dön dön cigaram dön

25 Şubat 2013 Pazartesi


gelin size önce deniz kızı eftelya'ya neden deniz kızı dediklerini sonra da kudra ve alobar'ın hikayesine öykünen bir aşk hikayesi anlatayım. deniz kızının nerden geldiğini ekşi sözlükten googledan falan da bakabilirsiniz ama diğer hikaye oralarda yazmıyor. sokaklarda geçiyor. belki doğru kaldırım taşlarına bakarsanız görürsünüz. doğru şehirdeki doğru kaldırım taşlarından bahsediyorum.
eftelya şarkıları seven bir rum babanın kızıymış, ondokuzuncu yüzyıl istanbulunda. babasıyla sandalla açılıp saz alemleri yaparmış çocukluğudan beri. güzel sesiyle şarkılar söylermiş, babası çalarmış. boğazın karanlık sularında sesin nerden geldiğini bilmeyen diğer sandallarda alem yapanlar, bir deniz kızının şarkı söylediğine inanırlarmış bu deniz kızının eftelya olduğunu bilmeden. öyle zamanlardan yapışıp kalmış bu isim. herkes isimsiz doğar, az bir süre sonra isim sahibi olur ancak belki de dünyada tek bir deniz kızı vardır. o da eftelyadır. sesi şu eski çağ denizcilerini korkutan sirenlerden bile daha güzel. aslında aşk hikayesindeki kadınımızın adı da ceren ve ben her zaman ceren isminin sirenlerden geldiğine inanmak istemişimdir. ceylan gibi naif bir canlıdan geldiğini bir türlü kabul etmek istemem.
gelin size daha önce biraz bahsettiğim ulu sokak serserinden bahsedeyim ve onun sireninden. ulu sokak serserisi bugün bu kadar bilgeyse, onun o güzel sirenine saygı duymalıyız. bir gün bana demişti ki, bilmek diye bir şey yoktur, sevmek diye bir şey vardır. bir kere öyle sevdim ki, tüm mastar ekleri benliğime yapıştı, bilmek, görmek, yaşamak, ölmek, ağlamak, gülmek... bunu dediğinde üçüncü şişe şarabı içiyorduk, yerden bulduğumuz ve caminin avlusundaki çeşmede temizlediğimiz ayran bardaklarında.
abi dedim anlatır mısın dedim. anlatırım dinle dedi. sonra bir sustu, susuş o susuş. bitirince hikayesini. susmak dedi. susmak da anlatmak. tüm hikayesini bir susuşta anlattı. galatasarayın uefa kupasını kazandığı yıl ya da bir sonraki yıl, bir milenyum heyecanıdır geziyormuş tüm dünyada. öyle zamanlar işte. bir gün ağaçlıkta içerken gene az ilerde bir silüet varmış. birden silüetten ses yükselmeye başlamış. bu gece çamlarda kalsak ne olur diye. denizcilerin korkusu olan sirenin sesi gibiydi dedi. kalkmış sese gitmiş. güzel gözlü bir kadın. o kadar güzeldi ki dedi, baktım sadece ve o an ilk mastar yapışmış. bakmak. sonra dinlemek. sonra yavaş yavaş tüm mastarlar gelmiş. sesin mi daha güzel yoksa sen mi bilemedim demiş. gülmüş kadın. sonra gülmek gelmiş ulu sokak serserisine. gülmüş o da. susmuşlar yanyana. şarabı bitmiş kadının şarabını vermiş ulu sokak serserisi. paylaşmak. sonra konuşmak gelmiş. sonra tekrar susmak. sonra sabah olmuş. susarak konuşarak. sırayı hiç bozmamışlar. ahengi bozmamak dedi. en çok bu mastar işledi benliğime. ulu sokak serserisi o sıralar nerde kalıyormuş hatırlamıyor. gidelim demiş kadın. kalkmak yapışmış. o an hayata kalktım sanki sokak serserisi. yürümüşler, kadının evi varmış, babası almış. zenginceymiş babası. kadının adını sormak gelmiş aklına asansöre binerken. ceren demiş kadın. ulu sokak serserisi kendi adını söylemiş. kadın sormadan. eve girince uyumuşlar. ilk uyumak çok işlemiş ulu sokak serserisine. ben ilk defa o zaman uyumuşum. uyumak demiş, küçük ölüm. ilk kez o zaman ölmüşüm. sonra tam yirmi dokuz gün hiç ayrılmamışlar, bir an bile ayrılmamışlar. tüm mastarlar diyor ulu sokak serserisi olumsuzuyla yapıştı bana. ayrılmamak ne demek o zaman öğrenmiş. ilk kez üçüncü gün öpmüş onu, beşinci gün sevişmişler. ahengi bozmadan tam yirmi dokuz gün bir susmuşlar bir konuşmuşlar. içki içmişler, yemek yemişler, ceren peyniri çok seviyormuş. bir gün markete gitmişler, kocaman olanlarından birisine. tüm peynir çeşitlerinden almışlar. tam iki gün sadece peynir yemişler. içki içmişler. kitap okumuşlar. şarkı söylemiş ceren. ulu sokak serserisi onun yanında bir kere bile mırıldanmamış. ceren de hiç istememiş. bir susmuşlar bir konuşmuşlar. yirmidokuzuncu gün vücutlarımızdan çıkalım demişler, yoklukta buluşalım, sonra geri gelelim. beyaz tozlardan almışlar. hayır hayır un değil, pudra şekeri de değil. kokain. koklamak diyor, o gün koklamak da yapıştı. ahengi hiç bozmamışlar, önce ceren sonra ulu sokak serserisi koklamış. ceren önce kokaini koklamış sonra ulu sokak serserisini, ulu sokak serserisi önce kokaini koklamış sonra cereni.... sonra vücutlarından çıkmışlar. vücutlarından çıkıp dans etmişler. vücutlarından çıkınca ulu sokak serserisi bir şarkı mırıldanmış. bu gece çamlarda kalsak... o esnada sevmek en yoğun haliyle gelmiş. ve sevmek bir yoğunlaşmaktır dedi ulu sokak serserisi. sonra vücutsuz elleri ayrılmış. dönmek vakti demiş ulu sokak serserisi. dönmüş vücuduna. ben döndüm diyor ulu sokak serserisi. döndüğünde bakmış sadece mum ışığı varmış. geri geldiğimde sadece mum ışığı vardı diyor ulu sokak serserisi. bir de yere dökülmüş şarap şişesi. ama ceren yokmuş. vücudu varmış ama ceren yokmuş. ceren geri gelmemiş vücuduna. ağlamak dedi ulu sokak serserisi o yapıştı o esnada. sonrasında yapışan ölememek olmuş.
ölememiş ulu sokak serserisi o gün.

