nocturnal ballad iki

20 Aralık 2012 Perşembe

paralel iki aynanın ortasında resmine dokundum bugün
sonsuza kadar

asker anıları

17 Aralık 2012 Pazartesi


askerde tören mangasındaydım, yeşil giyen adamlar bulunduğum odaya ilk geldiklerinde anlamıştım beni tören mangasına alacaklarını. upuzun boyumla başka kim nereye isteyecekti. sordum soruşturdum, hizmet taburunda uzun boylu bir taburcu ihtiyacı varmış. komutanım dedim götürmeyin beni ben taburcu olmak istiyorum. hem daha kemiklerim yeni kaynadı. sen nasıl istersen asker dedi. teşekkür ederim komutanım dedim eline yöneldim. geri çekti. tamam evladım dedi babacan bir tavırla. yazıyla otuzaltı ay askerlik yaptım. bunun sayıyla 4 ayında komutanların çocuklarına matematik anlattım. oysa ben sadece üçlere kadar gelmiştim kerat cetvelinde. fakat beni başka nereye alabilirlerdi ki. bir kere ağladım askerde canım ölesiye yanmıştı. duymuştum taaa afrikanın bilmem ne ülkesinde iç savaş çıkmış da bir tane bile masum ölmemiş,fakat on binlerce masum olmayan ölmüş. komutanım gördü ağlarken, neden ağlıyorsun asker dedi. anlattım komutanım dedim kimse masum değil. doğru dedi oturdu birlikte ağladık. gözyaşlarımız elele tutuştu kabeyi tavaf etti. askerliğimi galiçya cephesinde yaptım. uyuşturucu bulan bir köpekten sorumluydum ve o zamanlar uyuşturucuya daha yeni başlamıştım. uyuşturucu bulan bir köpekten farkım yoktu yoksunluk krizlerimde. bir gün gene elim ayağım titriyordu. komutan geldi nasılsın asker dedi. komutanım dedim bazı şeylerin varlığı bazı şeylerin yokluğu çok acıtır. nasıl asker dedi, keşke komutanım dedim masanın üstünde siz değil de bir başka şey dursaydı dedim. komutanım masaya çıkmış göbek atıyordu. gerdan kırarak indi. sen bir elini yüzünü yıka asker dedi. askerliğimi binbaşı olarak yapıyordum ve tümgeneral olmak istiyordum. böylelikle tüm generallere okuduğum lanetler beni de bulacaktı ve kendi lanetimle kutsanacaktım. kendine lanet etmek matematikteki eksiyle eksinin çarpımı gibi. kendini kutsamanın bir yolu. söylemiş miydim askerde 4 ay komutan çocuklarına matematik anlattım.

yeniden küfürlü şiir

12 Aralık 2012 Çarşamba
otuzbir destekli aşklar yaşarken çocukluğumuz
hangi acı nereden gelir kestiremeden
aynı bir gemiye bakınca nereye gittiğini anlayamadığın gibi
sırf hüzün pirüpak gençlik diyemezsin

aaaah benim gençliğim nerde diyen ihtiyar
biliyorum yalancısın
aynı çocukluğu farklı zamanda yaşadık diye
sen benden daha hayat müzmini olamazsın

bir şair anlatıyor geçmişini
senin diyor boğuk sesiyle
geçmişini sikeyim
öyle bir silinir ki geçmiş ki bile diyemeden
öyle bir sikilir geçmiş ki bilemezsin

pirüpak hayaller
un ufak olduğunda çokça zaman
bir ufak açınca masaya
yanına yenilecek bir şeyler illa ki olacak
senden başka şeyler de yenilmeli
yoksa hayatın gücünü silemezsin

babasının medarı iftiharı o orospu
tam kırk adamla yatmış bir gecede
anlatır ballandıra ballandıra
ne yaparsan yap güzelim
hayatın düzdüğü kadarını beceremezsin

deme

8 Aralık 2012 Cumartesi
korkma artık, gel ve sarıl dedi kadın
ölene kadar hepimiz ölümsüzüz

kamu spotu

6 Aralık 2012 Perşembe
burada kimse hakkında bir şey söylemiyorum, çünkü kimse hakkında söyleyebilecek bir şeyim yok. bu bir deneydi ve sadece yedi kelime herhangi bir sebebi açıklamak için yeterliydi. bu kısmın altı çizili olacak: eğer bir şey en çok yedi kelimeyle açıklanamıyorsa o şey anlamsızdır. az önceki cümle bir paradoxtur. ve paradontax gerçekten diş eti kanamalarına iyi gelen bir diş macunudur. şöyle düşünün diş etleriniz kanıyor ve siz dişlerinizin kanadığından dem vuruyorsunuz. aslında herkes sizin ne demek istediğinizi anlıyor fakat anatomik olarak bir dişin kanaması imkansız. mitolojik olaraksa diş perilerine yapılmış bir hakaret. alın size diş macunu reklamlarından asla öğrenemeyeceğiniz bir bilgi daha.

yayınımıza türkçe sözlü hafif batı müziği ile devam ediyoruz... bunun için tek yapmanız gereken doğru noktalara temas etmek. eğer obsesif değilseniz temas etmekten kaçınmayınız.

maria mandalina

4 Aralık 2012 Salı
"lütfen insanlık hakkında düşünmeyin. bu kitlesel ölümlere yol açıyor." bugün barda arkamdaki masada oturan lingua franca olduğundan anadil aksanına sahip olmadan ingilizce konuşan, bir ihtimal yabancı öğrencilerden oluşan gençlere söylemek istediğim cümleydi. tabii ki söylemedim. çünkü o esnada zihnim başka bir şeyle meşguldü. dünyada o esnada eminim binlerce insan adriana lima, blues, obama, cern, idefix kitap fuarı, seks, bir kadın, bir adam.... hakkında konuşuyordu. acaba tam o esnada kimse ebuzer hakkında konuşuyor muydu? dünyanın herhangi bir yerinde birisi, tek bir cümle bile söylemiş olsa yeter. bir buçuk milyar insan bunun hakkında konuşsa ne yazar ki. nasılsa çoğunluk olamayacaklar. dünya üzerinde çoğunluk olmak ne zor. tüm dünyadan bahsediyorum. masai mara da dahil.

alternatifsiz bir hayat yaşarken mırıldanan şarkılara selam olsun. ebuzer'e de.


