıyla matematiksel bir durum, simetri ve orantı meselesi (belki bir nebze spor, ameliyat vs. ile düzeltiledilebilir). iki, bakışı. Üç, vücudunu taşıyışı. Bakış ve vücudü taşıyışı insanın içinin iyiliğinin-güzelliğinin dışına yansıdığı noktalar bence. İç güzellik ile dış güzelliğin çakıştığı noktalar. Bakışlarda derinlik, masumiyet, sıcaklık ve saflık, vücudu taşıyışta ise tevazu ve asalet görülür içi güzellerde. İçi-kötüler kalbe değil, ancak libidoya hitap ederler, edebilirler, her boyutuyla.

- ben güzel olmaya çalışıp ve bir de başardığını sanan sunilere güzel der miyim?

Suni bir güzellik mümkün değil. Nereye kadar rol yapabilir bir insan?

- ben çirkinim! demek,
ben güzelim! demekten daha gerçekçi değil midir?

Bence değil. Olumsuzluk belirten her yargı gerçekçi olacak diye bir kaide yok. Belki 'ben çirkinim' demek daha çarpıcıdır. İnsan kendi hakkında olumsuz konuşmaz. O yüzden daha inandırıcı gözükebilir. Kimin söylediğinin de önemli olduğunu hesaba katmalıyız tabiki. Yine de güzellik dışında 'başka' bir hoşnutsuzluğu yansıtmaktan öte bir anlamı yok benim nazarımda. Mesela hayata duyulan küskünlüğün. Geçici, anlık bir durum..

- kendini sevmeyen insan, başkasını sevemez'e inanmak sakıncalı mı?

Hayır değil. Ama bazen biri çıkar insana kendini de sevdirir. Süreç terse de işleyebilir. Aşk insanı güzelleştirir, insana kendi güzelliğini gösterir, farklı ve renkli bir pencere açar. O pencereden en kirli yüzler ve sokaklar ve herşey...çok saf ve güzel gözükür. Kendinde dahil. (Burada John Lennon'un 'Love' adlı şarkısı tavsiye olunur).

- insanların zamanla(yaşlandıkça - yıllandıkça) güzellik/çirkinlik mehfumları değişir mi? güzel çirkinin yanında kala kala küflenir mi?

İnsan yaşlandıkça daha kalıcı olana yönelir. Belki güzelik/çirkinlik mefhumu bundan etkilenebilir. Malum vücud bozulur, ama bakışlar ve vücudu taşıyış kalıcıdır. Aynen ilk günde olduğu gibi.

Belki de güzel çirkini değiştirir. (Burada aklıma Alpler'in Heidisi geliyor) İnsan umudunu yitirmemeli, 'umutsuzluk en büyük günahtır!'

ş dedi ki...

"İdealist, romantik, devrimci...dir kadınlar."

"Ama bazen biri çıkar insana kendini de sevdirir."

"Bu verili birşey ve tamamıyla matematiksel bir durum, simetri ve orantı meselesi (belki bir nebze spor, ameliyat vs. ile düzeltiledilebilir)." (:

"Malum vücud bozulur, ama bakışlar ve vücudu taşıyış kalıcıdır."

"'umutsuzluk en büyük günahtır!'"


Ben, güzelleştim. :tebessüm)

"hayata duyulan küskünlük"
Şöyle düşünüyorum, insanın hayata küsme lüksü olmamalı.. haddi olmamalı..insan şahıslara, olaylara ve durumlara küsebilir, kırılabilir.. her küskünlüğünü nihayetinde hayata,insanlara, hayvanlara, nebatata bağlamak ve işin içinden "depresyondayım!" modunda sıyrılmak ne kadar yaygın.

Hayat'ı avuçlarıma saklamak istiyorum bazen..kimse küsmesin diye.

El Nord dedi ki...

"Hayat'ı avuçlarıma saklamak istiyorum bazen..kimse küsmesin diye." Ne kadar da yakın, tanıdık bir cümle. Eskiden daha da yakındı, ama zamanla insan hayata ve herşeye daha mesafeli ve acımasız oluyor. Belki de olmak zorunda bırakılıyoruz. Ama tamamıyla geçip gitmiş bir duygu değil bende de. Gecenin bir yarısı yağmurda ve soğukta kalmış bir çocuk, küçük bir köpek yavrusu ya da dalları kırılmış bir ağaç için ızdırap çekebiliyorum. Hissediyorum bunu, ve de hala insan olabildiğimi. Sonra neden sadece ızdırap çekmekle yetindiğimi soruyorum kendi kendime, birşey yapmadığım için kendimi suçlamaya başlıyorum. Unutuyorum, unutturuyorum kendime, unutarak yaşıyoruz, yaşayabiliyoruz. Aşk-sevgi teoride kalmamalı, aşk-sevgi pratikte göstermeli kendini. Birşey yapmalıyız, küçük ve önemsiz gözükse de birşey yapmalıyız her anda, her adımda..

ş dedi ki...

bütün bu yazintilar da yapılmış bir şey aslında.. (belki) hiç bilmediğin, görmediğin; gitmeyeceğin, bilmeyeceğin bir yerlerde bir yabancı bu kelimeleri okuyup gülümseyebilir, ağlayabilir, yaşama tutunabilir, yaşamdan elini çekebilir..
'resmen beni anlatmış' diyebilir.. bu yüzden 'nedensiz' yazılmış gibi görünen bu blogun yazılarını ve bazı diğerlerini okumak iyi geliyor.. şeklinden-şemalinden bihaber, başka bir insanın ruhuna dalmak haz verici.. önyargısız-kuralsız-kimliksiz-safi yazılmış yazılardan ayırmayı seviyorum klişe blogları.. bu yüzden
kelimeler her zaman kelamdan daha kıymetli benim için.

El Nord dedi ki...

dünyayı kurtarmak ile kayıtısız kalmanın ötesinde bir yerde durmak makul geliyor bana. uçuk bir romantizm ile bencil bir nihilizmin ötesinde bir yerde durmak...küçük de olsa birşey yapmak gerekli. belki yazmak da birşey. birini görmek, aynı yerde bulunmak elbette gerekmiyor. hepimizin elinde bir ip var, yazarak ipimizi salıyoruz ortalığa...tek tek ayrıştığımız bu zaman ve mekanda birilerini duymak ve birileri tarafından duyulmak istiyoruz. hiç tanımasak bile birileriyle bir 'birlikte olma hissi' yaşamak, yalnızlığımızı paylaşmak arzusu belki de. insan somut ya da sanal, 'sevgi bağları'yla hayata tutunuyor..