no pasarán

24 Şubat 2013 Pazar
bir özgürlük savaşçısı gibi
yaşamı kutsadığım falan yok
no pasarán

gençleşenlere seviniyorum sadece
gerçekleşenlere sevindiğim gibi

ölüm bir gün beni gelip aldığında
orada olmak istememdendir
her hayat
güzeldir
yaşayan için

bir özgürlük savaşçısı gibi
yaşamı kutsadığım falan yok
no pasarán

viva la muerte

bir ispanyol faşisti gibi
ölümü kutsadığım falan yok
viva la muerte

yaşlananlara üzülüyorum sadece
yaşananlara üzüldüğüm gibi

hayat bir gün beni bırakıp gittiğinde
orada olmak istememdendir
her ölüm
güzeldir
ölen için

bir ispanyol faşisti gibi
ölümü kutsadığım falan yok
viva la muerte

yakaran kara parçası

21 Şubat 2013 Perşembe


merhaba canım,
ben oniki yıldır yağmurun yağmadığı bir yağmur ormanıyım. tam oniki yaşındayım. nasıl yağmur ormanı olduğumu sormayın işte. adım yağmur ormanı. yağmur duası gibi, yağmursuzlukta ortaya çıkan bir ormanım. civar köylerin bilinçli insanları, bir iki sivil toplum örgütü, bir düzine doğacı ve jandarma tarafından bundan oniki yıl önce dikilmiş fidanlar silsilesi demek uzun olacağından herkes bana yağmur ormanı diyor. ancak az önce saydığım benim yaratıcılarımın unuttuğu bir şey vardı. benim de yağmura ihtiyacım var ve hem de onların beklediğinden daha çok. o sebeple fidanlarımın yüzde yetmiş yedisi ilk iki yılı çıkaramadı. geri kalanların yüzde onbiri ağaç oldu. onbir ağaçtan bir ormanım ben. o onbirinin de bu işi nasıl becerdiğini merak ediyorum. bu ilerde yüksek dağlar var. orda gördüğüm kırklara karışmayı düşünürüm bazen. söylemiş miydim ben onbir ağacın toplamının sağduyusuyum. ancak sorunum şu eğer ben kırklara karışırsam kırkbirler diye mi anılacağız, ellibirler diye mi yoksa ikiler diye mi? bunun için bir gün yoldan geçerken gölgede uyuklayan bir adamın rüyasına girdim matematiği iyi birine benziyordu. bir şey demedi rüyasında zaten az sonra kalktı biraz bekledi. sonra yoluna devam etti. geldiği yoldan gidince, yoldan geçmediğini özellikle uyumak için benim gölgemi seçtiğini anladım. bir hafta sonra gene geldi, bir hafta sonra gene... tahminim o ki, bir şeylerden kaçmış bir kentli. yoksa kırsalda kimin böyle rutin zevkleri olabilir ki. çok bir şey bildiğimi iddia edicek kadar yaşamadım, ancak yağmur da orman da bilgedir. bu yüzden genlerim güçlü. şunu iddia edebilecek kadar yaşadım. zaman kentliler içindir. kırsalın zamanı yoktur. eğer film izlemiş bir yağmur olsaydım, size bunla ilgili bir filmden bahsederdim. ve muhtemelen çok sıkıcı bir film olurdu.