yakaran coğrafi şekiller bir

26 Kasım 2012 Pazartesi

merhaba canım;

burası buzdağının görünen yüzü. soğuk ve insanlar buzdağlarında yaşamıyor. onun yerine buzbağ şaraplarından içip ısınmayı tercih ediyorlar. keşke insanlar buzdağlarına bu kadar önyargılı olmasa görünen yüzünün soğukluğunu umursamasalar ve ellerinde sıcaklık ölçer aletlerle buraya gelmeseler. sıcaklık demek bile benim içimi ısıtmaya yetiyor aslında. keşke insanlar gelip hep birlikte elele tutuşup zirvemde pagan ayinler yapsalar.bana da bir ad verirler belki misal olimpos. o zaman aslında benim o kadar soğuk olmadığımı görürler ve evlerine - ki bu çok hüzünlü bir sözcüktür benim için, ne evim oldu ne de evi olduğum birisi - gittiklerinde annelerine babalarına karılarına kocalarına kızlarına oğullarına benim özümde ne kadar sıcak olduğumu anlatırlar. o kadar sıcakmışım diyelim ki ben görenlerin içini yakıyormuşum ve masallardaki ejderhalar hep benim bağrıma gelip ateşlerini tazeliyorlarmış. merhaba canım ben bir buzdağıyım ve insanlara soğuktan başka bir şeyi hatırlatmadım bu güne kadar. freud ve titanik hariç.

tolkbadi

16 Kasım 2012 Cuma


vücudumdaki demirbaşları saydım. sonbahar yaz kış ilkbahar. milli eğitim müfredatına girmiş bir organım dedi ki; eğer ilk bahar ve kış arasında yazsaydın bu senin son bahar yazın olurdu. hiçbir şey anlamadım. bir dalağa neden güveneyim ki. alındığında melankoliye sürükleyen bir organa hem de. (not: bu bilgiye güvenebilirsin)

saatlerce konuşasım ve bira içesim var. tanımadığım biriyle konuşasım var. ortak bir tanışımız olmayan, aynı yerlerde çocukluğumuzu geçirmediğimiz birine. mümkünse dilsiz olsun. çünkü önce ben konuşacağım. mümkünse sağır olsun. küfür ettiğimde toplumsal da olsa bir baskı bakışına maruz kalmak istemiyorum. ona saatlerce obama'nın neden bir kere daha seçildiğini anlatmak istiyorum ya da ibrahimoviç'in dünkü maçta attığı golü. mümkünse kör olsun. gözünde canlandıramasın anlattıklarımı.

sonra o anlatmaya başlasın. mümkünse çok konuşsun, dili yeni açılmış lal misali. hiç susmasın ve ben reis çelik'in an itibari ile son filmi lal gecenin adınında geçen lal'in renk değil de sessiz anlamına geldiğini filmin ingilizce adını gördüğümde anladığımı anlatmak isteyim. ama o buna mahal vermesin. duyduğu en ufak bir sesin hikayesini bile anlatsın bana mesela dalganın vurduğu taşın hikayesi olabilir. belediye sahili biçimlendirmek adına onu oraya koymadan önce nerdeydi ve ne yapıyordu o taş. hangi coğrafyanın mahsulüydü ve jeofizik mühendisleri kendisinden nasıl bir kayaç diye bahsediyordu. bana gördüğü her şeyi anlatsın, her şeyi ama. piksel piksel. bunu beni pikseler anlatmam diyeceği şeyleri bile.

fakbadi

14 Kasım 2012 Çarşamba


"hobilerim; müzik dinlemek, kitap okumak, hacca gitmek, zekat vermek..." f.b.

kitap okumak sevişmek gibi. verdiği haz değil demek istediğim, sürecin gelişimi. hazları kıyaslarsam kitap okumak; sevişmenin ölçekli çizimi gibi. ölçeği hesap etmek için lise coğrafya kitaplarından yola çıkıp, esrarlı alemlerde yoldan çıkıyoruz. matematiksel bir takım işlemden sonra a sıkılma katsayısı olmakla birlikte; sevişmek= a/kitabın sayfa sayısı. her insan göre değişmez bu a kitaba göre değişir bu sebeple basit bir denklemdir. a ne kadar küçükse o kadar sevişmeye yakınsar okuduğunuz kitap.

süreçten bahsedecektim. tüm gün boyunca eve gitsem de okuduğum bir kitap var şu an elimde. iki gecedir okuyorum. nerdeyse bir yıldır kitaplıkta duruyor, dönemin çok tavsiye edilen çok okunan yazarlarından birisi. geçen sene idefixin kitap fuarı sırasında almıştım da öyle duruyordu. kaç kez bakıştık, kaç kez birlikte yolculuk yaptık kitapla saymadım. ama epeyce çok. ha okudum ha okucam diye çantamda durdu, yatağımın başında durdu. yeri geldi hasta oldum bana çorba kaynattı ama sevişmiyorduk. umudu da kesmiştik artık zaten birbirimizden. taa ki pazartesi gecesine kadar. uyumak için kitap okuyayım dedim. sanki ilk kez görüyormuşum gibi aldım elime kitabı. açtım kapağını o da anladı bu seferki yakınlaşmamızın diğerlerinden farklı olduğunu ve kendini bıraktı bana, ben kendimi bıraktım ona. sevişmek gibi. hep farklı farklı gelişiyor süreçler mesela eski bir kitabım vardı kitapçıda gördüğüm andan itibaren onunla sevişeceğimizi biliyordum. eve kadar sabredemedim yolda başladık. bir sürü kitabımla sadece sevişmek için seviştim. yıllarını birlikte geçirmiş karı koca gibi. hepsinin tadı farklıydı biliyorum, kimisi iyi kimisi kötü. kimisi hiç bitmesin istedim, kimisini yarıda bıraktım. kitap okumak fena halde sevişmeye benzer, süreç yani.

