nazire

31 Temmuz 2011 Pazar
uyandığında edibin kalemindeydi yakup
daha hiç çağrılmamıştı
taa ki o güne kadar
gözlerini kapatıp
kurbağalara bakmaktan geldiği güne
gözlerini kapatıp yakup
uyku mu gerçek mi ayırdına varamadan
bir kız çocuğu güzel mi güzel yedi bilemedin sekiz yaşında
gel dedi yakup'a
ip atlamaya gidelim
gitti yakup
aldı kız eline ipi
ben en çok iple atlamayı seviyorum dedi
boynuna geçirdi
atladı aşağı
hiç unutamadı yakup bu çağrılışı
gözlerini açmak istedi açamadı

bir adam seslendi arkasından
sen yakup musun
evet dedi yakup
korkusu kokuyordu henüz
sıcak sıcak
gel dedi adam
içmeye gidelim
gitti yakup
aldı adam eline bardağı
şerefine yakup dedi
devirdi badağı kafasına
bir kaç dakika geçti geçmedi
mosmor olmuştu bile yere yığıldığında
hiç unutamadı yakup bu çağrılışı
gözlerini açmak istedi açamadı

ismini duydu gözleri kapalıyken
insanlık hali döndü baktı
bir kadın
gel dedi kadın
sana yemek yapayım
gitti yakup
aldı kadın eline bıçağı
çok güzel yemek yaparım ben parmaklarını yersin dedi
parmaklarından başladı kesmeye
düşene kadar kesti kendisini
hiç unutamadı yakup bu çağrılışı
gözlerini açmak istedi açamadı

çok geçmemişti ağlamaya başlayalı
yakup dedi bir adam yaşı geçkin
ne oldu
bir şey yok dedi yakup
gel dedi yaşlı adam
gitti yakup
birer sigara yakalım
bir tane yakup'a uzattı
bir tanesini de ağzına koydu
aldı eline çakmağı yaşlı adam
yıllardır dedi bu sigarayı hiç değiştirmedim
bir iki nefes çekti
sonra benzin kokusunu fark ettiğinde yakup
adam çoktan yanmıştı bile
hiç unutamadı yakup bu çağrılışı
gözlerini açmak istedi açamadı

yeter artık dedi yakup
kimse çağırmasın beni
elini cebine attı
soğuk bir şey

adını tekrar duymaya mahal vermeden anladı yakup cebindekinin ne olduğunu
beş saniye geçti geçmedi
bir silah sesi duyuldu
pat...

keşke çağrılmasaydı yakup



geç kalınış

30 Temmuz 2011 Cumartesi
yaşanmamış bir diyalog, bir ihtimal monolog:

b: ben
b: ben

b: didem madak ölmüş
b: o kim ki
b: bu konuda ciddi olamazsını bayım
b: http://siir.gen.tr/siir/d/didem_madak/cicekli_siirler_yazmak_istiyorum_bayim.htm

kimin daha iyi futbolcu olduğuna dair bir tartışma

29 Temmuz 2011 Cuma


güral porselen sponsorluğundaki hayatım devam ediyor. kendileri olmasaydı yemeğimi nerde yiyecektim bilemiyorum. yalan söylüyorum insan, benim tabaklarım hangi marka bilmem ben. buna rağmen içimde bir şeyler yeşerebiliyor, videodaki şarkı günde beş bin kere dinlemezseniz çok güzel bir şarkı ve şarkıyı söyleyen kişi şu an cemil topuzlu'da. afrika boynuzunda insanlar ve çocuklar - çocuklar henüz insan olamamış adaylardır, kirlendikleri gün insan olacaklardır- açlıktan ölüyorken kimileri kendilerini dinliyor şu anda ya da benim gibi ellerinde bir şişe ile bomonti biradan daha güzel bir bira olup olmadığını düşünüyor.

içimde bir şeyler yeşerebilmesini düşünme sebebim, az önce gelen bir telefon; bu ay sonuna kadar kabak koyuna gidebilirim ve orada ilk nefesimi alana kadar almam gereken bir kitap var. hayatımda gittikçe değer kazanan bir insanın - kirlenme evresini tamamladığı için insan statüsüne erişmiş, pür insan - adını kulağıma fısıldadığı ve fısıldadığı günden beri de okumak için sabırsızlandığım bir kitap. bunu da edebiyat tarihçileri bulmadan ben söyleyeyim. comte de lautreamont - maldoror'un şarkıları.

