bütün güzellikler şubatta ölür

30 Aralık 2013 Pazartesi

henüz baş aşağı edilmiş bir kum saatine bakıyoruz ikimiz
bir tarafı sen
bir tarafı ben
hangimiz aksa eksik birimiz

bütün güzellikler şubatta olur


geri saymaya başlamış bir bomba düzeneğinin üstüne oturuyoruz ikimiz
mavi kablo ben
kırmızı kablo sen
hangimiz kesilse eksik birimiz

gündemlere ve araplara dair dağınık yazı

26 Aralık 2013 Perşembe
gündemden uzak durmamalı insan, her yaşta. bakanların ve yolsuzluğun revaçta olduğu bu günlerde, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımızın olduğu bugünlerde bir bakandan konuşmak bahsetmek isterim ben de. ayabakan'dan... o atlara has zarafeti tepesinden tırnağına her hücresinde taşıyan ayabakan'dan. şampiyondan. ah zavallı ayabakan'dan. padokların en bahtsız yakışıklısından. ayabakan bir attır. hep yolunda koşmuştur. yahut diyebiliriz ki ayabakan koştuğunda her şey yolundadır. o sebepledir ki ayabakan'da yolsuzluk yoktur. tam onbeş kez boxtaki yerini almış onüç kez birinci olmuş. bir defa yarışı bitirmeyip yarış hayatını bitirmiştir. bir keresinde de birinci olmamıştır. kafkaslıya geçilmiştir. kafkaslı hani şu maalesef atların sahibini seçemediği veciz sözünün gizli öznesi. hani şu dokuz yaşında para hırsı için ordan oraya sürülen yaşlı şampiyon. hani  birlikte koştuğu tüm arap efsanelerini mutlaka ama mutlaka bir kere geçebilmiş vakti zamanının fakir ama gururlu genci. hani seçemediği sahibinin harasına üç beş kuruşa alınıp sakat ayağıyla geldiğinde pedigrisi iyi diye bir denenip seçemediği sahibine bir ayakkabı kutusunun içine sığacak kadar para kazandıran güzeller güzeli arap safkanı. atlar da yazarlar gibidir vesselam, öldükten sonra da buruk ama mutlaka anılırlar. kafkaslı ölmüştür, kimbilir o gün bir sürü iyi insan ölmüştür ancak kitlesel hüzne sadece o sebep olmuştur. kafkaslı olmuştur, noktalar gelmiştir kafkaslı ölmüştür. bazılarına ise nokta henüz gelmemiştir. turbo olmuştur, hep olsun hiç ölmesin. turbo diyorum hani şu ilk onküsur yarışında uzak mesafe fark yapan, beyaz bayrak aynacı turbo. karizmatik tüylü kır at. hani şu artık koşamaz olunca sahiplerinin bir dölüne yüzbinlerce istediği at. sağıldığının farkında olmadan ne insanları sevindirmiş hep genç kalacak at. ne güzel atlardı onlar. hepsi yolundaydı hiç yolundan sapmadı. sahipleri vardı onlar yolsuzdular insandılar insanlar hep yolsuzdular. atlar ise hep iyi.

gelmiş geçmiş tüm arap atlarına saygıyla, ingilizlere de...

bu şarkıya bulmama vesile olan vessel'e de...




dolu dolu yazı

23 Aralık 2013 Pazartesi
satantango filmi gösterilecekmiş bilgi üniversitesinde bu cumartesi günü. deli sikmişçesine izlemek istiyorum bu filmi. bu filmi bir de empire filmini.
gel desem birilerine gidelim izleyelim kimse gelmez. birisi beni de çağırsa gel dese dörtyüzelli dakkalık film izleyelim dese ben de gitmem.
ama karşı koyamadığım bu izleme isteğimi bir şekilde bastırmam lazım. ben bu filmi torrentte bile indirememiştim. daha doğrusu torrent bile indirmemişti de siktir git dercesine günlerce boş boş takılmıştı.
hayır neme lazım benim dörtyüzküsur dakkalık film. yüz dakika üstü filmleri izleyemiyorum ben altındakileri de onyedi kere durdurarak izliyorum.
bu filmi izlemeden rüyada görmenin bir yolu var mı acaba. inanın entel görünme kaygım yok, adı bela tarr olan bir yönetmenin filmi izlenmez mi? ahenkli isim dansöz ismi gibi ama değil. yönetmen adı hiç filmini izlemedim ama kallavi filmler çeken yönetmen adı.
buradan bilgi üniversitesine sesleniyorum: yapmayın böyle şeyler, insanlara seçenekler sunmayın. seçmek tembelliktir.
buradan tüm otoritelere sesleniyorum: yasaklayın herşeyi. yasak olan her şey akıllara giriyor.
buradan sevip de kavuşamayanlara sesleniyorum: sevip de başa bela açmayın. kavuşunca meşk kavuşamayınca aşk olur.
buradan kader mahkumlarına sesleniyorum (hem de en esrarlı sesimle): burada herkes masumdur.
buradan compay segundoya sesleniyorum: ölmemen lazımdı üstadım bu isimle ölmemen lazımdı.
buradan tüm direnişçilere sesleniyorum: kardeşlerim; ilk önce parkları yıkmalıyız, parklar çalınmış özgürlüklerdir.
buradan ece ayhana sesleniyorum: dediklerimi bir düşünün abiler üstüne tartışacağız.
buradan artık seslenmiyorum...

imzalanacak yerleri gösteren şiir

9 Aralık 2013 Pazartesi
ben seni biraz sevmiştim
sen de beni biraz sevebilirdin
muayyen günlerin dışında
belirli gün ve haftaların dışında
mesela dünya aids gününde sevmek istemezsen anlayabilirdim
ben seni her gün biraz severim
ama sen sevmek istemezsen anlayabilirim
mesela on kasımlarda
ya da direniş günlerinde
ben seni hep biraz severim
biraz biraz seve seve biriktiririm
bireysel emeklilik gibi
on yıl sonra sistemden çıkarken tüm sevgimi alıp gidebilirim
yüzde yirmibeş devlet katkısı da cabası
ben seni her gün biraz biraz severim
devleti hiç sevmem
sen de sevme
ama beni bazı günler sevebilirsin mesela çarşambaları
ya da cumaları
ya da haftanın belirli gün ve saatleri
böyle böyle birikir
çiğdem kabuğunu ayırıp avcuna koyduğun gibi mesela
öyle öyle az az sevebilirsin beni
sonra tümünü tek seferde yersin
benimle paylaşmak istemezsen avcunun içindeki sevmeni
inan hiç kızmam
ama paylaşırsan
inan çok sevinirim
camiden çıkarken ayakkaplarını hemen bulan amcalar gibi mutlu olurum
ben seni her gün biraz severim
fena mı olur
belki yıllar sonra değer kazanır sevmelerimiz
aşk sahibi oluruz

medcezirli yıl sonu raporu

yakınlarda birisine yıl sonu raporu alıp almadığını sormuştum. yıllar sonra ya bu şey hangi yıl olmuştu dediğinde şıp diye yılını anımsayıp anımsamadığını. alıyormuş yıl sonu raporunu hatta yazıya bile döküyormuş. neyse ki mesel o değil. benim yaptığım yıl sonu raporları. tek sayılı yılların çift sayılı yıllara oranla daha hareketli olduğu bir ilk gençliğim ve son gençliğim vardı. taa ki ikibin11e kadar. ikibin11 o kadar sik gibi geçti ki, ufak bir ev değişikliği dışında hiçbir yeni bir şey olmadı. yeni bir insanla bile tanışmamış olabilir. sonra ikibin12 geldi ve daha sıkıcı bir yıl nasıl olurun cevabını verdi. akılda kalıcı sadece iki olay oldu ikibin12de oysa bunlardan bir tanesi tüm hayatımı etkileyebilirdi. etkilesin istemiştim, etkilemeliydi. hala da isterim ikibin12den birilerinin gelip ben burdayım deyip saçlarını yüzüme sürmesini. ama o istemedi sanırım. gitti. diğer amarcord olayı ise ilk işimden bana meslek kazandıran işimden ayrılışım oldu. aslında belki de ikibin13 dediğimiz yılın kişisel tarihime kazınmasının sebebi bu ayrılıştır ama kader inançsızlığım buna ikna olmama engel oluyor.
aslında bu yazı ikibin13 raporu olacak. ikibin13 ocağından aralığına kadar nerdeyse her ayı bir süprizle geçti. süprizin altını çiziyorum burada. dans ettiğiniz kişi hayata karşı mimik değiştirmeyen bir kavalyedir.
bu yıl öyle insanlar geldi ki hayatıma gitmesinler istedim, hiç gitmesinler. sonra gidenlerin en iyi yanı gelenlere yer açmalarıdır dedim. sonra siktir lan, züğürt tesellisi bunlar dedim. gitmenin bir yanı olmaz iyi ya da kötü. yaşanmışlıklar vardır sadece. gitmeler de gelmeler gibi yaşantının parçasıdır. gelenlerin gelmesi ne kadar çoşkuluysa gidenlerin gitmeleri de o kadar çoşkuludur. bir de gelmeyenler var. asıl hüzün gelmeyenler içindir. bilinmezdir onlar. sır olarak kalırlar. içe atılan birer sır. gelseydi gitseydi ne olacağı bilinmeyen bir karanlık koridor. ölmek gibi bir şey ama ölmek değil.
sen kendini bilir misin okuyan. bilmiyorsan bilme öğrenme kendini. biliyormuş gibi yap ama bilme. bilince işler sarpa sarıyor. gelenler gidenler gelemeyenler hep bir olup çalan bir telefon alarmıyla sana şarkılar söylesinler. bilince söylemiyorlar. senelerdir değişmeyen tek melodi geliyor kulağına. come on baby let s go someone on the telephone... kendini bilme ki yokluklar da var gibi olsunlar. bilince yoklar yok varlar var oluyor. gelemeyenler ise hüzün. pazar geceleri maç sonrası eve gelince bir duşluk hüzün. bilince bu hüzün dönüyor rusça olarak sen istiyor duj verecek elli dolar daha sığlığında oluyor. ya da bir arkadaşın efkarlanırken şöyle ağız dolusu anlatmak istersen kelimatör oynama arzusuna dönüşüyor. hüzün iyidir aslında. uzun uzun seviştirir ruhları.
bu yıl öyle bir şey oldu ki okuyan. nefes aldım. bugüne kadar hiç almamışım nefes dedim. sonra geçti. sonra gene aldım. süzüldüm ayaklarım yerden kesildi insanlar gördüm deniz gördüm ağaçlar gemiler kumlar hem de hiç görmediğim gibi hiç bakmadığım yerden. ne gelmenin ne gitmenin çoşkusu ne gelemeyenin hüznü. hiçbir şeye benzemeyen bir görmek.
bu yıl öyle şeyler oldu ki, herkesin takdirini alırken, herkesin sevgisini kazanırken, saçlarını merak ettim. nasıllar acaba. gelenlerin gidenlerin gelemeyenlerin. dokunduklarım, dokunmadıklarım, dokunamadıklarım.
bu yıl öyle şeyler oldu ki okuyan, gene ağlamadım. ağlat beni ikibin13 son kıyağın bu olsun.