arabeskli futbollu aşk hikayesi

5 Kasım 2012 Pazartesi


kağıt üzerinde senin kazanacağın bir müsabakaydı oysa ben beraberlik yazalım demiştim. böylelikle ayrılmayacaktık. hakemlere ve zamana rağmen sonsuza kadar tabelada sıfır sıfır görünebilirdi. maça tutkulu başlayan sendin her zamanki gibi, ben seni seyretmekten alıkoyamıyordum kendimi. şiir gibi denir ya, işte öyleydi oyunun. saçların çok etkiliydi, gözlerin vardı saçlarını besleyen, sonra memelerin vardı, memelerin kahramandı. seyir zevkin öyle yüksekti ki, aşk namına ne varsa sendeydi. bense kendi sahama çekilmiş çok şükür bu sefer de gol olmadı diyordum. sonra sonra artık dayanamaz hale geldim sana. daha yeni başlamış sayılırdık sen öne geçtin hakem saymadı, bu da mı gol değil diye bağırdık ıslak gözlerimizle hakeme koşarak. biliyorduk ikimizde gerçeği. ancak elden ne gelir kurallar çok açık. sonra sen de yoruldun mu ne oldu bilmem kaybettin hakimiyeti, orta alanda bir sende bir bende sıkıcı bir oyun. oysa sen sıkıcı oynamayı sevmezdin. benim zaman zaman senin kalbine doğru kontraatağa çıkıyordum. hissediyordum pırpır ediyordu. orası senin zayıf tarafın mıydı en güçlü tarafın mıydı hiç bilmiyorum. sonra ne olduysa düdük çaldı. biraz ara vermeliyiz dedik. sonra bir düdük çaldı sende ve bende bazı değişiklikler vardı artık. roller mi değişti ne bu sefer saldırmaktan alıkoyamıyordum kendimi, çok sürmedi ama bu heyecan da. sonra sen gene bir baktın bana, ikinci yarıda bakışların girmişti oyuna, ben senin bir bakışına o sahaya tüm takımı gömerdim ama sen bilemedin bunu. öyle böyle vakit geçiyordu işte cılız bir ben bastıran bir sen. ancak ben zaten razıydım beraberliğe. söylemiş miydim ben bir ömür beraberliğe gelmiştim. fakat zaman geçiyordu ve sen artık durdurulmaz oldun. böyle berabere bitecek herhalde dedim bir an. kendi kendime seviniyordum hakem saatine bakıyordu. tamam diyordum sonsuza kadar beraberiz. ancak o da ne sözlerin bir vurdu. ve sen kazandın. fonda herman heder vardı. acımı sadece dailymotionda söylüyordu.

hesaplaşma

2 Kasım 2012 Cuma


bir onur ünlü söyleşisine gitmeliyim. ona taa ah muhsin ünlü zamanlarıyla ilgili bir soru soracağım.

nocturnal ballad

23 Ekim 2012 Salı


bir theremini çalar gibi sevdim seni
dokunmadan ve dalgalar boyunca

nazireli ve imasız ve mesaj kaygısız

19 Ekim 2012 Cuma

bir kadının vajinasına giden en kısa yol
yeterince ağırlık kaldırmış iki kol

keşke yalnız bunun için sevseydin beni

ağlak yazı

7 Ekim 2012 Pazar
gökyüzünün ağladığını gördüm bugün
telaşla haberleri açtım
şanslıydım meteoroloji bülteni
istanbul'un yağışlı olduğunu söylüyordu
yıkıldım
enkaz halde dua ettim
herkes kendi işini yapsın
şu meteoroloji müdürlüğü neden sadece meteorları incelemez ki

tek kelime

3 Ekim 2012 Çarşamba


bu yazı benim için yazılmıştır.

milyonlarca kelime



bu yazı senin için yazılmıştır.



şiir

17 Eylül 2012 Pazartesi
annelerine tolga diye seslenen çocuklar gördüm
gerizekalı piç kurusu tolga diye anne mi olur?
anne diyeceksin
hanım teyze al şu çocuklarını
yoksa emniyetten arkadaşlar beni almak zorunda kalacaklar
bilirsin onlar benim kadar merhametli değiller

şimdi sen ne yapıyorsun
şiir mi okuyorsun
türkü mü dinliyorsun

şimdi ben hem şiir yazıyorum
hem türkü dinliyorum
evet bu bir şiirdir
evet bu bir pipo değildir
pipo görmek için lütfen linki tıklayınız
linkin park dinlemek için ise lütfen bu linki tıklayınız

şair burada romence konuşmak istemiştir
păcatele tale albine
şair burada google translate kullanmıştır

hamiş: şair aşırı dozda asit kullanmıştır
hamişiki: şair boş vakitlerinde otlaklarda gezmektedir
hamişüç: şair sorunsuz bir çocukluk yaşamıştır
hamişdört: şair bir sürü dua bilmektedir
hamişbeş: şair gökyüzüne en son ne zaman baktığını hatırlamamaktadır
hamişaltı: şair şiir yazan kişidir

avaz avaz

10 Eylül 2012 Pazartesi
ölüyorum dedim
kalk getir dediler
neyi dedim
kelime-i şahadet dediler

can havliyle bir kalktım
koşmaya başladım
öyle öyle kaçmışım cennetten
öyle öyle kaçmışım cehennemden
öyle öyle kaçmışım araftan
burası muamma

yakalayamadı beni azrail
döndüm arkamı
ben dedim senle nasıl oynanır bilirim
çok bilgiliyim ben
yedinci mührü de izledim
deli dumrul'u da
haha dedi azrail eksiğin var benden yana
sen öyle san dedim
okudum onu da bilirim efrasiyab kim
koş bakalım cahil dedi
bir gün kesişecek bu yollar

arkama baktım
azrail yoktu
önüme baktım
yepisyeni bir hayat
ellerimle cebimi yokladım
ceplerim boştu
karnım aç
abi dedim yoldan geçen gevrekçiye
he asked me where i was from
kahire dedim
i m the purple rose of cairo

güldü gülüştük
gevrek gevrek güldün gevrek ver şimdi
uzattı bi tane kemire kemire yürüdüm yolda
baktım olmayacak böyle
azraile posta koymak zor
elde yok avuçta yok
telif haklarımı sattım
şerefine şiirler yazdım
resimler yaptım
kazandığım tüm parayla
hayatıma kumarlar oynadım
beşi beş liradan beş mermi doldurdum altıpatlara
birini kafama beşini havaya
hooop geldi mi yirmibeş lira
günde beş kere yapsam iyi para
masrafı yok
akarı kokarı yok
bir mermiye para gider
ölürüm de vermem canımı

.

7 Eylül 2012 Cuma

"o affedildi, çünkü ondan vazgeçildi" (rivayet olunur ki küçük iskender)

kelimelerin yazılmasından bahsetmiyorum, kelimelerin yaratılışından bahsediyorum.

beynimi bir kaç gündür tırmalayan bir cümle var, her saniye içimde, her an dilimin ucunda hep kendime söylüyorum. sırf kendim duyuyorum. sırf kendim duyayım diye hep kendime söylüyorum. bir zeki demirkubuz röportajında geçiyordu; isa'nın kendisini yakalatan adam için bile dua edeceğini söylüyordu. sonra bunun çok büyük bir kibir olduğundan bahsediyordu. affetmek, affettirmeye çalışmak ne büyük bir kibirdir. bir düşünün bunun üzerine, ardından affetmeyi düşünemez hale geleceksiniz. vicdanın kaçışının kapısını kapatacaksınız. yok yok meraklanmayın söyleyeceğim dilimdeki cümleyi. biraz da siz duyun sizin yüreğiniz sızlasın. bir film izledim derviş zaim derler adında bile sırlar gizli bir adamın yönettiği. sinema yazısı, film yazısı değil bu. ne yazısı olmadığını çok anlattım biliyorum. ama ne yazısı olduğunu bilmediğimden anlatıyorum bunları. belki sır ve hakikat o üç kelimede gizli.