soru: yağmur ormanına ilk dikilen fidan sayısı kaçtır?

eskilerden

14 Şubat 2013 Perşembe
tekrar okumak için

"bazen sadece kuşlar ölür
ve şiirler ağlamaz

bazen sadece kuşlar ölür diye
şiirler ağlamaz"

dön dön cigaram dön

10 Şubat 2013 Pazar


adam: cadı
kadın: süpürgemin sopası götüne girsin

evet. tüm bu yazı yukardaki söz yazılsın diye yazılmıştır. istersen okumayabilirsin. üst katımda yatak tıkırtıları belirsiz bi sevişmenin hikayesi mi? belki de yeni alınmış bir kedinin obsesyonları. evet. yukardaki sözleri ben hiç duymadım. ama süpürge mekanizması basit bir şey. elektrikli süpürgeler dahil. yok edermiş gibi davran. mekanizma basit. çalı süpürgeleri bir sap ve bir çalıdan oluşur. sap: motorlu kısım,uçmak için dizayn edilmiştir. cadılar onun yakıtıdır. wiccalar onun kulu ve elçisidir. cadı enerjisiyle beslenir. turist ömer filminde tuzla beslenen yaratıklar gibi. tuz beslenilesi bir şey değildir. monosodyum glutamat ise hiç besleyici değildir. bu yazı sizi obezliğe ve kansere karşı uyarmakla yükümlü sosyal bilinci yüksek bir yazıdır.
evet. bu yazı size bir kişiden bahsedecektir. tanıma ihtimalinizin olmadığı birisinden. ulu sokak serserisinden. ulu sokak serserisi bindokuzyüzlü yılların yetmişli yıllarının sonunda nerde olduğu bilinmeyen atlantiste doğmuş ve bindokuzyüzlü doksanlı yıllarının ortasında izmirin çamdibisine yolu düşmüş bir bilgedir. daha önce yolu milattan önce bilmemkaçlı yıllarda alexander the great ile kesişmiştir ve alkollü iken ona söylediği tek cümle siktir git olmuştur. aslında yanına ilaveten birkaç şey daha söylemiştir ancak bunları söylemeye ne benim ne de blogun edebi yetmektedir. ulu sokak serserisi ne....ne kalıbını en az iki asırdır doğru kullanmaktadır. ulu sokak serserisi doğduğu gün rusyada ekim devrimi olmamıştır. gorbaçov bunun üstüne doğarsa ekime kadar demiştir. yetmişli yılların çocukları kuzey kalesi ile oynarken ulu sokak serserisi kim bilir hangi feylesofun hangi kitabını okumaktaydı. okumayı bir yaşında konuşmayı ise üç yaşında çözmüştü. konuşmadan iki yıl okumuştu. ve arada fransızca ve rusça öğrenmişti. annesi ulu sokak serserisinin doğumundan yüzonbir saniye önce öldüğünden, babası kimi biyolojik ihtiyaçlarını henüz dağılmamış olmamış olan sovyetler birliği insanlarından karşılıyordu. uranyum gibi, kobalt gibi. ilkokulun sonlarında özal zengini diye dünya politik literatüne girmiş bir sınıfın mensubu olarak ingilizce öğrenebileceği ve ilerleyen yıllarda çok kalifiye bir esrarkeş olmasına yol açacak olan eğitimini almıştır. onbir yaşında o zamanlar yediyıl olan anadolu lisesini çalışmadan kazanmış ve ilkokulun son günü babasının getirdiği sonu ...aya ile biten kirilce votkadan içmiştir. ve o gün hedefi belli olmuştur. ünlü rock gruplarından beatlesa john lennon olmak. iyi eğitimi ve yüksek zekası ona özel isimlerin özel olduğunu çoktan göstermiştir ancak kendisi hayallerini kurmaya devam etmiştir. yıllar ilerledikçe kendisi liseye geçmiştir ve sentetik maddelerle kimya dersinde tanışmıştır. üniversite eğitimi almak için türkiyenin büyük şehirlerinden izmire yerleşmiştir. izmirde bitiremediği okulu sebebiyle - onsekizaylık askerlik süresi hariç - bilge sokak adamı rolünü çeşitli yerlerde sürdürmüştür. askerliği esnasında bir mayın patlaması sonucunda şehadet mertebesine ulaşmış ancak daha önce aldığı kimyasallar onu bir mayın uzmanı yapacak bilgiye sahip olduğunda bu mertebede bir kaç saniyeden daha fazla kalmamıştır. ulu sokak serserisinin adını askerler, tinerciler ve hayat kadınları dahil kimse bilmez. sadece resmi makamlara kayıtlı bir adı vardır ve o isim gerçek de olmayabilir. ulu sokak serserisi bu yazıyı yazan ve okuyan herkesin hayatından daha kümülatif bir hayat sürmüştür. buna itiraz edebilirsin ancak bu itiraz resmi mercilerde değerlendirilmeyecektir. ulu sokak serserisi serin yerleri seveli beri dışarda ve ılık iklimlerde yaşamıştır. bunlardan son durağı üniversite yıllarındaki izmirdir. izmir'de az önce belirttiğim semt başta olmak üzere pek yerde görülmüştür. bunu kendisine sorduğumda esrardan davudileşmiş ses tonuyla şu şekilde izah etmiştir: ben bir ara polisiyede okudum ve grangeın leyleklerin uçuşundaki leylekler gibi düzenli bir hayata kavuşmanın neslimin devamı için gerekli olduğu kanısına vardım. bunun üzerine ben: abi sen göçmen kuş değilsin ki dediğimde. şarabından bi yudum alıp bu sebeple göçmenlerin arasında yaşıyorum ve karakoyun olmadığım belli olmasın demişti. belli olmuyo abi deyip biramdan bir yudum aldığımda sokakta uyuyan evsizlerin üstünü gasteyle örtmek için kalkmıştı bile. ulu sokak serserisi hayatı boyunca deplasmanlara yürüyerek gitmiş bir taraftardı. benimle aynı takımı tutmakla birlikte türkiyedeki taraftarlara özgü tüm marşları bilirdi. eğer tüm marşları bilmeseydi göztepenin isyan marşı en sevdiği olabilirdi ancak cehalet mutluluktu ve o mutlu olmayı seksenli yılların sonunda unutmuştu. ya da doksanlı yılların başında. yine bir gün içerken bana bilgece bi sessizlik etti. aşk acısı çeken bana verilecek en büyük nasihattı. sonra eve gidip zeki demirkubuz filmleri izledim ve pekiştim. ulu sokak serserisi benle ve zekiyle aynı takımı tutuyordu ve bir gün bana gene elinde esrarı, şairler parkında söylediği bir şarkıyı söyledi. abi dedim. ama şairler iyidir dedi. bildiği şeyleri gördükçe, dinledikçe dünyanın büyüklüğünü anlıyordum. eğer isterseniz sizi onunla tanıştırabilirim. eğer o da isterse ve ölmemişse.