hamiş: en son hangi yıl da ağlamıştım acaba. hah hatırladım. neyse ki çok hala çok olmamış...

disiplinler arası keşmekeş

2 Aralık 2013 Pazartesi
yanan bir arabanın içinden sağ çıkan bir adam da olsanız, eninde sonunda beğendiğiniz filmler aynı olacaktır. shawshank redemption, tosun paşa, old boy.... sinema matematik gibi aksiyomlarla dolu bir disiplindir. matematik sinema gibi aksiyonlarla dolu bir disiplindir. örnek verelim galois. intihar ise sinema ve matematikten bağımsızdır, bir tercih değildir sürüklenme halidir. insanlar sürüklenmeyi tercih etmezler, hatta bir süre direnirler ve kimbilir belki de kalkarlar. buk der ki insanlar intihar eğilimimi cesaret sanıyorlar. ve buk kimbilir belki de sürüklenirken doğal yollarla ölmüştür. tarih olmayanları değil olmuşları inceleyen bir disiplindir. kişisel tarihten tutun da antik roma tarihine kadar. ve olmuşlar gerçeklikten ziyade onların nasıl kaydedildiği ile ilgilidir. onsekiz yaşındayken bir kadını sevmiş olabilirsiniz. yirmibeş yaşınıza geldiğinizde onsekiz yaşında o kadını sevmemiş olduğunuzu kaydederseniz resmi tarihiniz o kadının sevilmemiş olduğu yönünde sapmalar gösterir. romantik tarihçiler ve psikologlar aslında bunun bir savunma mekanizması olduğunu iddia edebilirler. onlara inanmayınız. psikologların çoğu korkunç insanlardır. ruhunuzun aydınlatılması gerçekte o kadar da iyi bir şey değildir. çünkü aydınlık olan şey tüm özelliğini yitirir. en fazla hayranlık, acıma, sevgi gibi şeyler beslenmesine yol açar ve sonrasındaki umursamazlık aydınlığı üzer. biz buna ekonomide vazoda duran çiçek etkisi deriz. ve botanik ilmi çiçeklerin ve diğer nebatatın öldürülmesi üzerine ahkamlar kesmez. bir çiçeğin kesilirken, yahut bir vazoda canı yanar mı diye hiç sormaz. bunu divan edebiyatçıları vakti zamanında kısmen de olsa sormuş olabilirler ancak edebiyat bir disiplinden ziyade kusma eylemidir. edip kişinin içindekileri boşaltıp topu diğerlerine atmasıdır. ali şeriati devrimin yediği çocuğudur. ve der ki sizi rahatsız etmeye geldim. oysa bir sosyolog rahatsız etmek için vardır. bir fanusun içinde yaşıyor olmak bunun bilincine varan kimi rahatsız etmez ki. demiş miydim intihar bir tercih değil bir zarurettir.

kendini tekrar eden eski çağ şiirleri

30 Kasım 2013 Cumartesi
kedilerin en çok korktuğu antik yunan tanrısıydım ben,
geceleri olimposta meslektaşlarıma haşlanmış kahve satarken
gündüzleri modern yunan tanrılarına enflasyonu anlatıyordum

bir gece elimde ibriğim
dar sokaklarında bağırarak dolaşırken olimposun
benden gayrı tüm tanrıların
haşlanmış kahve alacağı tuttu
zehirlendiklerinden midir
başka bir hastalık mıdır bilinmez
benden gayrı tüm tanrılar
ölmüştü

yalnızlık zor
tek olmak daha da zor
o gün bugündür ağlarken yoldaşlarıma
her gece gözyaşı dökerim de
insanlar yağmur sanarlar
başka başka diyarlarda

----------------------------

barbar bir kuzey kavmi gelip
köylerimizi yakalı beri
kimse türkü yakmamıştır bu topraklarda
iki yangına nasıl yer versin kalplerinde bu insanlar

kan sesleri kılıç seslerini bastırır mı ağalar
ben duydum bastırırmış
şimdi selahattin eyyubi olsaydı burda
içinde tüm aysel geçen şiirleri bir bir okurdu size
gözleriniz dolmaktan
kulaklarınız kan seslerini duymazdı

ama ne şanstır ki güzelim
selahattin eyyubi en çok lazım olduğu anda
bir türlü gelemeyendir
 
----------------------------
 
ben aşkı ayyaş savaşçıların kalktığı masalardan topluyordum

ister inanın ister inanmayın
güzeldi ortaçağda kadınlar
pasaklı ve güzel

bir garson yamağı misali
aman aman misali ne kelime
bir garson yamağı
aşkı ayyaş masalarında öğrenir
güzel, dolgun kadınlardan
iğrenç heriflerin sarhoş sarhoş öptüğü
öperken sızdığı kadınlardan

ister inanın ister inanmayın
güzeldi ortaçağ
kadınlar 

türk kahvesi ve saba makamında okunan romantik ezanlar

26 Kasım 2013 Salı
ben bazı konularda sözümde dururum. türk kahvesi yapmayı mesela öğrenmeyi reddediyorum. öğrenmeyi değil aslında yapmayı reddediyorum. oysa severim ben türk kahvesini. insanın canı bazı şeyleri çeker ya, öyle anlık bir heves anlık bir can çekmesinden bahsetmiyorum, düzenli olarak çekmesinden bahsediyorum. ben de bu enginar ve türk kahvesi. ha bir de kafamın içinden geçen bir kurşun. korkmayın üçünü de yapmıyorum sadece canım istiyor. itiraf: enginar yapıyorum nadiren, çünkü kimseye enginar yapmayacağıma dair söz vermedim. dönelim kahve hususuna bir söz verdiğim için hayatımın sonuna kadar kendime kahve yapmama ihtimalim var. farzedelim ki bir doktorun hamile kalırsam yüzde doksan ölme ihtimali olduğunu söylediği bir kadınım. üreme içgüdüsü vs. hayatta kalma içgüdüsü. çok büyük ihtimal hayatta kalma içgüdüsü kazanır. işte ben de söz verdim, hayatta kalma içgüdüsü kadar verdiğim bazı sözler. sanmayım ki bizde söz namustur düsturunu benimsemiş bir kişiyim. namusun da atom fiziğinin de canı cehenneme. benim meselem hayatta kalma güdüsü, böyle böyle amaçlarım oluyor işte. her içtiğim türk kahvesi kendime anlattığım bir hikayedir, küçük sırların verdiği mutluluktur. bir gün sırrın diğer tarafına anlatılacak bir çoşkudur. unutmayın her sır iki kişiliktir. ayna gibi. zahir yüz, batın yüz. ilk kez orospu çocuğu oynadığında orospu çocuğu olmak ve o oyunu kazanmak gibidir. tek fark o oyunun sonunda herkes senin nasıl bir orospu çocuğu olduğunu bilir. türk kahvesi sırları ise öyle değildir. belki günün birinde müessibinin bileceği geri kalan insanların aa türk kahvesi yapmayı mı öğrendin diyeceği bir detaydır. ya evet yeni öğrendim keh keh keh derken, içinden herhalde yarraam sanki dna haritası çıkarıyoruz demektir.

şimdi sen okuyan aşağıda sana bazı sorularım olacak
1. şu abuk videodaki adam bulut aras mı
2. florence nightingale bir kuş cinsi mi
3. hiç orospu çocuğu oynadın mı
4. yaşama içdüsü mü üreme içgüdüsü mü yoksa ikisi de aslında aynı şey mi
5. yazıdan bir şey anladın mı
6. kahven nasıl olsun

hamiş: dayanamadım gelip yazı güncelledim, sürrealizme yaptığı katkıdan ötürü serbülent kardeşimizi kutluyorum. 

yüksek ego

25 Kasım 2013 Pazartesi


koşmanızı istiyorum. koşarken birden ayaklarınızın yerden kesilmesini istiyorum. bunun nasıl bir his olduğunu bilmenizi istiyorum. hissettiğinizi tamamıyla bilmek istiyorum. bir yaprak gibi savrulmanızı istiyorum, ya da hayır hayır bir torba gibi. bir türlü gelmeyenlerin bırakamadığı izleri görmenizi istiyorum. sonra gidenlerin bıraktığı izleri görmenizi istiyorum. home again mırıldanırken ayaklarınızın yere basmasını istiyorum. arkanıza dönüp usturuplu bir küfür savurmanızı istiyorum. sonra o günün gecesinde gelip bana hissettiklerinizi anlatmanızı istiyorum.

yüksek seksli müzik yayını

11 Kasım 2013 Pazartesi

ps: kısa vadede hayatımı sikti

birinci tekil kişi halleri

bana gayptan haber versene kadın, en çok da gözlerim kapalı elime koyduğun şarkılarla. kimselerin hangi dilde olduğunu bir seferde bilmediği şarkılarla. ellerimi ellerinle bir kına gecesindeki gelin misali başım bükük kapatsana kadın.

bende kalıcı hasar oluştursana kadın, en çok da senin şiirlerinle. bir biberona doldurduğun şiirlerinle. kucağına alıp beni gözlerimin içine bakarken bir bebek misali besle beni kadın.

beni yokluğunla kuşatsana kadın, en çok da yüreğime bıraktığın korkuyla. kent duvarlarına onlarca askerin yığıldığı kuşatılmamış bir kentte kaderine razı ortaçağ insanları misali beklet beni kadın.

benden bir anda vazgeçmesene kadın, en çok da gökyüzüne ilk defa kanat çarpan kuşlarla. tüyleri henüz tamamlanmış biteviye afrika belgesellerinde bir şekilde hayatta kalmış yavru kuşlar misali göklere çıkar beni kadın.

post mortem anlar

6 Kasım 2013 Çarşamba

dört saat uyudum bugün. bir kere de öldüm. sen yanımdaydın öldüğümde. en son seni gördüm. son nefesimi sana verdim. aldın hiçbir şey olmamış gibi. ben öldüm. saçlarıma dokundun. ellerinle dokundun. gözlerime baktın. kapandılar sonra. hiçbir şey olmamış gibi. uykulara gider gibi. ağladın sonra. yanıma uzandın. sarıldın. ben öldüm, sen kaldın. sen kadın. öyle güzel sarıldın ki. ben hep senin yanında ölürüm. uyur gibi.