şimdi tüm yazdıklarımı unutun. sadece bunu dinleyin: af'allahü anh

altı harfin gizemini bulmaya çalışıyorum günlerdir. dilimde, kalbimde... acıyor. bir yokluğa teslim olunuş. naifliğin zarafeti. allah onu affetsin. kimi affetsin? kim affetsin? affetmek? felaketim oluyor ağlıyorum kibrimden. öfkeyse öfke, hüzünse hüzün,acıysa acı... bir gözyaşı dökmediğim kaldı. kim bilir belki onu da yaparım. ve ağlamamı onurlandırırım. ıslaklıkla.

beni anlayamadığını söylüyor bazıları, öyle siz gibi bazıları değil canlı kanlı nefes alan benim yanımda nefes alanlar. daha nasıl anlatayım derdimi bilemiyorum. o kadar çok şeyi bilemiyorum ki. bu bilmediğim en çok bildiğim.

belki haklılar

önce söz vardı
sonra söylendi
sonra sus oldu
susuldu
sus

tatil yazısı ve bir film sahnesi

4 Eylül 2012 Salı

bir yerleri görmek için illa oraya gitmek mi gerekir. saçma; bira içilen her zaman tatildir. sevilenle bira içilen her yer mi? işte orası cennettir. yüksek sesle yapılan anons(frekansı bir yarasanın duyacağından bile fazla): "sevgiliyle bira içmeyiniz, aksi durumda ölmüşsünüz demektir"

sahne 129
(adam içeri girer, elleri nemlidir. tuvaletten çıkmıştır. tuvaletten sonra ellerini yıkama alışkanlığı vardır. ne mutlu. masanın üstünde bir tabak tuzlu leblebi bir şişe bomonti 50'lik şişe vardır. adam masanın yanındaki tekli koltuğa oturur, azcık doğrulur tuzlu leblebiden alır. ıslakla buluşan tuzlu leblebi biraz yumuşamıştır. adam tuzlu leblebiyi ağzına atar. avcunda bir kaç tane daha kalmıştır. bomonti biradan bir yudum alır. büyük bir yudum. bir tane daha leblebi atar ağzına. adam bakışlarını sağa doğru yöneltir. kamera adamın bakışlarıyla birlikte döner. üçlü koltukta güzelce bir kadın uyumaktadır. sola meyilli yatmaktadır. sol eli koltuktan sarkmaktadır. kamera tekrar adama döner. nerden geldiği bilinmeyen bir karanfil vardır adamın elinde.)
(dış ses) sen karanfile eğilimlisin alıp sana veriyorum işte.
(kamera tekrar kadına döner.) kadın uykuyla uyanmak arasında bir mahmurlukla: bi şey mi dedin aşkım?
(kamera kadını gösterirken) bir adam sesi: hayır uyu sen

noman

2 Eylül 2012 Pazar
bir spor salonunun duvarında kaslı bir erkek vücudunun üzerinde yazan:
no pain no gain

bir parktaki basketbol sahasında grafiti ile yazan:
no blood no faul

bir ekonomi profesörünün masasında a4 kağıdındaki çıktıda yazan:
no free lunch

bir amansız savaş karşıtının çantasındaki magnette yazan:
no religion no war

bir gelecekten beklentisi olmayan garip görünüşlü çocuk tarafından kiremitle yazılmış yerde yazan:
no future no hope

bir sokakta ölü bulunmuş evsizin cebinden çıkan kağıtta yazan:
no hope no fear

bir ergenin odasındadaki posterde rastalı adam resminin altında yazan:
no woman no cry

elmalar ve samsunglar

25 Ağustos 2012 Cumartesi


belki de bu yazıyı bu iki kodamanın yaptıklarından birisinden okuyor olacaksın, ve belki de ben bu iki kodaman kadar kodamış bir başkasının yaptığı bir işletim sistemiyle yazıyorum. işte tam da kucağındayken düzenin içimdeki anarko primitivist açığa çıktı. davayı gören yargıç olup şunu demek istedim kendilerine: patent ihlali bir kişiden çalmaksa, patent tüm insanlıktan çalmaktır. tüm insanlığa borçlusunuz.

ürün karşılaştırması için linki tıklayın.

somali'de sonbahar

15 Ağustos 2012 Çarşamba


kalamışta bir restoranda garsona kamışa su yürümüyor dedim. pipetinizi değiştireyim efendim dedi. efendim dedim. pipetiniz dedi. bir sorun var sanırım. evet ama sorun değil dedim. sorun dediğiniz nedir ki diye sordu. sorun dedim çözümü olan şeydir. saygıyla hemen efendim dedi ve bana yeni bir pipet getirmedi.

sakalımda bayrak bayrak aşk dalgalanıyordu, traş oldum geçti. milliyetçi duyguları kabaran bir türk büyüğü. bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır diye haykırdı. evet dedim traş olurken yüzümü kestim ve kanadı. aşk acısı dedi bir din büyüğü. bu sohbete neresinden dahil olmuştu anlayamadım bir türlü. saatlerdir dinmiyor dedim. yürek yanınca ten ne yapsın dedi. bu adamda iş vardı. din büyüğünden bahsediyorum. iş vardı. gel başla dedi. çileci olacaksın. bir lokma bir hırka artı ssk dedi. özel sağlık sigortası da yaptırıyoruz ancak bir yıl çileyi doldurman lazım dedi. bu kadar çileye hangi şirket poliçe düzenler ki dedim. milli reasürans galerisini işaret etti. işaret ettiği yere baktım milli reasürans galerisi ordaydı. içeri girdim bir sergi vardı. el yazısı aşk mektupları sergisi. her yaştan insanın yazdığı her dilden yazılmış aşk mektupları. latince bile vardı. bunun ne işi var burda diye düşündüm. yandaki tanıtım kutucuğunda bir kardinalin bir rahibeye duyduğu aşkı anlattığını öğrendim. ey aşk nelere kadirsin dedim. kadir gecesini kutlayan bir mesaj geldi telefonuma. yanlış göndermişler mesajı tüm islamına gitmesi gereken mesaj sadece bana gelmiş. onu din büyüğüne de danışarak tüm islam alemine ilettim. bir sürü bedava mesajım vardı nasılsa.