azam ali'nin sesi için bir arkadaşım evrenin sırrını söylüyor sanki demişti, ben de bu kitabı okumadan aynı şeyi düşünüyorum. o yüzden belki de bu kitabın okunabileceği doğru yer, kabak koyu.

phascolarctos cinereus ya da mellivora capensis

28 Temmuz 2011 Perşembe
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_AlPkSPyCw2gCR06wEYKcsi8gJ74iBZJzeepYenb-MwXd8M_oqLdAJQjpcx-7qqsj01-Fa0qzlnuIUTzJvvAniNrssjYyByXvv8Ud_l8ABwsZABFCXlUZLzsSVPxV_g3cXZHkiPfB/s400/koala+bear.jpg


alttaki yazıya aliye reenkarne olursa bir martı olabileceğini belirtmiş. ben de düşündüm ne olmak isterdim diye. iki hayvan var olmak istediğim onlardan birisi olabilirim. koala ve bal porsuğu. karakterleri bakımından birbirinden tamamen farklı bu iki hayvanın hayatı nasıl yaşadıkları dünyaya nasıl baktıkları gerçekten hissetmek isteyeceğim bir duygu.

biri durağanlığın zirvesi diğeri devinimin.

yukarıda yazdıklarım ile alakası olmasa da aşağıdaki linklere göz atmak isterseniz belki. merak ederseniz, insanlık halidir, anlaşılır.

http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2011/07/110711_gallery_somalia.shtml
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/07/110725_drought_crisis.shtml
http://www.unicefturk.org/acildurum/
http://www.icrc.org/eng/donations/index.jsp

rabbinin ayine başlaması

26 Temmuz 2011 Salı
bir zamanlar, tanışmış olsak bile, cumartesilerden nefret eden bir kadın tanımamıştım. kim bilir belki biraz da olsa tanımıştım.

bugün birden bu kadına dair bir şey unuttum, çiçeklerden hangisi severdi, kim bilir belki de bir an olsun bile bilmemiştim bunu. ama illa ki çiçeklerden birisini severdi ve ben bunu unuttum. işte tam o anda gecenin bir vakti alkollüyken 18indeyken hayatın, şans üzerine yapılmış derinlemesine bir sohbet aklıma geldi. aklıma gelen şey unuttuğum şeyi unutturdu. adı üstünde unutulmuştu.

rabbinin bir cumartesi ayini için sinagogun kapısını açışı gözümün önüne geldi. hayaller ve hatıralar h harfi ile başlamasının yanısıra gelen ve giden şeylerdir. şans ise bunların tersine geliş gidişlerden uzaktadır. şans sonradan tanımlanan oluşlardır. kendinizi şanslı saymak için apaçık bir şans durumunun ortasında olduğunuzu görmek gerekir yahut şanssız saymak için tam tersi. şans hayallerin ve hatıraların tersine getirelen götürülen şeylerdir. bu yüzden siz çağırmadıkça asla olmayacaktır.

sizce de çok uzun ömrü olan bir ağacın reenkarnasyona inanması onun şanssızlığı değil midir?

plaza del mayo

25 Temmuz 2011 Pazartesi
bir zamanlar, tanışmamış olmamızı farz etse de, cumartesilerden nefret eden bir kadın tanımıştım. kim bilir belki de o kadar tanımamıştım.

cumartesilerden nefret eden bu kadını düşünüyordum bugün ve birden fark ettim bu kadın asla bir cumartesi annesi olamayacaktı. sadece cumartesileri sevmediği için. insan sevdiği bir şeyi sevmediği günlerde aramaya çıkar mı. bence bırakılmalı.

lucid dreaming

24 Temmuz 2011 Pazar
arafta sıkışanlar asla gerçekten ölmüş olmazlar diyor hangisi olduğunu hatırlamadığım kutsal kitap.

çok garip bir şekilde uyandım yaklaşık 45 dakika önce. rüyamda bir arkadaşımı görüyordum, uykumum sonları olduğundan çok net hatırlıyorum. ona bir davetiye veriyordum, bu mutlu günümde sizleri de aramızda görmekten kıvanç duyarım yazıyordu üzerinde. o bana evleniyor musun diye soruyordu. hayır cenazemin davetiyesi o diyordum. saçma sapan konuşma mesaj alınmadı diyordu. sonra aradan üç dakika geçti onun telefonu ile uyandım. çok sık görüştüğüm birisi değildir.

