çok titizlenilerek hazırladığım oscar yazım

26 Şubat 2011 Cumartesi
önümüz oscar filmlerle ilgili yazı yazmak lazım. elimde izlenmiş sadece social network var. david fincher çok iyi yönetmen artık oscar'ı alma vakti geldi. akademi denen dangozlar kurulu bence filmleri bile izlemeden veriyor ödülü. bir araya superbowl finalinde gelip, bu sene en iyi yönetmeni bi kadına verelim bakalım listede kim varmış, martin'e ayıp oluyor artık ödülü haketti, aa mickey rourke dirilmiş dur ona verelim de ibret alsın insanlar, rahmetli joker'i baya iyi oynadı ölmese vermezdik... şeklinde yorumlarla ödül veriyorlar sanırım. ben de filmleri izlemeden doğrudan ödülleri dağıtıyorum. ne kadar haklıyım ya da ne kadar akademikim göreceğiz. oscar goes to...

en iyi film: inception (adamın hakkını yedik batman'de şimdi madem en bereketli yıllarda birisindeyiz en kazanmıcak gibi durana verelim)

en iyi aktör: colin firth (herkes pek bi beğenmiş haydi verelim)

en iyi aktris: natalie portman (bu kadının hakkı diyorlar ne yapalım verelim mi?)

en iyi yardımcı aktör: john hawkes (aaa lost'ta vardı bu çocuk)

en iyi yardımcı kadın: amy adams (karar veremedik hangisine verelim, hadi bunun adı daha kısa yaz kızım amy)

en iyi yönetmen: david fincher (artık yeter, verelim de kurtulalım)

en iyi özgün senaryo: king's speech (o kadar aday olmuş)

en iyi uyarlama senaryo: 127 hours (danny boyle filmini boş geçmeyelim)

en iyi animasyon: toy story 3 (sihirbaz'a verip entel gibi davranmayalım şimdi)

en iyi yabancı film: biutiful (adını yanlış mı yazmışlar ne, ama neyse bizim oğlan dilinden düşürmüyor buna verek)

diğerlerini de siz verin deyip gidiyordur akademi üyeleri, oradaki sekreter kız da ismini en sevdiğine veriyordur ödülü.

fotoğraçılık or fotuğrav

24 Şubat 2011 Perşembe
şunu netliğe kavuşturalım bugün ölsem muhtemelen eşim dostum üç sene sonra yüzümü hatırlayamaz. onlara resim bırakmadığım için dönüp dönüp bakamazlar. çok az resmi olan bir adamım, mesela hayatımda sadece bir kere görüştüğüm bir insanda benim sahip olduğumdan daha çok fotoğrafım olabilir. bu mudur sıkıntı demeyin sakın? teknoloji çağında sağa sola koyacak resmim yok. işe girmeden önce cv'ye koyacak fotoğrafımı bulamadım.

ama benim bu yazıdaki meselem o değil. fotoğrafçılığı bir sanat olarak görmememden bahsedecektim. kızacaklar olabilir ancak fotoğraf bir sanatsa da çok sikko bir sanat. yaratı yok bir kere, öznellik bile yok, tüm şartlar olgunlaşacak sen de o sırada orada bulunacaksın ve o anı yakalayacaksın. yok öyle bir dünya, yok öyle bir sanat anlayışım. ama çok güzel fotoğraflar var değil mi, doğa güzel olabilir mi,belki o yüzdendir. diyelim bir portre çekeceksin, çok hüzünlü bir yüz yakaladın ve o anı ölümsüzleştirdin. eee? sen ne kattın o ana. fotoşopla bıyık mı çizdin. şimdi resim de sanat değil derim bu mantıkla.

hayatta da demem, ressam başkadır, şu ahir dünyada seç bir sanat ve o sanatın icracısı ol, istediğin yetenekle donatılacaksın deseler; resmi seçerim. az önceki hüzünlü yüzü yakalar ressam ve kendi elleriyle çizer. kendi beyniyle çizer, o yüzdendir ki yüzyıllardır her duyguyu resmedilmiştir. mutluluk bile resmedilmiştir abidin. sadece mutluluk senin kendi içindedir de sen görememişsindir. ve illa ki bir ressam resmetmiştir abidin. sen resmedememişsen bile.