vekaleten

13 Ağustos 2012 Pazartesi
giden güne inat buluşmak üzere can baba;


diyelim yağmura tutuldun bir gün
bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
öbür yanda güneş kendi keyfinde
ne de olsa yaz yağmuru
pırıl pırıl düşüyor damlalar
eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
dar attın kendini karşı evin sundurmasına
işte o evin kapısında bulacaksın beni

diyelim için çekti bir sabah vakti
erkenceden denize gireyim dedin
kulaç attıkça sen
patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
ege denizi bu efendi deniz
seslenmiyor
derken bi de dibe dalayım diyorsun
içine doğdu belki de
işte çil çil koşuşan balıklar
lapinalar gümüşler var ya
eylim eylim salınan yosunlar
onların arasında bulacaksın beni

diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
çakmak çakmak gözleri
meydan ya taksim ya beyazıt meydanı
herkes orda sen de ordasın
herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
özgürlüğe mutluluğa doğru
her işin başında sevgi diyor
gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
bi de başını çeviriyorsun ki
yanında ben varım

yobaz yazı

6 Ağustos 2012 Pazartesi
islamın şartı kaç diye sordu hoca? bir dedi çocuk. otur yerine diye azarladı hoca. diğerini kaldırdı sen söyle dedi, duaları en hızlı ezberleyen çocuktu. beş dedi en çalışkanları. aferin dedi hoca say bakalım. tek nefeste saydı çalışkan çocuk. kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak,zekat vermek,hacca gitmek. aferin dedi hoca bir kez daha. ilk çocuğa baktı şimdi söyle dedi islamın şartı kaç? bir dedi çocuk. azar yemeye fırsat bile tanımadan. bir; o da inanmak. elindeki sopayla vurdu çocuğa hoca. otur dedi senden bir bok olmaz.

de de

5 Ağustos 2012 Pazar


annelerinizin dantelden ördüğü miğferlerle ölmezsiniz nöbet yerlerinde. kuvvet komutanlıklarının emridir.

bir er ortaya çıktı: komutanım benim annem tığ işi bilmez ölecek miyim ben?
bir komutan belirdi: öleceksin asker, birilerinin anası ağlamalı bu sefer de seninki olsun.
bir baba çıktı ortaya üç gün sonra: vatan sağolsun

konu vatan millet yahut silistre değildi, konu ölüm bile değildi. konu yalnızlıktı. nöbetteki yalnızlık. yalnızlıkla ölmüş birini tanımıştım. aslında ben onun yaşadığını sanıyordum. bi gün ne zaman öldüğünü söyledi. bi sabah uyanmış bir yıl kadar önce - bir kaç ayın lafını ölüler yapmaz, ben de yapmam- o gün ölmüş. hak rahmet eylesin dedim. bir arkadaşım var, bir aradayken en az ne kadar merdiven kullanırız oynadığım. bugün onla ölüm ve askerlik hakkında konuşmadım. ben onla ne dantel ne askerlik ne ölüm ne de telkari hakkında hiç konuşmadım. biliyorum bazı insanlarla daha önce bi şey söylemesen de dantel vs. hakkında hiç konuşmasan da hep yanındadırlar. neyse konu kimlerin yanyana olduğu değildi. cehenneme düşen bir tanıdığım, ruh çağırırken denk gelmişti o demişti. cehennemde bile kimle yanyana yanacağın belli değil diye. ey rahmetli demiştim. sen islamlık değil miydin? nasıl gördün cehennemi. müslüman basü badel mevt bekler. sus dedi, annem ve babama da söyleme. o gün bugündür sırdı aramızda bu konuşma. artık sırlığı kalmadı.

bir kitap okudum dedim birisine, kimdi hatırlamıyorum. birilerine birisinden bahsederseniz onları özlersiniz. ama hangi birisini özlediğinizi bilmezsiniz. bir kitap okudum hayatımda değişen bi şey olmadı ama neden bilmem çok etkilendim dedim. ne kitabı dedi, okumam yazmam yok benim. olsun dedim, şunu bilmek için bir şeye gerek yok; kadınların öyküleri, erkeklerin romanları can yakar bende. are you talking to me dedi. sus amına koydun ambiyansın diyemedim. sonra gitti şiirlerinden bir bukle getirdi. yağlı boya çalışmıştı. ben dedi renklerin dilinden anlarım okumam yazmam olmasa da olur. ben yine de yazarak anlatayım. bir kaç gün önce - hatta tam gününü vereyim perşembe günü- bir kitap aldım nargile içerken okuyayım diye. okudum gecesine ebem aradı seviştim ben diye. sessiz kaldım. nargile okurken okunan kitaplar vurmamalı. hatta ayakkabı dışında hiçbir şey vurmamalı. sevdiğim insan, hatta bu aralar zirveye oynar sevdiğimlikte, ayakkabı ve vurma analojisi yapmıştı bana. ayakkabı o yüzden ayrı.

sus artık dedi dede ikinci selamda. sema töreni böyle bi şey değil.

ayıplı şehir

3 Ağustos 2012 Cuma

sevişiyorduk
son yirmibeş yılın en yüksek sıcaklığı ölçülüyordu tenlerimizde
gölgede kırksekiz derece
biraz daha sevişsek
yanarak ölecektik

öldükten sonra yanmayı seçmiştik biz
doyduk sevişmeye
yan yana uzandık

uzmanlar bölgede su baskınları için uyarı yapıyordu
ateşimiz suyu yok edememişti
şiir yazalım dedik
içimizdeki ateşi söndürürüz hiç değilse

reminder

23 Temmuz 2012 Pazartesi


enkaz altında kalmış çocukluklar güçlüdür
gitmeleri gidişdir ha
hiç dönmeyecekmiş gibisi
kalmalarını bilmem ben hiç kalanını görmedim
sevmeleri desen kalmalarından da beter

yazıyla üç

18 Temmuz 2012 Çarşamba
geçenlerde kendime rastladım. markette içki reyonunda. demek ikimizde aynı yerden alışveriş yapıyorduk. bugüne kadar nasıl karşılaşmadık dedim, oysa eski sevgilimle bile burda karşılaşmıştım, ki kendisi şu an ölü. cevapsız kaldı söylediklerim. bomonti dedim ne zamandır içmiyorum birkaç tane alıp tuzlu leblebi ile içeriz dedim. bir ölü gibi sustu gene. bu sefer döndü bir ölü gibi baktı. biraz yaklaşsam bir ölü gibi kokacağımdan korktum. kendimden korktum ve kaçtım. eve gittim bira almadan. suyun altına girdim. bir şelalenin dibinde yaşamanın en güzel yanı bu dedim. evde her şey unutulur. her şeyden önemlisi "şimdi evime girsem bile biraz sonra çıkabilirim mademki bu esvaplarla ayakkaplar benim ve mademki sokaklar kimsenin değil." demişti şair. aklımın içi olmayanların varlıklarıyla dolu. bana en büyük sürpriz kendimim.