bu da böyle bir anımdır tandanslı bu yazının sonuna geldik. amy winehouse'a tanrıdan rahmet, yakınlarına baş sağlığı dilerim. tandans güzel fonetiği olan bir kelimedir.

amy winehouse'ın çağrıştırdığı için: in vino veritas

deniş

18 Temmuz 2011 Pazartesi
ölmeden önce mutlaka yapılması gereken tek şey
"yaşamak"

iklimler ve mevsimler üzerine bir yazı

17 Temmuz 2011 Pazar


kendimi bildim bileli -yaklaşık 6 aydır-la vie en rose çalan kitapçılarda satılan küçük laternalardan almak istiyorum. hayat gayem şu an için bu. her gün bu motivasyonla uyanıyorum, bir gün o kolu çevireceğim ve o harika tınıyı duyacağım, sonra her sabah her sabah bir kere o kolu çevireceğim - sabah insanın uyandığı zamandır.

kim bilir belki bu bir tutkuya dönüşür ve laterna koleksiyoncusu olurum. küçükleri ile yetinmem sadece, gerçek bir laternaya bile sahip olabilirim. ama j'adore nam yerde gördüğüm la vie en rose çalanından bulmam lazım öncelikle. her şeyin bir sıralaması var ve insan ne istediğini bilen hayvandır. özele inersem, ben ne istediğini bilen hayvanım.

kadıköy mephisto'ya söyledim bana onu bulun dedim, çok sallamadılar ama eminim bir kaç kez daha sorunca not falan alıp getirtecekler ve ben her hafta gidip, elimi kararlılıkla masaya vurup, ne istediğini bilen hayvanların yaptığı gibi, la vie en rose çalan laternacık geldi mi diyeceğim.

aslında kitapçılarda el vurulacak bir masa bulmak kolay değil. onların kasa tezgahlarında bile kitaplar, ıvırlar zıvırlar olur. bir ıvır zıvıra elinizi vurursanız, eliniz çizilebilir. o yüzden devlet tüm işletmelere el vurmalık alan bulundurma zorunluluğu getirmeli. sonuçta ne istediğini bilen hayvanların kaç tane olduğunu bilmiyoruz ve sayıca çok fazla olabilirler.

olabilirler deyip kendimi dışlamayım topluluğumdan, olabiliriz.

bu yazıyı okuyup benim içimdeki karşı konulmaz la vie en rose çalan laterna isteğimi gidermek için daha basit bir yol biliyorsan, yorum yapabilir, mail atabilir, ayı da çıkabilir, taş da düşebilirsiniz.

her başlık masumdur

14 Temmuz 2011 Perşembe


önümüzdeki bir saat bu şarkıyı dinlemeyi planlıyorum siz de dinlemek isterseniz buyrun.

bal porsuğu adında bir canlı ne kadar kötü olabilir? bu sorunun cevabını düşünmek için hiç vaktim yoktu gerçeklerle yüzleştiğimde, dünyanın en yırtıcı canlılarından birisinin, belki de birincisinin adının bal porsuğu olması ekolojonin etimoloji ile testis geçişinden ibarettir. bunu söylemek hakkınızdır.

elmalara takık bir ressam vardı, rene magritte adı sanırım - bal porsuğu olmadığına eminim. o elmalara takık ressama nazım hikmet gelseydi ve deseydi ki sen elmayı seviyorsun diye elma da seni sevmek zorunda mı? ressam tüm vurdumduymazlığı ile i don't know your language diyebilirdi. -her ressam anadili ingilizce olmasa bile bu sözü söyleyebilir - bunun üzerine nazım siktir git o zaman yavşak deseydi, kendisine asla ve asla hakaret davası açılmazdı.