bu polemiğe neden girme ihtiyacı duyduğumu bilmiyorum, aslında bazen fotoğraf çekmeyi de seviyorum. ben aslında şunu dicektim sanırım sadece tuvalete gitmeden önce, neden kapı fotoğrafları, sümüklü çocuk ve martı fotoğrafı kadar popülerdir. kapı gitmeyi ya da gelmeyi temsil ettiğinden olabilir. hatta bence bu özelliğinden ötürü daha anlamlıdır sümüklü çocuk fotoğraflarından.

aşağıdaki benim ofisten çektiğim fotoğraf, ışığı iyi yakalamışım,hele o vapur yok mu o vapur(bir izmirli için motor da vapur da birdir) yaratıcılığımın doruğundaymışım, heyt yavrum ben.

sanat anlayışım aslında epeyce dadaisttir, niye saydırdım ki şimdi durduk yere foturavcılığa.

bir de şunu farkettim yazdıklarımı benim yazdığım vurguyla okumayınca çok boktan oluyor. biraz noktalama çalışmalıyım.

devrimci ben vs danton

23 Şubat 2011 Çarşamba
aslında bu yazıyı alejandro jodorowsky hakkında yazmak isterdim, ancak bir önceki postta değişim kararımı açıkladığımda geleceksınıf nam gizemli şahıs profil resmini değiştir diye bir öneri attı ortaya.resim kendisinin mi acaba diye düşündüm, telif falan isteyip başıma ekşimesin sonra diye açıklama ihtiyacı duydum ve jodorowsky'den vageçtim konuyu danton'a çevirdim.

yıllardır bu profil resmini kullanırım, hatta gerekirse mezar taşıma bile koyarım bu resmi değiştirmem kolay olmaz, değiştirirsem de aşağıdaki resimle değiştiririm belki ara ara çeviririm öncelikle bunu belirteyim.

üç - dört yıl kadar önceydi bu resimle internette karşılaştım bir film afişi olarak görmüştüm kendisini, siz ilk görüşte aşka inanır mısınız, ben gördüm ve aşık oldum bu afişe. korku filmi sandım, değilmiş tanıdıkça daha çok sevdim kendisini, o zamanlar blog yoktu aldım en sevdiğim resimler klasörüme kaldırdım, baktım baktım baktım.... sonra blog açtım, profil resmi koyayım dedim ne olacak diye çok düşünmedim, o geldi aklıma ve o gün bugündür nerde bir profil resmine ihtiyacım olsa benim yanımdadır bu resim. ya da benim yerimdedir.

danton bi fransız devrim kahramanıdır, temsili olan bu resmi kim çizmiş bilmiyorum, belki çok meşhur bir tablodur onu da sanat tarihçileri bulsun, resim aslında çok açık mesaj vermektedir.

danton, danton'u anlatan bir wajda filmidir. ben ise yönetmenlere soyisimleri hitap eden bir bohem, ağzımdan pipom düşmez, kafamda dede şapkası vardır,inanın bana şu anda yatakta uzanmış bu yazıyı yazarken bile.

wajda polak bir yönetmendir. ama en kral polak yönetmen kieslowski'dir.

danton, polak yönetmen wajda'nın çektiği fransız devrim kahramanlarından jacque danton'un idamını anlatan filmidir. evet danton giyotine gitmiştir. hem de bir diğer devrim kahramanı robespierre tarafından gönderilmiştir. robespierre de aynı sonla bitirmiştir hikayesini ve bu resim devrimi anlatır. devrim önce kendi gözlerini oyar. wajda danton'un ölümüne yakın dedirtir ki danton'a: kopmuş kafamı halka göster çünkü onlar buna layık.

devrim güzel bir uyanıştır, satürn gibidir kendi çocuklarını yer, ama bu çocuklar birer umut olurlar ve yüzyıllar sonra bile ölmüş çocuklar konuşulur.