yazıyla iki

"şimdi senin yaşında olsaydım" derdi babaannem, derdi büyüktü babaannemin. "bugüne dek yaptığımdan daha başka hiçbir şey yapmazdım. elli sene aynı evde yaşardım. yirmi sene aynı fabrikada çalışırdım. her hafta pazara giderdim. dedeni dünya üstündeki tek erkek olarak bilirdim. bana yazılmış olan bu hayatı yaşardım. sana bu bilgece sözleri etmek için senin babanı doğururdum. sana bunları söylemek için, yaşadığım gibi yaşardım."

babaannem olsaydı eğer, dün gece eminim bana bunları söylerdi.

yazıyla bir

içimin boşluğundan içeri girdim. kimse yok mu diye seslendim. kim o diye seslendim. benim süleyman dedim. hangi süleyman dedim. kaç tane süleyman tanıyorsun dedim.hiç dedim. sorun yok, ben de hiç süleyman tanımıyorum dedim. elimi cebime attım sigara içmek için sigarayı gösterdim bana. kafamla onayladım bir tane de kendime istedim. çöpünü yere atma dedim. atsam ne olacak, kim görecek dedim kimse görmez, kimse görmedi seni zaten. yalnızlığıma acıyorum.

sülün boyunlu güzel gibi

10 Temmuz 2012 Salı


astronomik rakamlarla astronomi dersi vermemi isteyen bir öğrencim vardı ben ilkokuldayken. ona burcunun ne olduğunu sordum. oğlak dedi. bana astral seyahat karşılığı astroloji dersi vermesini istedim. bir müzik açtı yuri gagarin gidelim buralardan aşk bizimle değil diye bir söz geçiyordu. anlamadım dedim. anladın dedi bilgece. kim öğretmendi kim öğretmedi. buna ikimiz de bir türlü karar veremedik. sonra oturup bunun üzerinde düşünmeyi kestik. bir kahveye gitmeye karar verdik. ben türk kahvesi önerdim o espresso. bir uzlaşma gerekiyordu, birinin bir şeyler yapması elzemdi. uyuşmazlık mahkemesine götürdüğümüz davada, hakime hanım doğum tarihlerimizi okuyunca nedeni anladık. burçlarımız. benim burcum ve onun burcu anlaşamıyordu. oysa gonca güllerimiz vardı burcu burcu kokardı. tamam hakime hanım dedik biz ayrılmak istemiyoruz. serbest dalış yapacağız. mariana çukuruna dalmak konusunda tartışacak değildik. sonuçta her ikimizde james cameron'u severdik. dalarken kamuran akkor dinlemeyi önerdi. kayıtsız kabul ettim. kayıtlı kabul etmek için istediği evrakları görmeniz lazımdı. kim olsa kayıtsız kabul ederdi. yolda türlü türlü balıklar gördük bi süre sonra türlü türlü balıklar göremedik. ışık yoktu. biraz daha inince türlü türlü halüsünasyonlar gördük. onlar da bizi gördü, el salladılar. yemin ediyorum bunu yaptılar.

tura çıkan bir turist

9 Temmuz 2012 Pazartesi


seni düşünmek; yakıcı mı güzel mi yakıcı güzel mi
sabah türküsü; kahvaltıdan önce yakılır ve üstünde çay demlenir
alagözlü yar; sarılmak için kapıyı çalandır
bahçedeki sandal; ağacının kokusunda anlatılmaz hikayeleri vardır
ölüdeniz; cenazesine giden bir dostum vardı gözyaşlarından rahmetlinin dalgalandığını söylemişti
istavrit; küçük balıktır büyük balığın yediği
oyun; oynamaz hiç bir çocuk orada yaşar
ebruli; başka neyi hatırlatabilir ki
hürriyete doğru; ilk adım adının konmasıdır
aşk yüzünden; olmayanlar olanlardan daha çok
rüya; görülür itinayla
her şey yolunda; giderken uyanırsın ve her şey yolunda gitmeye devam eder
ilk aşk; tek gerçek aşk sonra aşkın olmadığını öğrenirsin
dargın mıyız; diye sorulduğunda gülümsemeyi öğrenmiştim
çeyrek; ekmek kokoreç yiyen bir kadına bir çeyrek daha söyleyin
eski arkadaş; her gelişinde eskiyendir

arbeit macht frei

5 Temmuz 2012 Perşembe

semitist olabilirsin, anti semitist olabilirsin, faşist olabilirsin, herhangi bir ist olabilirsin, ya da bir dine göre hayatını şekillendiriyor olabilirsin. ama sadece bir gün insan nasıl bir varlık acaba diye düşündüysen ve imkanın varsa auschwitz'e gitmelisin. çünkü orada yaşananlar en saf haliyle insanlık. adorno demiş auschwitz'den sonra şiir yazmak barbarlıktır. insanlar hala şiir yazıyor, insanlar hala birilerini seviyor, insanlar hala birbirlerini öldürebiliyor. çünkü insan hayatta kalmak için her şeyi yapıyor. dedim ya auschwitz saf hali insanlığın. sanmayın saf demek temiz demek, saf demek karışmamış demek, hiç bir şeyin hiç bir şeye karışmadığı demek. insanlık orada saf halindedir, ölümün kol gezdiği çalışma kamplarında. orada ölenler umutlarıyla korkularını karıştıramazlar, umudu yaşarlarken içlerinde en büyük yaşama arzusu vardır. orada sağ kalanlar umutlarıyla korkularını karıştırmazlar, korkuyu yaşarlarken önlerinde çıplak bir ölüm resmi vardır. orada insanlar insana ait ne varsa en temel haliyle yaşarlar. severler - fotoğraflarda görürsünüz o insanlar buram buram severler en azından yaşamayı. ağlarlar - fotoğraflarda görürsünüz o çocuklar gerçek gözyaşlarını akıtırlar gözlerinden. hastalanırlar - fotoğraflarda görürsünüz hastalığı neyse her evresini hissederler. ölürler - fotoğraflarda görürsünüz ölünmesi gerektiği gibi ve ölünmesi gerektiği için ölürler.

ve biz aradan yetmiş kusur yıl geçince tek bir bıyıklının günahı olduğunu sanarız orada yaşananların. orada yaşananlar insanlığın kendisidir. adorno doğru demiş ama eksik demiş tosunum; auschwitz'den sonra şiir yazmak barbarlıktır, öncesinde yazmak da, auschwitz'de şiir yazmak da barbarlıktır. insanlık tarihi barbarlığın tarihidir. ve bir şeye ona şiir yazacak kadar bağlanmak bu barbarlığın müessibidir.