resmi ve siyasi olmayan yazı

29 Ekim 2013 Salı



bugün içimde bir çoşku bir sevinç sorma gitsin. sanırsın ki bugün bayram ve bu bayram yazısı. öyle değil ama hiç değil. güzel ahmet abim benim. neler oldu bir bilsen bugün. tam dört kez onu hatırladım. dördü de birbirinden güzeldi. en güzeli üçüncüsüydü. üçüncüsü ikincisinden güzeldi. ikincisi dördüncüsünden güzel. dördüncüsü birincisinden güzel. böyle böyle sırasız güzeldi hatırlamak. sonra bir baktım ahmet abi, hatırlamak gibisi yoktu. şiir gibiydi, senin adın gibiydi bir şiirden çalıntı. onu hatırlamak ahmet abi şiir gibiydi. şiirin ta kendisi. bir çoşku bir sevinç sorma gitsin. bugün güzeldi ahmet abi. bir sürü şey öğrenmek gibi güzeldi. bir kemiğe bakıp onun latince adını söylemek gibi güzeldi. ılık bir havada kemikleşmiş bir semtin kentleşmiş sokaklarında yürümek gibi güzeldi. hiç üşütmeyen bu havada ceketini çıkarmak tedirginliği gibiydi işte. güzeldi işte ahmet abi daha nasıl resmedilir bir güzellik. öyle bir güzeldi işte. çalakalem yazılmış bir filmin iç ısıtması kadar güzeldi. üstüne çok kafa yorulmuş bir fikrin batması kadar güzeldi. aniden olan şeyler gibi güzeldi. mesela bir yıldırım düşmesi gibi güzeldi. kemikleşmiş semtlerin kentleşmiş balkonlarından gelen bir çiçek kokusu gibiydi mesela. birden işte, burna çalan bir tını gibi güzeldi. bugün ahmet abi dört kere hatırladım onu. hiç birisinde yoktu hepsi birbirinden güzeldi. en güzeli üçüncüsü.

imla kaideleri

21 Ekim 2013 Pazartesi
her nokta bir cümle katili
her virgül bir bıçak yarası
üç nokta bir koma bekle ki ölesin bekle ki dönesin
her ünlem bir çığlık
her tırnak bir zindan çık çıkabilirsen

rastgele

20 Ekim 2013 Pazar

 içim ne kadar eziliyor anlatamıyorum. çığlık çığlığayım susamıyorum. bir ele ihtiyacım var. her anlamda bir el lazım. içimi dışarıma çıkaracak bir el. beni bilmez bir el. sen uzun yollardan sonra böyle olursun demeyecek bir el. içim dışım bir ele. el ele.

abecesel

17 Ekim 2013 Perşembe
zebercet: karakter
macit: koper
yağmur: yağar
güneş: durur
dünya: döner
beşer: şaşar
anne: ağlar
nefis: çeker
saat: çalar
peynir: yenir
ciğer: mundar
libas: giyer
ölüm: gelir
vekil: bakar
umut: biter
düğün: kurar
riyaziye: toplar
çeviri: yapılır
el: çekilir
hak: alınır
fıkıh: bilir
toprak: tutar
oyun: bozulur
jilet: atılır
itibar: edilir
şirk: koşulur
ışık: tutulur

diyaloglar ve hintliler

10 Ekim 2013 Perşembe

a: dün gece sevgilim aradı birden
b: eee
a: yanlış numara dedim kapattım telefonu
b: neden
a: benim sevgilim yok ki

a: sen o kadınla evlenme
b: neden
a: çok sıkıcı çünkü; bütün bir ömür muhteşem yüzyıl izleyeceksin

bu yazıları sadece şarkıyı paylaşma için yazdım

trajik bir hikaye

30 Eylül 2013 Pazartesi

bir keresinde ölümlü bir trafik kazasına karışmıştım. kazadaki ölümlü bendim. öldüm. kırsalda şarampole yuvarlanmıştım. şarampol yuvarlanacak çok güzel bir yerdir. beni sevenlere güzel bir anı bırakmıştım. ölümümü anlatırlarken şarampole yuvarlandığım akıllarına gelecekti. şarampolün hoş söylenişi onları bir an mutlu edecekti. ancak işler hiç sandığım gibi gitmedi. jandarma geldi, olay yeri inceleme geldi. çarpmanın etkisiyle arabadan fırlamışım da arabadan otuz metre uzakta bulmuşlardı bedenimi. kan içindeymişim. bana kırmızı çok yakışırdı ancak toprakla buluşmuş kan siyaha çalmıştı nerdeyse. bana siyah daha çok yakışırdı. öyle derlerdi yani. bir takım yasal süreç yaşandı jandarmayla aramızda. devletin ölümlere müdahalesi şeklinde yorumladım. insan bedeni her daim bir erke ihtiyaç duymuştur. habersiz ölemezsiniz bile dedim. sonra sigorta şirketine falan da haber verildi sanırım. ama ben görmedim, ambulanstaydım, siyah bir torbanın içinde. sigortacının gelişini görmeyişime çok sevindim. ölümün kapitalizmle imtihanı devletle imtihanından daha acıklı. ölümleri trajik hale getiren bu aslına bakarsanız. aileme çoktan haber verilmişti. artık bir kimlik verisiyle herşeye ulaşılabiliyordu. şimdi ağlayarak yolda olmalılardı. kazaya karıştığım yerin en yakın ilçenin hastanesine kaldırdılar siyah torbamı ve içindeki beni. sonrası bildiğiniz bürokratik süreçler işte. beni bir tanıdığımın teşhis etmesi istendi. abim ve annem bunu yapamazdı. babam ise yapabilirdi. babam beni ve zaruretleri çok severdi. bu zarureti en iyi o yapabilirdi. onu ağlarken görme imkanım olacaktı hem. neyse şehirlerarası bir cenaze taşıma işi yapılmalıydı. aslında hayatta olsam bu işler tam benlikti. ben gidiciydim. gidiciler ne iş yapar bilir misiniz siz? ancak hayatta değildim bu işleri kim organize etti bilmiyorum. işte asıl olay da bundan sonra başladı. gece yola çıktı aracımız ben cenaze aracında kasada gidiyordum arkadan ise ailem geliyordu. gene bir şarampole yuvarlandı beni taşıyan araç. sar baştan aynı şeyler. tam bir trajedi olabilirdi bu ikinci kaza ancak ben bu sefer dirimli bir kazaya karışmıştım. çarpmanın etkisiyle tabutum arabadan biraz öteye fırlamıştı. aracın sürücü ise araçta sıkışmıştı. sanırım ölmüştü. sanırım değil ölmüştü. bir an göz göze geldik ama nerde geldik anımsayamıyorum. araf diyelim. işte şimdi siki tuttu dayı dedim. bir sürü prosedürü var ölmenin. sonra birden kayboldu kırklı yaşlarındaki bıyıklı adam. belki de ben kayboldum. çünkü tabutumdan fırlamıştım. dipdiri ayaktaydım. ilk kazadan kaybettiğim kanlar sebebiyle olsa gerek biraz başım dönüyordu ancak sorun değildi. pancar yerdim domates yerdim kan yapardı. bir iki güne iyi hissetmeye başlardım. şu ahir ömrümde bir kere ölümlü bir kazaya karıştım bir kere de dirimli bir kazaya. başka da bir şeye karışmadım.

seks para gizem dolu bir hikaye

23 Eylül 2013 Pazartesi


dedem ne zaman rakı içse bu şarkıyı söyler kafası güzelleştikçe şivesi daha da keskinleşir. kafası güzeldir dedemin. balkanlardan soğuk hava dalgası kadar güzel kafalar da gelir. güzel kafalar ile keskin şiveler dedelere yakışır. babannelerin ise gençlikleri güzeldir. siyah beyaz bir kaç fotoğraf ve babanneye benzeyen halalar buna işaret etmektedir. dedeler ve babanneler turgenyevin öldükten sonra yazdığı bir aşk romanıdır. bunu bana hayattayken okuması yazması olmayan öldükten sonra ise edebi dünyanın öteki taraftaki uzantısı olan ebedi dünyaya hızlı bir giriş yapmış olan babannem söyledi. rüyamda söyledi. ölüler diyarında rusçayı anadili gibi konuşmaya başlamış. fakat anadilini şiveli konuşan bu kadın rusçayı kimbilir nasıl konuşuyor. bunu bu gece rüyamda turgenyev'e soracağım. aralarında bir şey var sanırım ve dedem bunu duyarsa babannemi öldürür. pardon diriltir mi demeliydim. neyse bu kafamı karıştırdı, üzerine biraz daha düşünüp kararımı daha sonra yayınlayacağım. turgenyev'e soracağım sormasına ama onun türkçe bildiğinden emin değilim, benim ise rusça bilmediğimden bir o kadar eminim.

rusça bilmemek demek ayaspaşa rus restoranına gitmeyi istememek demek değildir. hala açıksa eğer aralık ayı içersinde oraya gideceğim ve borş çorbası içeceğim. hesabı ödemek için kasaya gittiğimde ise hepsi borça gitti diye espri yapacağım. bakalım turgenyev bu espriyi anlayacak mı? eğer anlarsa babannemle aralarında bir şey yok demektir. eğer anlamazsa bu olasılık devam ediyor demektir. gümüşsuyundan yukarı taksim tarafına çıkarken aslında gümüşsuyundan yukarı başka bir çıkış yoktur aslında inönüye ve kabataşa doğru inişler vardır. vakti zamanında gaspçıların mesken tuttuğu parklar vardır. taksim meydanına çıktığınızda ise istanbul'da olduğunuzu anlarsınız. allahım o ne güzel bir cıvıltıdır. sıraselviler, harbiye, tarlabaşı tarafından binlerce insan istiklal caddesine akın ederken bir balık sürüsündeki balık kadar sorgulayabilirsiniz dünyayı. rahmetli babannem  derdi ki fish knows everything fish is mute.

yukardaki paragraflarda anlam bütünlüğünü bozan cümleleri bulup yazarına lanet okuyunuz.

ayletme beni etkisi ya da yasaklı şarkılar diye bilinir

22 Eylül 2013 Pazar

akşamdan kalma hayaller içinde
masada bir limonata en kallavisinden
elimde bir kitap en haşhaşisinden
bekliyorum körler ülkesinde
gelsene

azsimetrik information

21 Eylül 2013 Cumartesi

yarın gideceğim yalnız başıma alıp başımı yalnız gideceğim yarın

bugün doğanlara selam olsun

14 Eylül 2013 Cumartesi


türkçe ne kadar garip bir dil dedi bana bozuk türkçeli çinli bir kadın. hoşuma gitti diyorsunuz beğendiğiniz bir şey olduğunda oysa hoşuma geldi demelisiniz. böyle düşünmemiştim mantık olarak haklıydı. gitmek ayrılık bildiren eylemdir, uzaklaşmalı. hoşuma giden bir şey varsa hoşum benden uzakta olmalı. anam avradım olsun deyiminin gerçek anlamını kavradığımda da böyle bir aydınlanma yaşamıştım.

dergah

12 Eylül 2013 Perşembe
sen benim aynamsın
sen benim aynımsın
sen benim ayn'ımsın

ağlantılı feminen şarkı

3 Eylül 2013 Salı

bir kere daha dinlemek için

ağlantılı maskülen şarkı


bir kere daha dinlemek için

çok yönlü yazı

21 Ağustos 2013 Çarşamba
bu yazıyı istediğiniz gibi okuyabilirsiniz
uu
     y
y     a
a       z
z        ı
ı          y
y          ı
ı              i
                s
i                t
s                 e
t                   d
e                    i
d                     ğ
i                        i
ğ                        n
i                          i
n                          z
i                                g
z                                 i
                                    b
g                                    i
i                                        o
b                                        k
i                                          u
                                            y
o                                           a
k                                            b
u                                             i
y                                              l
a                                               i
b                                                r
i                                                  s
l                                                   i
i                                                    n
r                                                     i
s                                                      z
i
n
i
z

son şaka

19 Ağustos 2013 Pazartesi
evet önce biraz müzik dinleyelim ardından cenaze namazına başlayabiliriz.


namazımıza arapça sözlü hafif doğu müziği ile devam ediyoruz. merhumun eşinden merhuma geliyor.