şimdi ben böyle yazınca sanılmasın ki, devrimci ruhluyum, gençlik idolüyüm, miting gülüyüm, direniş sembolüyüm. ben bildiğin düz adamım, 1790 küsurda deselerdi ki dayı dantonu giymişler(giymek:giyotin ile ölüme sebebiyet vermek), öldürmeyip besleyecekler miydi? demezdim elbette, ama muhtemelen allah taksiratını affetsin derdim. ayrıca devrime dair görüşlerimi şu şiirimde belirtmiştim.

neyse diğer profil alternatifim şu: çocuğunu yiyen satürn. bi gün bu resimle ilgili de yazarım.

radikal bir değişiklik kararı,bakalım olacak mı

22 Şubat 2011 Salı
değerli bu yazıyı okuyan. bir karar aldım, bundan böyle blogu daha sık olmasa bile daha etkin kullanacağım. daha etkin kullanmak ne ki diye içinizden geçtiyse, şudur etkin kullanmak: hani blogun sol tarafında profilimin tamamını görüntüle kısmının üstünde yazan yazı var ya, karanlık bir fon karamsar yazılar bu ben değilim diye, işte bu gerçekten yola çıkıp artık kendimi tekrarladığıma inandığım karanlık yazılar yazmayacağım. daha doğrusu sadece o formatta yazılar yazmayacağım, şiirimsiler blogumu daha klasik bir hale getireceğim, sinema,kitaplar,iş, güç,enerji,din,dil,ırk... etkinlikten anladığım etkinliktir. hatta şablon da değiştireceğim, teknik kısmında çok iyi değilim işin, destek vermek isteyen olursa beklerim, yirmibirinci yüzyılda birilerine ulaşmak çok güç olmasa gerek.
neyse kısa kesiyorum ve az önce televizyon başında kahkaha atan aramızda kira,faturalar ve temzilik malzemeleri dışında hiç bir bağın bulunmadığı ev arkadaşımın neye bu kadar gülmüş olacağını anlamaya çalışırken uyuyorum.

olmayacak duaya amin

13 Şubat 2011 Pazar
"sakın"

taksiye binerken söylenmiş
son söz
bana söylenmiş
ve söylenebilinecek
son söz

"sakın"

bir şarkı ve iyi dilekler şiiri

9 Şubat 2011 Çarşamba
kimsenin kimseyi sevmediği bir gezegende
sen ve ben mahsur kalmıştık
ben ve sen
seni ve beni
seviyorduk

kimsenin kimseyi sevmediği o gezegende
çocuklara birisinin sevmeyi anlatması lazımdı
sen ve ben
sevmekten bihaber ilk çocuğu tuttuk
beni ve seni
sevdiğimizi söyledik
anlamadı çocuk
senin ve benim
beni ve seni
sevmemizden
bir şeyler kıpırdandı çocukta

anlamasa da o çocuk
o anda sevmeyi
insandır çocuk
ve insan bir kere sevmeyi görmeyegörsün
rüyasında da olsa sever

no pasaran

6 Şubat 2011 Pazar
bir özgürlük savaşçısı gibi
yaşamı kutsadığım falan yok
no pasaran

gençleşenlere seviniyorum sadece
gerçekleşenlere sevindiğim gibi

ölüm bir gün beni gelip aldığında
orada olmak istememdendir
her hayat
güzeldir
yaşayan için

bir özgürlük savaşcısı gibi
yaşamı kutsadığım falan yok
no pasaran

viva la muerte

bir ispanyol faşisti gibi
ölümü kutsadığım falan yok
viva la muerte

yaşlananlara üzülüyorum sadece
yaşananlara üzüldüğüm gibi

hayat bir gün beni bırakıp gittiğinde
orada olmak istememdendir
her ölüm
güzeldir
ölen için

bir ispanyol faşisti gibi
ölümü kutsadığım falan yok
viva la muerte

ömrü şubat kadar olanlara

1 Şubat 2011 Salı
bilirim ki en çabuk sen gideceksin
işte bu yüzden şubat
bu yüzden en çok seni severim

bilirim ki ben sende geldim sende gideceğim
işte bu yüzden şubat
bu yüzden en çok seni severim

bilirim ki daha yirmidokuzunu görmeden
keşke benim gibi
herkesin gideceğine ağlayacağı yaşta
körpe adam, geçkin delikanlı
işte bu yüzden şubat
bu yüzden en çok senin gidişini severim