adını hatırlamadığım elmalara takık ressamın sanatın elma için olduğunu savunmasından daha doğal ne olabilir acaba. hayat süprizlerle dolu olsaydı, bu ressamın elmalara alerjisi olabilirdi - ki belki de vardı, farazi konuştuğumdan şu anda dediğim her şey bir varsayımdan ibarettir. eğer elmalara alerjisi olsaydı yine bir nebze de olsa anlaşılabilirdi, ya elmayı düşünmeye tahammül bile edemeseydi isminin doğru yazılışına googledan bakmaya ısrarla üşendiğim ressam, işte o zaman hayatın bir mucize olduğunu düşünebilirdiniz.

bunu düşünürken emir kusturica'nın bir mucizedir yaşamak filminden sahneler aklınıza geliyorsa, bilin ki isimler sizin için önemlidir. oysa çoğu insan için isimler detaydır. bunu bir gözleme dayanarak söylediğimi sanmayın tamamen büyük sözler etmeye çalışma çabamın dışavurumudur. dünyada iki şey satar seks ve büyük sözler.

doğru yerde söylenmiş her sözün büyük bir söz olduğunu düşünürsek elbette her sözün satabileceği sonuca varırız. muhteşem bir seks esnasında zevkle söylenmiş bir ohhhhhhhh'tan daha çok satabilecek bir söz (konusu) olamaz. işte her sözü bu ohhhhhhhh ile oranladığımızda her sözün satabiliş değerine ulaşabiliriz.

eğer sizin de benim gibi konsantrasyon sorununuz varsa kesinlikle girmemeniz gereken bir iş söyleyeceğim sizlere, umarım cümleyi çok uzun tutup dikkatim dağılmaz. evet yeterince yakınsanız bu sözü duymaya geliyor, kesinlikle konsantre bakır işine girmeyin. konsantre meyva ya da meyve suyu işine de girmeyiniz. ben girdim, içinden çıkılmıyor.

yoğunluk diye bir şey vardı fizik derslerinde, kısaltması neydi acaba hacim bölü bir şeydi sanırım. bu soruyu şıp diye bilecek bir sürü insan var mıdır gerçekten dünya da acaba? oysa aynı bir sürü insan sierre leone'ye gitmek için yanıp tutuştuğum konusunda fikir sahibi bile değil. bazı insanlar sierre leone'ye gitmeli ve oradaki turistik faaliyetlerini bir adet mermi ile taçlandırmalı. alınlarının tam ortasına geçirilmiş bir taç.

dask - bir nevi sesimi duyan var mı

10 Temmuz 2011 Pazar
enkaz altında kalmış çocukluklar güçlüdür
gitmeleri gidişdir ha
hiç dönmeyecekmiş gibisi
kalmalarını bilmem ben hiç kalanını görmedim
sevmeleri desen kalmalarından da beter

shaggy öldü yaşasın yeni shaggy

6 Temmuz 2011 Çarşamba


yayındaki videodaki şarkılar gibi hareketli şarkıları seviyorum, balkanlı olduğumdan kan çekiyor ve son zamanlarda afili filintiların sitesinde çokça vakit geçiriyorum. emrah serbes diye bi adamdan bahsetsem, hani siz hiç bilmiyormuşsunuz gibi, bir nevi linç girişimi olur herhalde adam behzat ç.'nin senaristiymiş. bir bölüm izlemedim henüz ama çok izlemek istiyorum, torrentte bulursam belki başlarım izlemeye. aslında epey birikmiş izleneceklerim var true blood 4. sezon diyor ben daha 3 izlemedim, breaking bad var bir başlasam bitirsem fena olmaz.

ama asıl dikkatimi afili filintilarda bahadır cüneyt yalçın çekti, komik adam okuyorum o yüzden. roman dışında çok uzun yazıları okuyamıyorum o yüzden kuş lokumu iyi olmuş benlik olmuş kendimi buldum. ofiste ekşi sözlüğün sol frameini ezberlemekten bıkmıştım bir günümü kurtardı. şimdi sözü kısa keselim ve nefesleri kesecek bir şiir ile güne noktayı koyalım. şiir venezuellalı bir kadının ölen kocasının ardından yazdığı bir şiir.