evet sayın cemaat, şu an imamınız konuşuyor. merhumun cenazesine hoşgeldiniz. merhum yaklaşık altı saat önce ebediyata intikal etmiş durumda. arkasında gözü yaşlı çok güzel insanlar bıraktı. deniz seviyesinden yaklaşık yüzelli metre yüksekteyiz. hava cenaze kaldırmak için çok güzel. yaklaşık kırk dakika sonra merhumun mezarı başında olacağız. mezar başında sıcaklık yirmi iki derece. keyifli namazlar diliyorum.

ladies and gentlemen or just gentlemen, imam speaking. you all welcome to funeral. decedent died almost six hours ago. he left behind so nice and crying people. now we are at nearly 150 mts above sea level. weather condition is perfectly fine to hold the funeral. we will be arrived in graveyard within 40 minutes. weather temp at graveyard is 22 celcius. have a nice prayer.


az kişili bir aşk yaşayan adamın hikayesi

12 Ağustos 2013 Pazartesi
el üstünde tutuyordu adam kadını
avcunda biliyordu kadın adamı
öyle seviyordu ki adam
öyle sevilir
bir kelimesi kadının
sonrasıydı adamın
bir gülüşü kadının
öncesiydi adamın
bir bakışı kadının
şimdisiydi adamın
öyle bir sevmek yoktu
olmadı zaten
sıkıldı kadın
bıkmadı adam
ne sözü
ne gülüşü
ne bakışı bitti
bittiyse de görmedi
görmedi adam
gözleri görmedi
"beni sevme artık gidiyorum"dediğinde kadın
görmedi adamın gözü hiç bir şeyi
nasıl yaptı bunu anlamadı
polisler geldiğinde ağlarken buldular adamı
kadının güzel kanlı saçları avcunun içindeydi
görselerdi polisler adamın yüreğinde yazıyordu

"rabbi erini keyfe tuhyil mevta"

taziye

varlığına en çok sen kadar sevinirdim
yokluğun ise alabildiğime hüzün

dengeli beslenme

4 Ağustos 2013 Pazar


gözlerimi alamadığım birisi var. parasız kalmıştım bir kaç gün önce, bir yerden de para bekliyordum. daha doğrusu umut ediyordum. karnım acıktı. umudum kırılmaya başladı. emanetçiye gittim, hani şu rehinciler var ya onlardan birisi işte. verecek bir şeyim yoktu. gözlerimi koydum masaya. masa göz göz olmuştu. gözlerim yaşarmıştı. sanırım olmaması gerektiği bir yerde olduklarından. gözlerimi aldı rehinci bana para verdi. bir kaç kağıt para, biraz da madeni. dükkandan çıktıktan sonra demir paralardan iki tanesini göz boşluğuma yapıştırdım. gözümü para bürüdü diye espri yaptım içimden. anatomik olarak yanlış bir espriydi. göz çukurumu para bürüdü diye düzelttim esprimi, içimden. yalpayarak yürüdüm, sokaklarını avcumun içi gibi biliyordum bu şehrin. ancak bir sorunum vardı, küçük bir sorun. avcumun için göremiyordum. navigasyonunu kaybetmiş kamyoncu gibiydim. acıklı. acıkmıştım. paraları büyüklüklerine göre farklı ceplerime koymuştum. iki tane cebim vardı. yirmilikler sağ cepte. bozuklarla, onluklar sol cepte. bir pideciye girdim. patron yok. dediler. yanlış anladınız beni monsieur dedim. doğru yazmış mıydım emin olamadım. fransızca hep zordu. görmüyorken de. ben karnımı doyurmaya geldim. kusura bakma kardeş biz seni şey sandık dedi. şeyin altını çizmişti. kulaklarımla görmeyi öğrenmiştim, altı çizili kelimeyi hemen duymuştum, ya da görmüştüm. mühim değildi insanlık haliydi. sokaklarda gözünü para bürümüş binlerce insan vardı. bir garson çocuk sesi ne vereyim abime dedi. kıymalı yumurtalı bir buçuk porsiyon pide istiyorum dedim. yanında da ayran. ayran yok abi dedi. ayran satma ruhsatımız yok mahçubiyetle. yeni hükümet ayran satışına bir sürü engel getirmeye başlamıştı. iyi bir bira ver o zaman dedim. tamam abi dedi. yumurtanın sadece sarısını istiyorum, bir de bira pideyle birlikte gelsin dedim. tamam abi dedi. ancak beni dinlemedi, birayı önden getirdi. otoritem sarsılmıştı. birayı yemekle birlikte istemiştim dedim. alıp geri götürdü. pideyle birlikte birayı getirmedi. yani hemen getirmedi, bir kaç dakika sonra getirdi. sanırım benden intikam alıyordu. umarım içine tükürmemiştir biranın diye düşünürken kapağı açılmadığını fark ettim. çevirip açtım. ne garip sırf intikam almak için iki kere iş yapmıştı garson çocuk. hesabı ödedim. çıktım. böyle böyle on gün kadar, karnım doydu sayılır. ancak göz pınarlarım kurumuştu artık. ağlamaktan değil gözsüzlükten.

para bekliyorum bir yerden. daha doğrusu umut ediyorum. birayı seviyorum. ayrandan daha çok.

yaratı

23 Temmuz 2013 Salı
 

yazmak için yardım istiyorum. uçmak için kanat. çizmek için kağat. yaşamak için hayat.

zavallı dordenalla dedi yokluğun efendisi. adı bir arama motorunda bile bulunmayan bir yokluksun sen. oysa benim o kadar yoklumlarım var ki. herkes onlara inanır. sen benim en büyük eserimsin dordenalla. ben başarısız bir efendiydim dordenalla taa ki seni yaratana kadar. bir yokluk yaratmanın en zor kısmı nedir biliyor musun dordenalla. yokluğu fark ettirmemek. fark ettikleri anda var oluyorlar dordenalla. sana kadar dordenalla hep fark ettiler. bir şey dışında dordenalla. olmayan gözlerini merakla açma dordenalla dedi yokluğun efendisi söyleyeceğim elbette. sen benim en büyük eserimsin tüm sırlarımı sana söyleyeceğim. seninle birlikte yok edeceğim. sabırsızlanma benim güzel yokluğum. kimse fark etmedi ilk insanın aslında ilk çocuk olmadığını. çocukluksuz bir insan yarattm ben dordenalla senden bile çok çok önce. herkes o insanı bildi ancak kimse sormadı dordenalla adem hiç çocuk oldu mu diye? oldu dordenalla ancak bunu o dahil kimse fark etmedi.


uncle sam

18 Temmuz 2013 Perşembe


benim amcam mürekkep yalamış adamdı. mürekkep yalar sonra bir küçük votkasını içer. mavi mavi işerdi. pisuvar olsun, klozet olsun sanarsın mavi temizlik küpüne maruz kalmış.

benim amcam kalender adamdı. takvim gibiydi. her özel günümüzü hatırlardı. bayram, doğum günü, yıldönümleri, cumartesiler, pazarlar, pazartesiler, salılar, çarşambalar,perşembeler,cumalar... bir keresinde muayyen günümü hatırlamıştı. oğlum demişti; kutlu olsun.

benim amcam sportmen adamdı. spor totoya yatırdığı parayla üç daire alırmış. bir keresinde on üç tutturmaya ramak kalmış. rüyasından uyanmış. diye anlatırdı.

benim amcam melek gibi adamdı. hem de büyük meleklerden. klarneti vardı. bi üflerdi kıyamet kopardı mahallede. herkes bir sus pus olurdu. ağlayan savaş gazileri mi ararsın, ölmüş kocasına hüzünlenen dullar mı ararsın neler neler...

benim amcam ne adamdı. yengeme sordum bu soruyu. ne adamdı dedim. ağladı.

non-existence

29 Haziran 2013 Cumartesi

birisini uyurken görürseniz rüyadır
birisini uyanıkken görürseniz gerçektir
ya birisini hiç görmezseniz?

confused

 

birisini uyurken görürseniz rüyadır
birisini uyanıkken görürseniz gerçektir
ya birisini hep görürseniz?
 

günlerin köpüğü

27 Haziran 2013 Perşembe

ince zevklerim oldu hep. sonra hepsini üstüste koyup kalın tek bir zevk yaptım. çok kalın değildi ama yeterince kalındı. ya da öyle olduğunu sanıyordum. güzel bir kadına sordum kalın mı zevklerim diye. güldü bir şey demedi. sonra söyleyeceğim dedi. beni öptü sonra doğurdu beni. tersine doğum. en güzel seni öptüm ben dedi. sevindim. dicek bir şey bulamadım. sarıldım ona. öyle öyle uyuyakalmışız. çok hoş rüyalar gördüm onunlaydım, onsuzdum. nefes almak gibiydi. bir alıyordun bir veriyordun. her şey tezatıyla anlamlıydı. sonra uyandım uyandığımda yanımda yoktu. kalkıp gitmişti. ben derin uyurum. çok derin. ne zaman gitti kimbilir. saate baktım. saat durmuştu. beni öptüğü saatte. zaman durmuştu. gidenlerin süper gücü zamanı durdurmalarıydı. zaman dururdu. tüm berraklığıyla. taa ki bir mağazaya gidip yeni bir saat alana kadar. yahut bir takvime ya da bir saate bakana kadar. gözlerimi tekrar kapattım zamanın duruluğunda. ben uyuduktan sonra belki de bana çağdaş aşk romanlarının en güçlüsünü okumuştu. ama gece ışığı açmadı. hiç açmadı. ben derin uyurum ama ışığa karşı duyarlı bir derinlik. fotosentez yapan bitkiler gibi. belki günün ilk ışıklarıyla okumuştur. sonuçta okuması yazması vardı. vardır yani. emin olamadım ama bunu hiç sormamıştım. belki de yoktu. benim babannemin okuması yazması yoktu mesela. dedemi kaç kez öpmüştür öyle güzel öyle güzel. bunu dedeme sormalıyım. uygun bir üslupla tabi. en azından onun konuştuğu şiveyle. bence okuma yazma biliyordu. bilmez olur mu hem hiç. bana okuduğu bir kitaptan bahsetmişti bir keresinde. ama belki de bir boyama kitabıydı okuduğu. önemli mi sanki eğitim seviyesi. en az üç dilde ana avrat dümdüz gitmeyi bilmesi ya da. öyle güzel öptü ki beni. durup durup sarıldım saatlerce, günlerce belki de... kalktığımda yanımda değildi. gitmişti. bütün gidenler gibi yoktu. kalktım, komodinin üstünde bir kağıt. bunu saat tam 15.23'te oku yazıyordu. yaşasın okuması yazması vardı. en azından yazması. saate baktım 15.22ydi. heyecanla bekledim bekledim. çok bekledim. saat durmuştu. sonra dayanamadım okudum. o an artık saat 15.23tü hayattan bağımsız. okudum güldüm. onun gibi.

