kendisine gelen hediyeyi açan adamın hikayesi

16 Şubat 2009 Pazartesi
zil çaldı
adam heyecanla kapıyı açtı
uzun süredir bu anı bekliyordu
hediyesini gördüğünde gözleri parladı
çok güzel bir kadına bakar gibi
muhteşem bir hediye paketine sarılmıştı
içeri aldı hediyesini
hemen mi açmalıyım acaba dedi kendi kendine
neden olmasın diye düşündü mutfağa koştu
büyük keskin bir bıçak aldı
hediyesinin yanına gitti
keskin bıçağa baktı adam
keskin bıçağa baktı hediye
adam paketin şah damarına doğru savurdu bıçağı
oluk oluk kan akıyordu hediyeden
kollarını açtı adam
kan içindeydi elleri
kan içindeydi yer
teşekkürler tanrım dedi
bana verdiğin hediye için

paketi bulduklarında üzerinde kan ile yazıyordu
"küllü nefsin zaikatül mevt"

6 yorum:

BaleYBeleN dedi ki...

nefis mi? yoksa can mı?
bunlar bir bütün mü? yoksa tekil mi?

seçmek hakkı verilse..
ımmm,, Can derim..
zaten bir emanet, yakışmıyor bana..
...
peki nezaman çalacak zil?
ben çok yoruldum...

(yazıyı bulandırdım, pişmanım.. affınıza..)

(geçerken uğradım..)

El Nord dedi ki...

hayat zor, hayat ağır bilinçli bir varlık için.

hayat bir seçim. hatırlamasak da, bir kez seçmiş bulunduk.

yaptığımız seçimin sorumluluğunu almak, ardında durmak zorundayız.

ve birgün zil çalacak ve terki diyar eyleyeceğiz. ama sadece terki diyar..

kapıdan gizlice kafayı uzatıp kendi zilimizi çalmak mümkün. ama karşıda ve heryerde gizsiz güvenlik kamerası var!

zilin çalmasını hızlandırmak da mümkün. bolca sigara içmek, FB maçlarına gitmek, İstanbul'da trafiğe çıkmak, doktora yapmak, vs vs...iyi gelir :)

ş dedi ki...

sigaraya mı başlasam.. hım... hımm..

El Nord dedi ki...

sigara içmek bir yol elbette. ama kötü tarafı, etkisini uzun süreçte gösteriyor. daha etkili birşey lazım zili çaldırmak için. hmm...mesela birini ölesiye özlemek gibi.

ş dedi ki...

hım hımm..

şöyle düşünüyorum.. ölüm olmasaydı, hayattan daha da çok korkardım..

diğer bir deyişle; ölümden korkmadım, (uzun-sınırsız)yaşamaktan korktuğum kadar..

..

çok utopik-ironik düşünmek istiyorum.. mesela, insanın ölümü kendi elinde olsaydı..

yani mesela ne zaman öleceğimizi bizzat kendimiz karar verseydik.. veyahut, doğduğumuz andan itibaren öngörülmüş bir ölüm tarihimiz olsaydı..

o zaman özlenenler döner miydi.. beklenenler gelir miydi.. giden olmaz mıydı.. dünyada daha mı az acı olurdu.. kimsede dünya hırsı olmadığı için hayat bayram mı olurdu..

..

birini, sürekli olarak yitirmekten korkmak..zilimi çaldırmak için daha etkili..

El Nord dedi ki...

hayatı algılamamız olabildiğince rölatif, aynen zaman gibi. nasıl ki insan mutlu ve huzurlu olduğu zamanlarda hayata daha bir tutunuyorsa, işler yolunda gitmediğinde de bir o kadar hayattan uzaklaşıyor. insan mutlu ve huzurlu olduğunda da hayattan ve uzun yaşamaktan korkar mı?

ölüm, ölümden sonrasını nasıl algıladığına bağlı olarak farklı anlamlar kazanan bir olgu. yokolmak var, alem değiştirmek var. insan en zor anında yokolmak için mi, yoksa alem değiştirmek (en kötüsü bile bundan daha iyidir diyerek) için mi hayatına son verir? yokolmak sözkonusu olsaydı ölümü hayata değişebilir miydi insan?

şöyle düşünmek istiyorum...evet hayat var. ve hayatın içinde insanlık durumu denilen birşey var. bu insanlık durumu bizi zor kararlar vermeye zorluyor, canımızı yakıyor, delicesine mutlu ediyor zaman zaman da. bu insanlık durumu sınırları dahilinde bizim hayatı(mızı) şekillendirmek gibi bir irademiz yok mu? başka bir ifadeyle hayat mı yoksa hayatlar mı var? terkedilmek istenilen bizzat hayatın kendisi (the life) mi yoksa 'kendi' hayatın (your life) mı?

hayatımıza ne zaman son vereceğimize karar verebiliriz. yani ölüm zamanımızı bilebiliriz istesek. intihar denilen birşey var. neden elimiz gitmiyor peki?

eğer bize son kullanma tarihimiz verilmiş olsaydı doğduğumuzda, hayat çok stresli ve sıkıcı bir yer olurdu bence. bu ucu açıklık ve belirsizlik bizi hayata tutunduran şey biraz da. heyecan katıyor bu durum, aynen gönül ilişkilerinde olduğu gibi, insan kaybetmekten korktuğu, sonu belirsiz olduğu için hayatı daha bir seviyor, tutunuyor, onun için çaba sarfediyor.

özlenenlerin dönmesine, beklenenlerin gelmesine, gidenin olup olmamasına, dünyada acının olup olmamasına, hayatın bayram olup olmamasına...bir etkisinin olacağını sanmıyorum. olsa bile şimdikinden daha iyi olmazdı. katlanması zor olsa da hayat tüm belirsizlikleriyle - birini çok özlemek ve hep beklemek, gelip gelmeyeceğini bilmemek, acı çekmek - çok daha güzel. içinde özlemin olmadığı, beklenenin ve beklemenin olmadığı, acı çektirmeyen bir hayat ve aşk, ne hayat ne de aşk olurdu.

"birini, sürekli olarak yitirmekten korkmak.." durumunda zilin hiç çalmasın istersin, öyle değil mi?

masal tadında bir hayat istiyor insan; heyecan dolu olsun, renkli olsun, ama aynı zamanda da sihirli bir değnek olsun elimizde. heyecan doruk noktaya vardığında, yani heyecandan ızdırap çektiğimizde sihirli değneğimizi savuralım ve herşey istediğimiz gibi olsun. beklediğimiz olsun, gitmesinden korktuğumuz olsun...ama aynı zamanda da istediğimizde beklediğimiz gelsin, gitmesinden korktuğumuz gitmesin, acı olmasın...işte bu mümkün değil!