postmodern arınma yazısı

3 Şubat 2013 Pazar


herkesin ucundan biraz çaldığı, yirmisekiz günü ile otoriteye karşı duran, yılımız son ayına girdik. artık arınabiliriz. bunu yapmak için metotlardan birisini ben söyleyeceğim. isterseniz siz de metotlarınızı söyleyin. daha çok arınalım. bu ay arınma ayı. size verdiğim bu müjdeyi anlamayacağını düşündüğünüz kimseye söylemeyin. eğer söylerseniz anlamazlar. denir ki; ne zaman bir müjde anlaşılmazsa tam o esnada masai mara'da bir hayvan avlanırmış.
metot: çalan şarkıyı en az iki kere dinleyin. fransızca anlayabiliyorsanız ikincisinde eşlik edin. eğer anlamıyorsanız yakaladığınız kelimelere eşlik edin.
tercih: bu güzel ayın tek sayılı günlerinde bunu en az bir kere yapın.
tercih iki: çift sayılı günlerinde doğum günümü kutlayın. beni masum görmüş ilk ve tek aya arınma dualarımızı edelim.
zaruret: sevgililer gününde sevgilinize onu sevdiğinizi söylemeyin. o da size söylemesin. çünkü bu arınma ayında herhangi bir gün özel kılmaya çalışılmaz. benim doğum günüm bile. sevgiliniz yoksa sakın ahlanıp vahlanmayın. denir ki; arınma ayında ahlanıp vahlanırsanız yeryüzündeki bir okyanusta bir köpek balığı avına sinsice yaklaşır.

söylemiş miydim? tüm güzel şeyler şubatta olur. şubatımız kutlu olsun.