insan ilişkileri

4 Temmuz 2012 Çarşamba
şimdi gözlerimizi kapatıp
usul usul aşık oluyoruz
aşka dair ne varsa o oluyoruz
yarın gözlerimizi açıp
usul usul insan oluyoruz
aşka dair ne yoksa o oluyoruz

hamuşan

27 Haziran 2012 Çarşamba


yirmibeş yaşında öğrendim, birisinin gidesi varsa kim ne yaparsa yapsın illa ki gider. en olmadı ölür, gider. bunu yaz ölüm bir gidiştir. tıraş olurken yirmibeş yaşında öğrendim, sayıyla yirmibeş. kendime bakarken öğrendim. tıraş köpüğünü yüzüme sürerken anladım. oysa bugüne kadar hiç öyle olduğunu düşünmemiştim. kalıcı sanmıştım kendimi, insanlar ikiye ayrılır. gidiciler ve kalıcılar. ben o tıraşıma kadar hep kalıcı sanardım kendimi. tıraş köpüğünün durduğu dolaba baktım; benimdi, ama benim değildi. köpüklü suratıma baktım, neyseki yüz benimdi. belki benim olan tek şeydi. o güne kadar hep kalıcı olduğumu sanardım. değilmişim. jileti yüzümde gezdirdim. işim bitti. siz de köpüğün surattan ayrılışını seyretmeyi seviyor musunuz. köpüğün gidişini mi tenin kalışını mı daha çok seviyorsunuz.

gidenler lütfen cevap verin. bir de buna cevap verin. gittiğiniz yer oraya yakın mı?

söylemler

25 Haziran 2012 Pazartesi
senin bana kattığın şey
benle ben arasında kalsın
aradaki boşlukta sen ol

renksiz sessiz sedasız sevenlerin hikayesi

21 Haziran 2012 Perşembe
adam görmüyordu
kadın konuşamıyordu
duyamıyordu
nasıl olduysa bir araya geldiler
nerde olduysa bir masaldı başladı
adam şarkılar söylüyordu kadına
kadın resimler yapıyordu adama
bir gün durdular öylece
çıplak terlemiş
son kez sevişmişlerdi
adam kadına seni seviyorum dedi
kadın adama seni seviyorum yazdı
ölesiye bencilce sevdiler birbirlerini
öldüler

kan içindeki çarşafta yazıyordu, aşkla
"hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh, ve lehum azâbun azîm"

kapitalist şiirt

18 Haziran 2012 Pazartesi


biz her pazar intiharı düşünür
her pazartesi işe giderdik
salı,çarşamba, perşembe
ölmeden geçerdi günlerimiz
her cuma mukaddesti
her cumartesi sevişir
her pazar intiharı düşünürdük

bu bir film yazısıdır

16 Haziran 2012 Cumartesi


azılı suçluların olduğu bir hapisanede, mahkumların sahnelediği jul sezar oyununu anlatan bir filme gittim. ayı falan almış berlinde, istanbul film festivalinde de varmış ama bu sene pek ilgi göstermemiştim festivale, istanbul film festivali istabul'a yerleşilen ilk sene bir heyecana bürüyor sonra gittikçe azalıyor bu heyecan. matematik bazlı iktisat modellerinden nefret etsem de, bu durum marjinallik kavramı ile çok rahat açıklanabiliyor. azılı suçlu kavramı ise çok muallak. kimdir bu azılı suçlular. şimdi bir insan başka bir insanı öldürüyor diye azılı bir suçlu mu oluyor. eğer öyle oluyorsa herkesi öldüreceğini iddia eden tanrılara neden milyarlarca insan inanıyor. bu da kandil mesajı olsun.
yaşam hakkı kutsaldır. bu da demokrasi mesajı olsun. demokrasinin beşiği antik yunan mı yoksa antik roma mı emin değilim ama her halükarda sezar ölmeliydi. (sokrates ise ölmese iyiydi) çünkü ölümler yaşamdan daha etkilidir kitleleri harekete geçirmek için. siz hiç bilmem ne prensesi doğum yaptığı için yapılan savaş hikayeleri duydunuz mu. - hünkarım avusturya macaristan dükünün zevcesi bir oğlan çocuğu doğurmuş. - ne diyorsun lala tez orduları harbe hazırlayın. böyle bir diyalog ancak fantastika imparatorluğunda yaşanır sanki.
söylemeyi unuttum, ben sık sık bi şeyleri söylemeyi unuturum, bu yazı cesare deve morire filmiyle ilgili. tiyatroya bir tutkuyla bağlıyım. nefret dolu bir tutku. bu konuda hiç bir karşı argümanı kabul etmiyorum. film bir tiyatro oyunu sürecini anlatıyor diye bir süre midem bulandı. sonra kendi kendime dedim, geri dön bu bir sinema filmi. bu bilinçle filme tekrar girebildim. yönetmen kardeşler de sağolsun, çekebildiler. yönetmek kardeşler derken sanmayın ki bir dostluk hitabında bulundum. alakası yok filmin yönetmenleri iki kardeş, taviani kardeşler. film her ne kadar tiyatro filmi olsa da oyuncular tam sinema oyunculuğu yapmış. samimiyetten uzak tiyatral oynasalardı itin götüne sokardım şu an onları. filmde bir sahne vardı mahkumlardan birisi provada bir koltuğa oturuyor ve yandaki koltuğu okşuyor. belki buraya bir kadın oturur diyor. o esnada aklıma bülent kayabaşın o muazzam mahkum sahnesi geldi. buyrun bakın siz de. gözünü sevdiğim yeşilçamı.

bir sene olalı beri

10 Haziran 2012 Pazar
gazeteye ilan verdim bugün pablo
gidişinden beri gazeteye verdiğim tek ilan
annen okuduğunda ağladı,
daha doğrusu ben okuduğumda
bilirisin pablo buralarda anneler okumayı bilmezler
ve eğer bir çocuğumuz olsaydı pablo
ben de bilmeyecektim
latin kadınları yoksul ve güzel olur derler pablo
hayatı okumaktan harfleri unuttuklarındandır
petrol çıkardılar topraktan dedi
ama pablomu aldılar benden

ilan verdim bugün gazeteye pablo
konu komşu duysun istedim
herkes duysun istedim pablo
senin öldüğünü herkes duysun