ene'l halk

2 Haziran 2013 Pazar

bazen yenilmek aslında yenmektir

yol hikayeleri

28 Mayıs 2013 Salı
az bir canım kalmıştı, onu da yasnaya polyanada kaybetmeye hazırdım. bir kaç parça giysi, bir mektup ve iki tane kitabı bir çantaya koydum. bir metal yığınına binmek istemiyordum. ulaşım araçlarımı iyi seçmeliydim. yolun yarısını zeplin ile gidecektim. zeplinciye sordum, kaç metre yüksekten uçuyor bu diye. 650 metreye çıkarız dedi. anlaştık dedim, beni üçyüzyirmibeşinci metrede atarsın. parasını peşin verdim. sonra rüzgarı hissetmeye çalışırken birden atıldım. ciddi bir atılımdı benim için yere düşene kadar geçen sürede yola nasıl devam edeceğimi düşündüm ve kağnılarla devam edecektim. yere düşer düşmez ilk işim bir kağnı bulmak olacaktı. kendimi toparladıktan sonra elbette. mecazi bir toparlamadan bahsetmiyorum. toparlanır toparlanmaz bir kağnı çevirdim. kağnı dedim. durdu bir kağnı. selamun aleyküm, yasnaya polyanaya gidebilir miyiz. bir kadın sesi, acıklı, yorgun... ben dedi o kadar gidemem ancak gittiği yere kadar giderim. elif misin sen kağnıcı diye sordum evet dedi. bu da öküzün olmalı dedim evet dedi. gittiğimiz yere kadar o zaman elif dedim. başladık gitmeye. yol çetindi. öküz acıkmıştı, elif acıkmıştı, ben acıkmıştım. elife beni kesip öküze yedirmesini önerdiğimde öğrendim ki öküz vejeteryandı. öküzü kesip bana yedirmesini önerdim. bıçağımız yoktu. bıçak gibi kesildi sonra sözler. az daha gittik. elif öldü, öküz ölecekti. yolun bundan sonrasına katırlarla devam edecektim. şanslı günüm müydü neydi, göz yaşları içinde otururken katırlar geldi. kadınlarla birlikte. kadınlar dedim, katırlarınız nereye giderler. kadınlar dedi katırlamız yasnaya polyanaya gider. beni de alabilir misiniz der gibi baktım. alabiliriz elbet buyur gel der gibi baktılar. katırlara biner gibi baktım. katırlar binmişim gibi baktı. baka baka bir hal oldum. yasnaya polyana varır gibi oldum. gözlerim karardı. yasnaya polyana yokur gibi oldu. sonrasını hatırlamıyorum. sadece yazıyorum. sanırım son canımı vermiştim. yasnaya polyanada değil ama. yolunda.

geçiştirici sprey

22 Mayıs 2013 Çarşamba
bunu ben de yazabilirdim ama sen yazdın. bir önceki cümleden bahsediyorum. senin bana hitabını yazdığım cümleden. tırnak içine almadığımdan bu halin. oysa tırnak içine almadığım binlerce bakteri de seninle aynı şeyi mi düşünür şu an. yoksa kuru fasülyenin pişip pişmediğini mi. bir bakteri umursar mı kuru fasülyenin pişkenliğini, yahut pişgenliğini. peki bir bakteri umursar mı seviyorum demenin pişkinliğini. pişmişin halinden ne anlasın ham, sözü kısa kesmek lazım vesselam.


divit gibi

15 Mayıs 2013 Çarşamba
kedi neresinden bakarsanız bakın bir hayvandır
sanayi devrimi yapıyoruz burda koçum onüç ondört anahtarı kap da gel
sen yok musun sen evet yoksun aradım açmadın
penguenlerin ve trançaların tanrısına selam olsun
bizim büyük çaresizliğimiz şartların olgunlaşmamasıdır
kısa şeyler söylemek ya bilgeliktendir ya bitmişliktendir

bir takım sevmeler üzerine

11 Mayıs 2013 Cumartesi
 biranın yanındaki tuzlu leblebi için söylenecek sözler bitebilir ancak bazan bir anın içinde söylenecek sözler bulunamaz. bugün o anlardan birisi yaşandı benim için. gözlerim yaş andı. belki bir damla süzülmüştür. bir takım yazısıdır bu. bir elin parmak sayısına varmış bir blogda bugüne dek sözü edilmemiş, edildiyse de çok az edilmiş bir takım yazıdır. levantenler diyarının birisinde de doğsanız türkiyede futbol bir gerçek. franco'nun üç f sinden birisi hep bir yerlerde duruyor. viva la muerte... bu ülkede futbol genetiktir. çocuklarla anlaşamakta güçlük çeken biriyseniz bile ona sorabileceğiz sorular genetik kodunuzda vardır. adı, yaşı ve tuttuğu takım. bu soruya kaç kez maruz kaldım küçükken. her seferinde yüzüm gülerek söyledim. beşiktaaaaş diye. aldığım tepkileri bilmem, ama yüz ifademi bilirim. sayın okuyucu ben yüz ifadeleri pek olmayan bir adamım. ancak hala tuttuğum takımı söylediğimde yüzümde bir şey belirir. evet okuyan ben beşiktaşlıyım. dünya üzerinde kendimi ait hissettiğim tek kimlik budur. edirneden ötesi de beşiktaştır. edirneden berisi de beşiktaştır. bir başka takımı desteklememin tek şartı beşiktaşa doğrudan bir menfaat kazandırmasıdır. evet okuyan ene'l beşiktaşlı. bugün bu takım için bir şeyler bitti. ey okuyan her zaman bir şeyler biter. termodinamik de, dinler de bunu söyler. bugün biten şey ise bir stadyumdur. taş yapılar vardır hayatın içinde her yerde. taa mağara insanından beri. çorumun şapinova köyünde taş bir oyukta yaşayan ilkel insan için bile taş yapılar özeldir. bazıları özeldir en azından. bugün beşiktaşın stadyumunda son resmi maç oynandı. şunu düşündüm acaba kaç milyon insan burada bulundu bugüne dek. kaç milyon insan gerçekten boş bulundu. sevinmek bir boş bulunmak işidir. doluluk duygu yüklenemez bir insan gerçekliğidir. okuyan bilgece sözler sarfetmeye yazmıyorum bu yazıyı. bir boş bulunmayı anlatmak istiyorum sadece. anlatamıyorum. okuyan bazan bir anın içinde söylenecek sözler bulunamaz. umarım anlatabilmişimdir. hamuşan...





sipariş

22 Nisan 2013 Pazartesi
 
yüzünden tebessüm eksik olmayan insanların gittiği bir çay bahçesine gitmiştim bir keresinde. aradıkları gülümsemeyi dinde bulmuş insanların arasında çay değil kahve içecek kadar devrimciydim. türk kahvesi söyleyecek kadar ise gelenekçi. her zamankinden dedim garsona, abi dedi ilk kez geliyorsun sen. sen dedim bilgelikle yoğrulmuş bir insana benziyorsun, cemaatin seninle gurur duyuyor. bilirsin sen benim her zaman içtiğimi. tebessümü büyümüştü, tamam abi dedi ve gitti. bir arkadaşım gelecekti. az sonra geldi. ne zamandır görüşmemiştik. yedi gün sanırım. onunla görüşme sıklığımız hep yediye bağlıydı. yedi dakika beklemiştim. geldi. başında bir bere vardı. uzun düz saçları nasıl da güzeldi. gözleri iri iri bana baktı. yüzünde diğerlerinin gülümsemesinden vardı. harika bir şarkı buldum dedi. benimle ilgili. hangisi dedim. seven ne yapmaz dedi. güldüm. oturdu karşıma. tavla oynayalım mı dedi. olmaz sen hep yedi yedi atıyorsun dedim. elimden başkası gelmiyor ki dedi. onunla bir ilişkiniz varsa hep onun imkansızlıklarına dahil olmak zorundaydınız. çünkü yedinin hayatındaki tüm nümerik değerle yediydi. çok güzelsin yine dedim. bu uhrevi hava seni güzelleştiriyor sanırım. bilmem dedi. ilk defa onu neden günahla bağdaştırdıklarını merak ettim o an. çok güzelim çünkü dedi. kibir dedim bu bir. garson tekrar geldi. ne istediğini sordu. yedi tane sipariş verdi. açgözlülük dedim bu iki. gitti garson. çok yakışıklıydı dedi. o buranın gururu olduğunu düşünüyor dedim. şehvet bu üç. sen daha yakışıklısın ve şu arkadaki kadın sana aşık aşık bakıyor dedi. kıskanma dedim. bu dört. oynuyor muyuz şimdi dedi. evet dedim, pulları dizdik. oynamaya başladık, hep yedi yedi atıyordu. alışmıştım onunla oynamaya. bir sonraki hamlesini her seferinde biliyordum. eğer şanslı günümdeysem onunla oynarken ben kazanırdım. eğer değilsem o. sonucu hep ben belirliyordum. öyle olmuştu, bu kez de öyle olacaktı. oynarken siparişlerimiz geldi. iki tane kocaman tost bir tane ice tea iki tane çay bir varil benzin ve bir damacana su gelmişti. çok hızlı bi şekilde hepsini bitirdi. ben sade kahvemi henüz yarılamışken oburluk dedim. bu beş. gülümsedi. tam yedi dakika sürmüştü bu ara. garson çocuk geldi. hani şu cemaatinin gururu. toparladı masayı oyuna devam ettik. yedi sıfır ben kazandım. çok sinirlendi, bağırıp çağırmaya başladı benim hile yaptığımı zar tuttuğumu söyledi. öfkelenme dedim. bu altı. sakinleşince hiç konuşmadan saatlerce oturduk. hiç bir şey yapmadık, öylesine oturduk. bir kere garson çocuk geldi istediğimiz bir şey var mı diye? gazoz söyledim kendime o uyuyakalmıştı o esnada. saate baktım yediydi ve yedi saattir oturuyorduk. kalkalım dedim. sen git ben kalkmıcam dedi. çok miskinim dedi. bu yedi dedim.

giderken merakını giderdim mi dedi? evet dedim. hesabı ödemek için kasaya gittim. yedi lira tutmuştu her şey. giderken garson çocuk seslendi arkamdan döndüm baktım emin bir ses tonuyla kendinden kahve doğruydu değil mi? değil dedim.