petrol kuyusunda çalışan kocası ölen kadının tek solukta yazılmış şiiri

gazeteye ilan verdim bugün pablo
gidişinden beri gazeteye verdiğim tek ilan
annen okuduğunda ağladı,
daha doğrusu ben okuduğumda
bilirisin pablo buralarda anneler okumayı bilmezler
ve eğer bir çocuğumuz olsaydı pablo
ben de bilmeyecektim
latin kadınları yoksul ve güzel olur derler pablo
hayatı okumaktan harfleri unuttuklarındandır
petrol çıkardılar topraktan dedi
ama pablomu aldılar benden

ilan verdim bugün gazeteye pablo
konu komşu duysun istedim
herkes duysun istedim pablo
senin öldüğünü herkes duysun

"bayandan az kullanılmış koca
araba ile takas olur"

öylesine kavramlar üzerine aşk kelamı - gereği tartışılır 1

4 Temmuz 2011 Pazartesi
cabrio aşklar yaşadım bu yaşıma kadar
birden yağmur bastırsa elimi ayağıma dolaştırırcasına

afiyet olsun

yalanmış abi, hayat yaşamak için gerçekten çok uzun ve bu günlerde yapacak şey bulmak çok zor. bir puzzle bitirmek ise bir o kadar kolay. bekleyedurmak çok zor. pazartesi günlerini getirmek bir o kadar kolay. korkuyorum bitmek tükenmek bilmeyecek pazartesilerin gelmesi. ve her pazartesi geldiğinde belki ölümlü bir kazaya karışmayı ummak en yapılası şey bir sonraki pazartesinin gelişine kadar. ölümlü kazada maktul ben olabilirim sonuçta adı üstünde ölümlü kaza ve birilerinin ölmesi lazım. pek çok şeyi hissetmediğim doğrudur. ama ölümü hissederim diye ümit ediyorum. eğer onu da hissedemeyeceksem ne yaparım bilemem. sanılmasın meyilliyim intihara. ne ölüme meyilliyimdir, ne de gitmelere. stand by konuma almışlar sanırım beni. ama stand by konuma alındı diye bir bilgisayar elektriklerin kesilmesinden nasıl korkmazsa bende öyle korkmam işte ölmekten. altı üstü bir priz var çekilesi. çekilemeyen insanlar vardır bir de ya da daha fazla dayanılamayan mı demeliydim. mutlak bir dejavu hissi verenlerden bahsediyorum. kavgalarda bile aynı tadı almaya başlarsın ve dayanılmaz olmuştur.

her insan özlenmeyi hak eder. hiç özlenmemiş olsalar bile. her insanın sevilmeyi hak etmesi gibi. hiç bir zaman sevilmemiş olsalar bile. böyle bir insan var mı merak ediyorum. eğer ben değilsem bu insan gerçekten tanışmak istiyorum. nasıl oldu demek istiyorum. nasıl ki seni sevmediler. beni de sevmemiş olabilirler mi diye öğrenmek için bunu sormak istiyorum ona. sevgililenmekten bahsediyorum elbette. yoksa sürekli alışveriş yaptığın bakkal bile seni sever. ana baba illa ki sever. sevmek öğütlenmiştir onlara. sevgililenmek dediysem, sevgili olmak değil. modern zamanlardayız illa ki birileri olmuştur, çıkma teklifi altında bir şeyler olmuştur. sevilmek gerçekten. baharatsız sevilmekten bahsediyorum. bu ben olabilirim aslında. baharatsız sevilmemiş olabilirim. hem de hiç, bir kere bile.

baharata karşıyım aslında, kekik, kimyon, nane, zencefil ne olursa olsun. yemeğe tat vermekten ziyade, kendi tatlarını yemeğe sindirirler. bu sebeple saf tadını alamazsın yemeğin. o yüzden yemeğin üzerine lütfen baharat koymayınız. eğer o yemeğin tadını seviyorsanız. limon da sıkmayınız. bunları yapmak istiyorsanız lütfen sizden ricam yemeği yaparken bunları karıştırınız. böylelikle sevdiğiniz yemek onları daha sevdiğiniz yemek haline gelmeden özümser ve kendi tadına karıştırır. yemek pişerken karışmayan baharatlar ileride sorun olur. unutmayınız birlikte pişmeyen şeyler birbirlerini tamamlayamazlar. eğer bir yemekte baharat tadını çok alıyorsanız, üzülerek söylemeliyim ki kötü bir yemek yiyorsunuz ya da yediğiniz yemek sandığınız şey değil.