öykünme

21 Nisan 2013 Pazar
ekmek arası bir aşk yaşıyoruz
hızlıca çalakalem doymalık

kaka kaka şeklinde yazılmış diyalog

16 Nisan 2013 Salı
kadın: sen beni ağlatmak mı istiyorsun
adam: evet
kadın: ama neden
adam: ben ağlayamadığım için
kadın: neden böylesin sen
adam: allah beni böyle yaratmış
kadın: saçmalama lütfen sen inanmazsın bile
adam: ama sen inanırsın

evde çoğaltılabilir örnekler

15 Nisan 2013 Pazartesi
bize hala kaybedecek bir şeyi olmayanlardan korkmayı öğretiyorlar. ne büyük yanılgı. bir tehdit gelecekse eğer kazanacak bir şey olmayanlardan gelecektir. bir gladyatör dövüşünde mesela sahadaki dövüşçülerden mi korkarsınız daha çok yoksa elini indirdiğinde birisini öldürecek imparatordan mı?

bitirme tezi



bazen gurup vaktinde ışığın yansıması diye bir grubun şarkılarını dinlemek istiyorum. ışığın yansımasının yaptığı müziği sevdiğimden değil. anlamlı bir şey yapmak için sadece. bir tepeden denize bakarken tam da güneş batarken daha olay zaman ve mekan örgüsüne uyumlu daha iyi bir öneriniz varsa onu da yapabilirim.

bazen alıp başımı gitmek istiyorum. bunu giyotinle yapmak en hızlı ve en acısızı. bazen giyotinle alıp başımı gitmek istiyorum. fakat bu sefer de kalakalmaktan korkuyorum. başsız kalakalmaktan değil. öyle eğilmiş vaziyette kitlelerin önünde kalakalmaktan. bunu kendi evimde yapabilirim, böylelikle gidemesem kimseler görmez beni o halde, sonra titriyorum ve kendime geliyorum. günümüzde giyotin mi kaldı. illa ki gitmem gerekiyor onsekizinci yüzyıl fransasına mesela. alıp başını gitmek bir sorumluluktur. başından ve gidişinden sorumlu olmaktır. giyotinden vazgeçtim. bunun daha makul yolları olmalı. alıp başımı gitmek gibi.

bazen bir aile çay bahçesinde ortalarda dolanan kediyi masadaki birisi korktuğu için kovmaya çalışan garsona usturuplu küfürler etmek istiyorum. kedileri çok sevdiğimden değil. kedi neresinden bakarsanız bakın bir hayvandır. bunu size ispatlayabilirim. her açıdan. mesele kediler değil. garsonun manüple edilebilir olması ve benim usturuplu küfür etme arzum. masada korkan kişiye fobileri yüzünden küfür edemezsiniz. ancak garsona işini yaptığı için küfür edebilirsiniz. küfür etmek ciddi bir sorumluluk gerektirir. küfür eden kişinin sorumluluğundan bahsetmiyorum. küfür edilenin sorumluluğundan bahsediyorum. bunun üzerine bir düşünün. gerekirse tartışabiliriz.

bazen gurup vaktinde alıp başımı bir aile çay bahçesine gitmek istiyorum.

algebra

7 Nisan 2013 Pazar
sayılarla aramızda düzeyli bir ilişki var ben onları sayıyorum onlar beni seviyor. ben onları hem sayıyor hem seviyorum. onlar beni yalnızca seviyor. üç hariç. üç beni sevmiyor. geçen geldi anlattı sebeplerini, çok makuldü. üzüldüğümü görünce onbir geldi. olur öyle dedi. tüm kombinasyonlarda sevmek diye bir durum söz konusu olamaz dedi. doğru söylüyordu, ama gene de hüzünden alıkoyamadım kendimi. konuşmaktan da. içimi açtım birine. yani onbirin birine, soldaki birine açtım içimi. dinledi beni. sonra bir şey söyledi rahatladım. ben dedi iki tane birden oluşurum, iki tane birim bir tane iki etmez ama. birlerim hep yanyanadır,ama yalnızdır. iki tane olmak dedi yalnız olmamak değil ki, ben bunun kanıtıyım dedi. matematik kanıtlar topluluğudur. evet dedim, sen çok bilge bir sayısın dedim. hüznüm geçmişti, iyi gelmişti söylediği. sonra benimle futboldan konuşmak istedi. futbol onbirer kişilik iki takımın doksan dakika boyunca topla oynadığı ve sonunda almanların kazandığı bir oyundur. onbir bana bunu söyledi. sporla ilgilenmiyorum dedim. biyolojiyle dedi. ilginç geliyor dedim. eğer bir mikrobiyolog olmasaydım, biyolojiyle ilgilenebilirdim dedim. o zaman sporlanarak çoğalmaktan bahsedebilirim sana dedi. başladı anlatmaya. bu onbirin çenesi epeyce düşüktü. bak dedi benim birlerim biraraya gelmeyi reddettiklerinden ben sporlanarak çoğalamıyorum. sporlandıkları zaman da yerimde sayıyorum. başka çoğalma metotları var dedim. bölünerek çoğalmaktan bahsediyorsun sanırım dedi. ifadesi değişmişti, bir noksanlığını yüzüne vurmuştum sanki. mağrur bir edayla, kısık bir sesle unuttun mu ben asalım, bire ve kendime bölünebilirim sadece. ve düşünsene dedi ben de iki tane birden oluşuyorum. bölünmek benim için bir olmak sadece. çoğalmak değil.

dertlenmişti bu çok konuşan bilge sayı. benim derdimi dinlemek için gelmişti, kendine dertler edinmişti. yanımdan gittikten sonra saate baktım onbirdi. söyledikleriyle ilgili düşündüm sonra. birine verilen tavsiye kendine verilen tavsiyedir. sızısı devam eden yaraya dokunmaktır. onbir bana bunu öğretmişti. o sayıların en güzeliydi ve sadece birdi, birlerdi.

bir ara hatırlatın da size pi sayısıyla kahve içerken konuştuklarımızı da anlatayım.

yastığa nakşedilmiş aşkın hikayesi

31 Mart 2013 Pazar
bir adam gözlerini açtı sabahın erken saatinde
yetmiş iki yaşındaydı
saat yediyi yirmi geçiyordu
karısına baktı
kırk bir yıldır birlikte uyuyordu
bazen müziğin ritmine uyuyordu aşkları
bazen kelimelerin büyüsüne
bazen de şeytana
bekledi gözlerini açsın diye karısı
açmadı
kalktı odada dolandı
karısına baktı
karısı uyanmamıştı
yanına gitti
yanağını öptü
karısı uyanmamıştı
seslendi karısına
açmadı gözlerini kadın
korktu adam
bir rüyadan uyandı birden
anladı olanı
bir daha öptü karısını
telefonu aldı eline
tüp bitmişti
tüpçüyü aradı
onbeş dakika sonra geldi tüpçü
gitti sonra
telefonu aldı eline bir daha
kızını aradı
annen öldü, gel dedi kapattı
ilk uçakla gelse üç saat sonra evdeydi
ev küçücüktü epi topu iki oda
mutfağa gitti adam
tüpü açtı
karısının yanına uzandı

kızı geldiğinde saat onbir sıfırüçtü
yatağın hemen başında yazıyordu
"allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevte ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemmâ"

eskilerden

21 Mart 2013 Perşembe
uyandığında edibin kalemindeydi yakup
daha hiç çağrılmamıştı
taa ki o güne kadar
gözlerini kapatıp
kurbağalara bakmaktan geldiği güne
gözlerini kapatıp yakup
uyku mu gerçek mi ayırdına varamadan
bir kız çocuğu güzel mi güzel yedi bilemedin sekiz yaşında
gel dedi yakup'a
ip atlamaya gidelim
gitti yakup
aldı kız eline ipi
ben en çok iple atlamayı seviyorum dedi
boynuna geçirdi
atladı aşağı
hiç unutamadı yakup bu çağrılışı
gözlerini açmak istedi açamadı

bir adam seslendi arkasından
sen yakup musun
evet dedi yakup
korkusu kokuyordu henüz
sıcak sıcak
gel dedi adam
içmeye gidelim
gitti yakup
aldı adam eline bardağı
şerefine yakup dedi
devirdi badağı kafasına
bir kaç dakika geçti geçmedi
mosmor olmuştu bile yere yığıldığında
hiç unutamadı yakup bu çağrılışı
gözlerini açmak istedi açamadı

ismini duydu gözleri kapalıyken
insanlık hali döndü baktı
bir kadın
gel dedi kadın
sana yemek yapayım
gitti yakup
aldı kadın eline bıçağı
çok güzel yemek yaparım ben parmak yediren cinsten
parmaklarından başladı kesmeye
düşene kadar kesti kendisini
hiç unutamadı yakup bu çağrılışı
gözlerini açmak istedi açamadı

çok geçmemişti ağlamaya başlayalı
yakup dedi bir adam yaşı geçkin
ne oldu
bir şey yok dedi yakup
gel dedi yaşlı adam
gitti yakup
birer sigara yakalım
bir tane yakup'a uzattı
bir tanesini de ağzına koydu
aldı eline çakmağı yaşlı adam
yıllardır dedi bu sigarayı hiç değiştirmedim
bir iki nefes çekti
sonra benzin kokusunu fark ettiğinde yakup
adam çoktan yanmıştı bile
hiç unutamadı yakup bu çağrılışı
gözlerini açmak istedi açamadı

yeter artık dedi yakup
kimse çağırmasın beni
elini cebine attı
soğuk bir şey

adını tekrar duymaya mahal vermeden anladı yakup cebindekinin ne olduğunu
beş saniye geçti geçmedi
bir silah sesi duyuldu
pat...

keşke çağrılmasaydı yakup

ne büyük şans

18 Mart 2013 Pazartesi
bursumu kaybettiğim gün kederden cebimdeki son parayla şarap almıştım, 4,75 tl karşılığı bir efes güneşi. cebimde neden küsuratlı bir para kalmıştı onu şimdi hatırlamıyorum. muhtemelen sabahında cebimde altı lira vardı. ve dolmuşa binmiştim. bursumu kaybettiğim gün elimde şarap mp3 playerımdan burzum'dan lost wisdom çalıyordu. pantalonum ıslanmasın diye yere serdiğim gazetenin yere sermediğim sayfalarından günlük burcumu okudum. bu aralar maddi sıkıntıya düşebilirsiniz harcamalarınızı yaparken biraz dikkatli olun diye yazıyordu. içinizdeki karamsarlık olmasa çevrenizde ne kadar aranan birisi olduğunu siz de fark edeceksiniz. bunu okuduğum anda polis delikanlı içme burda dedi. aranan birisiydim, emniyet beni arıyordu. şarabı çok severdim. eminim polis de çok severdi. ve sevgilisiyle en az bir kere şaraplı romantik bir gece kurgulamıştı. belki de başarmıştı. tamam abi bitsin kalkıcam dedim. ama daha çok vardı şarabın bitmesine. şişeye baktım. kalktım yürüye yürüye içtim. hafiften bir rüzgar esiyordu. cebimden tütün çıkardım, sigara sardım. çakmağım yanmadı. rüzgar söndürüyordu. elimle korunak yaptım gene olmadı. sonra az ilerde bir apartman girişinde yakabildim sigaramı. o an sigaraya başladığımı fark ettim. oysa cebimde tütün taşımama rağmen, hiç sigara sarmamıştım ve bir içici değildim. bursumu kaybetmem benim sigaraya başlamama yol açtı. şu çok bilindik bir hikaye var ya o geldi aklıma. dünyanın neresinde olursanız olun kabe hep yerindedir diye biten. eminim duymuşsunuzdur bu kıssayı. sigarayı içerken, kalp kalbe karşı derler şarkısı çalıyordu. dönemin meşhur şarkılarından. sanırım kalp kabe karşı derler diye anladığımdan o hikayecik gelmişti aklıma. artık tüm şartlar olgunlaşmıştı. fonda romantik bir müzik, denize mesafem 25 metre, bursumu kaybettim, sağ elimde şarap şişesi, sağ el parmaklarımın arasında sarma sigaram. tam bir melankoli havası ve yılmaz güney gerçekçiliği, nuri bilge ceylan entelijansiyasına tecavüz ediyordu. oturup bunu izledim biraz. kaybetmeye başlayınca kayıtsız kalmak bir doğal sonuç. (bakınız: eylemsizlik kanunu).
şişe gittikçe boşalmaya başladı. sigara gittikçe bitmişti zaten. hava gittikçe kararıyordu. ben gittikçe yoruluyordum. işte o an gitmek önemli dedim. gitmek lazım. bir melankoli sardı sormayın, gözlerim buğulandı. benim gözlerimin buğulaması çok güzeldir. inanmazsanız bakın.

aşk teması yahut türkiye çöl olmasın şiiri

17 Mart 2013 Pazar


bana her dokunduğunda bir ot yeşerseydi
kıraç bir arazi olurdu vücudum
bana her baktığında bir bebek doğsaydı
dünyadaki tek insan olurdum
bana her konuştuğunda bir harf yazılsaydı
boş bir defter olurdu kitabım

seni her özlediğimde bir kum tanesi atsaydım
bir çöl olurdu aşkım

içinden şiirler geçen şehirler yahut kereviz meselesi

10 Mart 2013 Pazar


yerleşik hayata geçeli beri, tarımla uğraşmayı bıraktım. artık kerevizi bulunca yiyorum, enginarı arada sırada arıyorum. açmıyor. sonra kendime bir dürüm güncellemesi yapıyorum. istanbula yerleşeli beri, tarımdan ziyada hayvancılıkla uğraşıyorum. tavuk ızgaranın yanına bazen haşlanmış sebze veriyorlar, o kadarcık tarım kime yeter. istanbulda yerleşik hayata geçeli beri yediğim ıspanak yemeği sayısı onyediyi geçmemiştir. belki geçmiştir. olsun olsun ondokuz olsun. istanbula yerleşeli beri yediğim meyve sayısı içtiğim meyve suyu sayısından az. ve market raflarında satılan pek çok meyve suyu doğala özdeş aroma kullanıyor. doğala özdeş aroma hiç sandığım şey değilmiş. öğrendiğimde bunu, daha doğrusu fark ettiğimde sunay akın'ın adının suna yakın olmadığını öğrendiğimde verdiğim tepkiyi verdim. fısıltıyla söylenmiş bir hassiktir. hani şu namazda selam verirken çıkan desibelde. istanbula yerleşeli beri henüz hiç haçlı seferi olmadı sanırım bu çağın getirdiği bir durum. insanlar artık daha az savaşıyor, daha çok birbirini yiyor ve kültür etkileşimi için seferlere ihtiyaç yok. düzeltiyorum haçlı seferlerine ihtiyaç yok. yoksa thynin karşılıklı seferleri kültür alışverişi için kullanılabilinir bir şey. vize ve pasaport işlemlerini hallettikten sonra. mesela benim dayım hacca gitmek istiyor. giderse belki anneme zemzem suyu getirir, tesbih getirir. annem mutlu olur. ben o mutluluğu görmem muhtemelen. çünkü ben istanbula yerleşeli beri, annem babam ve abim istanbula yerleşmedi. tarımdan kopmadı onlar. annem mevsiminde hala börülce yapar, bakla içi yapar. bakla yapar. bir keresinde bir ziyaretim esnasında börülce istemiştim benim için de yapmıştı. yedim eline sağlık demedim. ben zaten hiç eline sağlık demem, hiç demeyeyim. çok nadir eline sağlık derim yemek yapanlara. eğer çay ikramı yaptılarsa banko derim elinize sağlık diye. çünkü bedava ve ekstra bir gıdadır çay. yoksa çay sevmem ben, nesli tükense o bitkinin icetea şeftali neden satılmıyor artık acaba diye düşünürüm. gidip niğde gazozu alırım unuturum bile icetea şeftaliyi. okuduğum ilim bana ikame mallar diye bir şey öğretmişti. istanbula yerleşeli beri herhangi bir ilim öğrenmedim. belki biraz fıkıh biraz balistik biraz nümerik analiz çalışmalıyım.

beyazımız aktır abiler

3 Mart 2013 Pazar
buraya en güzelinden bir şarkı konmalıdır
buraya tam göğsümün omzumla birleştiği yere
senin başını koyduğun yere

buraya en şairinden bir şiir konmalıdır
buraya tam senin öptüğün yere
dudağın çeneye gittiği yere

buraya en renklisinden bir kuş konmalıdır
buraya tam senin geldiğin yere
başımın üstüne

siyahımız karadır abiler

"sonunda hepimiz öleceksek haydi hepimiz ölelim"
bir girişimcinin kaleminden süzülen kan damlalarıdır
hayır hayır beşir fuad değil
beşir fuad bir girişimci değildir
siz beşir fuad'ı bilir misiniz
ben bilmezdim
hiç bilmesem iyiydi

dön dön cigaram dön

25 Şubat 2013 Pazartesi


gelin size önce deniz kızı eftelya'ya neden deniz kızı dediklerini sonra da kudra ve alobar'ın hikayesine öykünen bir aşk hikayesi anlatayım. deniz kızının nerden geldiğini ekşi sözlükten googledan falan da bakabilirsiniz ama diğer hikaye oralarda yazmıyor. sokaklarda geçiyor. belki doğru kaldırım taşlarına bakarsanız görürsünüz. doğru şehirdeki doğru kaldırım taşlarından bahsediyorum.
eftelya şarkıları seven bir rum babanın kızıymış, ondokuzuncu yüzyıl istanbulunda. babasıyla sandalla açılıp saz alemleri yaparmış çocukluğudan beri. güzel sesiyle şarkılar söylermiş, babası çalarmış. boğazın karanlık sularında sesin nerden geldiğini bilmeyen diğer sandallarda alem yapanlar, bir deniz kızının şarkı söylediğine inanırlarmış bu deniz kızının eftelya olduğunu bilmeden. öyle zamanlardan yapışıp kalmış bu isim. herkes isimsiz doğar, az bir süre sonra isim sahibi olur ancak belki de dünyada tek bir deniz kızı vardır. o da eftelyadır. sesi şu eski çağ denizcilerini korkutan sirenlerden bile daha güzel. aslında aşk hikayesindeki kadınımızın adı da ceren ve ben her zaman ceren isminin sirenlerden geldiğine inanmak istemişimdir. ceylan gibi naif bir canlıdan geldiğini bir türlü kabul etmek istemem.
gelin size daha önce biraz bahsettiğim ulu sokak serserinden bahsedeyim ve onun sireninden. ulu sokak serserisi bugün bu kadar bilgeyse, onun o güzel sirenine saygı duymalıyız. bir gün bana demişti ki, bilmek diye bir şey yoktur, sevmek diye bir şey vardır. bir kere öyle sevdim ki, tüm mastar ekleri benliğime yapıştı, bilmek, görmek, yaşamak, ölmek, ağlamak, gülmek... bunu dediğinde üçüncü şişe şarabı içiyorduk, yerden bulduğumuz ve caminin avlusundaki çeşmede temizlediğimiz ayran bardaklarında.
abi dedim anlatır mısın dedim. anlatırım dinle dedi. sonra bir sustu, susuş o susuş. bitirince hikayesini. susmak dedi. susmak da anlatmak. tüm hikayesini bir susuşta anlattı. galatasarayın uefa kupasını kazandığı yıl ya da bir sonraki yıl, bir milenyum heyecanıdır geziyormuş tüm dünyada. öyle zamanlar işte. bir gün ağaçlıkta içerken gene az ilerde bir silüet varmış. birden silüetten ses yükselmeye başlamış. bu gece çamlarda kalsak ne olur diye. denizcilerin korkusu olan sirenin sesi gibiydi dedi. kalkmış sese gitmiş. güzel gözlü bir kadın. o kadar güzeldi ki dedi, baktım sadece ve o an ilk mastar yapışmış. bakmak. sonra dinlemek. sonra yavaş yavaş tüm mastarlar gelmiş. sesin mi daha güzel yoksa sen mi bilemedim demiş. gülmüş kadın. sonra gülmek gelmiş ulu sokak serserisine. gülmüş o da. susmuşlar yanyana. şarabı bitmiş kadının şarabını vermiş ulu sokak serserisi. paylaşmak. sonra konuşmak gelmiş. sonra tekrar susmak. sonra sabah olmuş. susarak konuşarak. sırayı hiç bozmamışlar. ahengi bozmamak dedi. en çok bu mastar işledi benliğime. ulu sokak serserisi o sıralar nerde kalıyormuş hatırlamıyor. gidelim demiş kadın. kalkmak yapışmış. o an hayata kalktım sanki sokak serserisi. yürümüşler, kadının evi varmış, babası almış. zenginceymiş babası. kadının adını sormak gelmiş aklına asansöre binerken. ceren demiş kadın. ulu sokak serserisi kendi adını söylemiş. kadın sormadan. eve girince uyumuşlar. ilk uyumak çok işlemiş ulu sokak serserisine. ben ilk defa o zaman uyumuşum. uyumak demiş, küçük ölüm. ilk kez o zaman ölmüşüm. sonra tam yirmi dokuz gün hiç ayrılmamışlar, bir an bile ayrılmamışlar. tüm mastarlar diyor ulu sokak serserisi olumsuzuyla yapıştı bana. ayrılmamak ne demek o zaman öğrenmiş. ilk kez üçüncü gün öpmüş onu, beşinci gün sevişmişler. ahengi bozmadan tam yirmi dokuz gün bir susmuşlar bir konuşmuşlar. içki içmişler, yemek yemişler, ceren peyniri çok seviyormuş. bir gün markete gitmişler, kocaman olanlarından birisine. tüm peynir çeşitlerinden almışlar. tam iki gün sadece peynir yemişler. içki içmişler. kitap okumuşlar. şarkı söylemiş ceren. ulu sokak serserisi onun yanında bir kere bile mırıldanmamış. ceren de hiç istememiş. bir susmuşlar bir konuşmuşlar. yirmidokuzuncu gün vücutlarımızdan çıkalım demişler, yoklukta buluşalım, sonra geri gelelim. beyaz tozlardan almışlar. hayır hayır un değil, pudra şekeri de değil. kokain. koklamak diyor, o gün koklamak da yapıştı. ahengi hiç bozmamışlar, önce ceren sonra ulu sokak serserisi koklamış. ceren önce kokaini koklamış sonra ulu sokak serserisini, ulu sokak serserisi önce kokaini koklamış sonra cereni.... sonra vücutlarından çıkmışlar. vücutlarından çıkıp dans etmişler. vücutlarından çıkınca ulu sokak serserisi bir şarkı mırıldanmış. bu gece çamlarda kalsak... o esnada sevmek en yoğun haliyle gelmiş. ve sevmek bir yoğunlaşmaktır dedi ulu sokak serserisi. sonra vücutsuz elleri ayrılmış. dönmek vakti demiş ulu sokak serserisi. dönmüş vücuduna. ben döndüm diyor ulu sokak serserisi. döndüğünde bakmış sadece mum ışığı varmış. geri geldiğimde sadece mum ışığı vardı diyor ulu sokak serserisi. bir de yere dökülmüş şarap şişesi. ama ceren yokmuş. vücudu varmış ama ceren yokmuş. ceren geri gelmemiş vücuduna. ağlamak dedi ulu sokak serserisi o yapıştı o esnada. sonrasında yapışan ölememek olmuş.
ölememiş ulu sokak serserisi o gün.

no pasarán

24 Şubat 2013 Pazar
bir özgürlük savaşçısı gibi
yaşamı kutsadığım falan yok
no pasarán

gençleşenlere seviniyorum sadece
gerçekleşenlere sevindiğim gibi

ölüm bir gün beni gelip aldığında
orada olmak istememdendir
her hayat
güzeldir
yaşayan için

bir özgürlük savaşçısı gibi
yaşamı kutsadığım falan yok
no pasarán

viva la muerte

bir ispanyol faşisti gibi
ölümü kutsadığım falan yok
viva la muerte

yaşlananlara üzülüyorum sadece
yaşananlara üzüldüğüm gibi

hayat bir gün beni bırakıp gittiğinde
orada olmak istememdendir
her ölüm
güzeldir
ölen için

bir ispanyol faşisti gibi
ölümü kutsadığım falan yok
viva la muerte

yakaran kara parçası

21 Şubat 2013 Perşembe


merhaba canım,
ben oniki yıldır yağmurun yağmadığı bir yağmur ormanıyım. tam oniki yaşındayım. nasıl yağmur ormanı olduğumu sormayın işte. adım yağmur ormanı. yağmur duası gibi, yağmursuzlukta ortaya çıkan bir ormanım. civar köylerin bilinçli insanları, bir iki sivil toplum örgütü, bir düzine doğacı ve jandarma tarafından bundan oniki yıl önce dikilmiş fidanlar silsilesi demek uzun olacağından herkes bana yağmur ormanı diyor. ancak az önce saydığım benim yaratıcılarımın unuttuğu bir şey vardı. benim de yağmura ihtiyacım var ve hem de onların beklediğinden daha çok. o sebeple fidanlarımın yüzde yetmiş yedisi ilk iki yılı çıkaramadı. geri kalanların yüzde onbiri ağaç oldu. onbir ağaçtan bir ormanım ben. o onbirinin de bu işi nasıl becerdiğini merak ediyorum. bu ilerde yüksek dağlar var. orda gördüğüm kırklara karışmayı düşünürüm bazen. söylemiş miydim ben onbir ağacın toplamının sağduyusuyum. ancak sorunum şu eğer ben kırklara karışırsam kırkbirler diye mi anılacağız, ellibirler diye mi yoksa ikiler diye mi? bunun için bir gün yoldan geçerken gölgede uyuklayan bir adamın rüyasına girdim matematiği iyi birine benziyordu. bir şey demedi rüyasında zaten az sonra kalktı biraz bekledi. sonra yoluna devam etti. geldiği yoldan gidince, yoldan geçmediğini özellikle uyumak için benim gölgemi seçtiğini anladım. bir hafta sonra gene geldi, bir hafta sonra gene... tahminim o ki, bir şeylerden kaçmış bir kentli. yoksa kırsalda kimin böyle rutin zevkleri olabilir ki. çok bir şey bildiğimi iddia edicek kadar yaşamadım, ancak yağmur da orman da bilgedir. bu yüzden genlerim güçlü. şunu iddia edebilecek kadar yaşadım. zaman kentliler içindir. kırsalın zamanı yoktur. eğer film izlemiş bir yağmur olsaydım, size bunla ilgili bir filmden bahsederdim. ve muhtemelen çok sıkıcı bir film olurdu.

soru: yağmur ormanına ilk dikilen fidan sayısı kaçtır?

eskilerden

14 Şubat 2013 Perşembe
tekrar okumak için

"bazen sadece kuşlar ölür
ve şiirler ağlamaz

bazen sadece kuşlar ölür diye
şiirler ağlamaz"

dön dön cigaram dön

10 Şubat 2013 Pazar


adam: cadı
kadın: süpürgemin sopası götüne girsin

evet. tüm bu yazı yukardaki söz yazılsın diye yazılmıştır. istersen okumayabilirsin. üst katımda yatak tıkırtıları belirsiz bi sevişmenin hikayesi mi? belki de yeni alınmış bir kedinin obsesyonları. evet. yukardaki sözleri ben hiç duymadım. ama süpürge mekanizması basit bir şey. elektrikli süpürgeler dahil. yok edermiş gibi davran. mekanizma basit. çalı süpürgeleri bir sap ve bir çalıdan oluşur. sap: motorlu kısım,uçmak için dizayn edilmiştir. cadılar onun yakıtıdır. wiccalar onun kulu ve elçisidir. cadı enerjisiyle beslenir. turist ömer filminde tuzla beslenen yaratıklar gibi. tuz beslenilesi bir şey değildir. monosodyum glutamat ise hiç besleyici değildir. bu yazı sizi obezliğe ve kansere karşı uyarmakla yükümlü sosyal bilinci yüksek bir yazıdır.
evet. bu yazı size bir kişiden bahsedecektir. tanıma ihtimalinizin olmadığı birisinden. ulu sokak serserisinden. ulu sokak serserisi bindokuzyüzlü yılların yetmişli yıllarının sonunda nerde olduğu bilinmeyen atlantiste doğmuş ve bindokuzyüzlü doksanlı yıllarının ortasında izmirin çamdibisine yolu düşmüş bir bilgedir. daha önce yolu milattan önce bilmemkaçlı yıllarda alexander the great ile kesişmiştir ve alkollü iken ona söylediği tek cümle siktir git olmuştur. aslında yanına ilaveten birkaç şey daha söylemiştir ancak bunları söylemeye ne benim ne de blogun edebi yetmektedir. ulu sokak serserisi ne....ne kalıbını en az iki asırdır doğru kullanmaktadır. ulu sokak serserisi doğduğu gün rusyada ekim devrimi olmamıştır. gorbaçov bunun üstüne doğarsa ekime kadar demiştir. yetmişli yılların çocukları kuzey kalesi ile oynarken ulu sokak serserisi kim bilir hangi feylesofun hangi kitabını okumaktaydı. okumayı bir yaşında konuşmayı ise üç yaşında çözmüştü. konuşmadan iki yıl okumuştu. ve arada fransızca ve rusça öğrenmişti. annesi ulu sokak serserisinin doğumundan yüzonbir saniye önce öldüğünden, babası kimi biyolojik ihtiyaçlarını henüz dağılmamış olmamış olan sovyetler birliği insanlarından karşılıyordu. uranyum gibi, kobalt gibi. ilkokulun sonlarında özal zengini diye dünya politik literatüne girmiş bir sınıfın mensubu olarak ingilizce öğrenebileceği ve ilerleyen yıllarda çok kalifiye bir esrarkeş olmasına yol açacak olan eğitimini almıştır. onbir yaşında o zamanlar yediyıl olan anadolu lisesini çalışmadan kazanmış ve ilkokulun son günü babasının getirdiği sonu ...aya ile biten kirilce votkadan içmiştir. ve o gün hedefi belli olmuştur. ünlü rock gruplarından beatlesa john lennon olmak. iyi eğitimi ve yüksek zekası ona özel isimlerin özel olduğunu çoktan göstermiştir ancak kendisi hayallerini kurmaya devam etmiştir. yıllar ilerledikçe kendisi liseye geçmiştir ve sentetik maddelerle kimya dersinde tanışmıştır. üniversite eğitimi almak için türkiyenin büyük şehirlerinden izmire yerleşmiştir. izmirde bitiremediği okulu sebebiyle - onsekizaylık askerlik süresi hariç - bilge sokak adamı rolünü çeşitli yerlerde sürdürmüştür. askerliği esnasında bir mayın patlaması sonucunda şehadet mertebesine ulaşmış ancak daha önce aldığı kimyasallar onu bir mayın uzmanı yapacak bilgiye sahip olduğunda bu mertebede bir kaç saniyeden daha fazla kalmamıştır. ulu sokak serserisinin adını askerler, tinerciler ve hayat kadınları dahil kimse bilmez. sadece resmi makamlara kayıtlı bir adı vardır ve o isim gerçek de olmayabilir. ulu sokak serserisi bu yazıyı yazan ve okuyan herkesin hayatından daha kümülatif bir hayat sürmüştür. buna itiraz edebilirsin ancak bu itiraz resmi mercilerde değerlendirilmeyecektir. ulu sokak serserisi serin yerleri seveli beri dışarda ve ılık iklimlerde yaşamıştır. bunlardan son durağı üniversite yıllarındaki izmirdir. izmir'de az önce belirttiğim semt başta olmak üzere pek yerde görülmüştür. bunu kendisine sorduğumda esrardan davudileşmiş ses tonuyla şu şekilde izah etmiştir: ben bir ara polisiyede okudum ve grangeın leyleklerin uçuşundaki leylekler gibi düzenli bir hayata kavuşmanın neslimin devamı için gerekli olduğu kanısına vardım. bunun üzerine ben: abi sen göçmen kuş değilsin ki dediğimde. şarabından bi yudum alıp bu sebeple göçmenlerin arasında yaşıyorum ve karakoyun olmadığım belli olmasın demişti. belli olmuyo abi deyip biramdan bir yudum aldığımda sokakta uyuyan evsizlerin üstünü gasteyle örtmek için kalkmıştı bile. ulu sokak serserisi hayatı boyunca deplasmanlara yürüyerek gitmiş bir taraftardı. benimle aynı takımı tutmakla birlikte türkiyedeki taraftarlara özgü tüm marşları bilirdi. eğer tüm marşları bilmeseydi göztepenin isyan marşı en sevdiği olabilirdi ancak cehalet mutluluktu ve o mutlu olmayı seksenli yılların sonunda unutmuştu. ya da doksanlı yılların başında. yine bir gün içerken bana bilgece bi sessizlik etti. aşk acısı çeken bana verilecek en büyük nasihattı. sonra eve gidip zeki demirkubuz filmleri izledim ve pekiştim. ulu sokak serserisi benle ve zekiyle aynı takımı tutuyordu ve bir gün bana gene elinde esrarı, şairler parkında söylediği bir şarkıyı söyledi. abi dedim. ama şairler iyidir dedi. bildiği şeyleri gördükçe, dinledikçe dünyanın büyüklüğünü anlıyordum. eğer isterseniz sizi onunla tanıştırabilirim. eğer o da isterse ve ölmemişse.