"bayandan az kullanılmış koca
araba ile takas olur"

gariplerin demogoji içermeyen öyküsü

aslı erdoğan'a neden aşık olabileceğimi anlatmalıyım. kendileri benim efesimdir. tarihi bir hayat doldurucum. hayatım onun kitaplarının altında sanki. aylardır elime yapışan bir kitabı vardı. hayatın sessizliğinde. tek kelime anlamadan okuduğum, kendimi içine sokamadığım bi kitabı. aylardır hiç bi yere kendimi sokamadığımdan olsa gerek. bu kitap rusça olsaydı da aynı şey olacaktı. anladığım dilde yazılmış gene aynı. sonra bir garibim bugün. dünden beri aslında bir garibim. bazen olur öyle ya. öyle garip işte. amaçsızlık nedir bilir misiniz bilmem. ben çok yakından tanırım o duyguyu. öylesine boş, bulaşıklıkta yıkanmayı bekleyen bardak misali. içinde bir yudum şarap, artık tabanına yapışmış kurumuş bir kir. oysa şarap güzeldir. ağız kısmında dudak lekeleri. oysa dudaklar güzeldir. ortasında peynir lekesi bırakan parmak izleri. oysa peynir de eller de güzeldir. ama bardak yıkanmalıdır. fakat bardak için bardağın bulaşıklıktaki konumu amaçsızlıktır. bardak değil kadeh demeliymişim.

bir arkadaşımla şüredingerin kedisinden bahsettik. kedi ölü müydü diri miydi kutunun içinde bu bir muamma. oysa kadeh sen mutfakta olsan da olmasan da amaçsızdır. bardağa yüklenecek tek duygu: ümit. o da bıyıklıya göre kötülüklerin en kötüsü. bana göre ise fark etmez. big lebowskideki nihilistler bıyıklıdan daha mı nihilist.

aslı erdoğan'ı beşiktaş'a giderken vapurda açtım okudum. yine rusçaydı. yanımdaki üç kadının konuşmasına daldım bıraktım. toplu taşıma araçlarında müzik dinlenmemesinden yanayım. hayatta bir kere duyulabilecek sesleri duymayı, bir janet - jak esim şarkısına tercih ediyorum. muktedir olsam dünyadaki tüm portatif müzik çalıcıları yasaklayabilirim. doğayla ilişkimizi kestikleri için. sonra vapur kıyıya yanaştı. vapur yolculuğu ne kadar uzun olursa olsun, vapurun kıyıya yanaşmasından daha uzun değildir. aynı şey uçaktada geçerlidir. yol ne kadar uzun olursa olsun kemerlerinizi bağlayın anonsları hep bir zulmün başlangıcını işaret eder. oysa ben yol ne kadar uzun olursa olsun kemerimi çıkarmam. göbeğimin üzerine baskı yapan şeyleri severim. sırt çantası taşımayı da severim aslında. sevdiğim kadınların üstüme yüzüstü yatmalarını istememi de sapkınca karşılamamanız için söyledim bunu. bu dokunuşlar insan olduğumu hatırlatıyor sanırım bana. vapurdan indim. alkımın karşısında ışıklarda beklerken hayatım boyunca hep kalabalık şehirlerde yaşadığımı düşündüm. ben hiç dikkat çekici şeyler giymedim. görsel olarak insanlara farklılık sunmadım. bir dönem saçlarım uzunda belki o zaman bi farklılık olmuştur. milyonlarca uzun saçlı var biliyorum ama saçlarım kıvırcık benim.lepiska değil. bu kalabalık şehirlerde, kalabalık yerlerde öylesine yürürken otururken bira içerken hiç kimsenin dikkatini çekmiş miydim acaba. ne bileyim birisi bankta oturan adam diye beni bana benzemese de karakalem çizmiş miydi. ya da şu an bankta oturan bir adamı seyrediyorum diye başlayan cümleler yazmış mıydı not defterine. ve bu insanın not defteri moleskine miydi. böyle insanlar sadece filmlerde ve kitaplarda yer alıyor olamaz değil mi. olamaz en azından ben arada sırada çizmesem de yazmasam da polo bir tişört giymiş altında kot olan bir genci seyredebilirim. ya da lepiska saçlı askılı bodysi ve kırmızı eteği karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir kadını. yolun karşısına geçtiğimde ışıklarda beklerken ne düşündüğümü unutmuştum bile. sonra yürüdüm yürüdüm. adres sormak dışında kimseyle konuşmadım. yaklaşık 2 saat boyuna tek kurduğum cümle, şair nedim caddesi bu cadde mi abiydi. feda işimi tamamladım. sonra epeyce bir kaç saat sonra şüredingerin kedisi hakkında da konuşacağım arkadaşımla buluşana kadar pek konuşmadım. eve dönerken otobüste gene aslı erdoğana gittim. bu sefer yazdıklarını anlıyordum. ve yine beni kendisine aşık etmişti. ne yazmıştı ki derseniz. inanın hatırlamıyorum. zaten kendisinin hiç bir kitabından tek bir cümle hatırlamıyorum. hatta çoğunu hiç okumamış gibiyim. nasıl oluyor bilmiyorum ama ben o kadının yazdıklarını anladığımda ruhuma işliyor, kulağıma bilgelik fısıldıyor. garip.

soru: aslı erdoğan bu yazıyı okur mu.

aşağıdakiler de bu yoran günden çektiğim resimler.






içinde derin manalar barındıran yazı

8 Haziran 2012 Cuma


dünya joe satriani'ye ismiyle hitap edenlerin yaşadığı bir yer. merhaba joe, naber? (çn. hi joe, what s up?) joe ekmeğine reçel süreyim mi? (çn. joe would u like to get some jam on your bread?) cumaya neden gelmedin joe? (çn. why didn t u come to friday?)
bazılarının ilahı olan joe satriani'ye bunları diyen insanlar var, o yüzden kimse joe satriani'yi büyütmemeli. ebeveynleri ya da bir başkası onu büyütmüş. wikipedia ya da başka bir kaynakta hakkında çocukluğu hakkında bilgi alabilirsiniz diye düşünüyorum. asıl mesele joe bir yetişkin olunca da kendi ayakları üstünde durmayı öğrenmiş. joe'yu hayata karşı güçlü duruşu için takdir ediyorum.

bir zamanlar sadece uçak fobisi yüzünden jefferson airplane dinleyemeyen bir arkadaşım vardı. 70li yılların sonunda ağrı'nın bir dağ köyünde yaşayan bu arkadaşımın jefferson airplane dinleyemediğini nasıl keşfettiğini ve uçak fobisini nasıl geliştirdiğini kendisine hiç bir zaman soramadım. köyünden sadece ikinci cihan harbi esnasında çıktığını da düşününce ufkunun genişliğine verdim. uçak fobisinin 1974 yılında thy'nin paris'te çakıldığı haberini ajanstan dinlemesi nedeniyle olduğunu sanıyorum. ancak jefferson airplane konusunda hala bir fikrim yok. aslında var bu bilgiye vakıf olmadığı için dinleyemiyor olabilir. bunu kendisine sormalıydım. ancak hem yetmişler hem de ağrı çok uzakta kaldı. bu kadar engel varken, bu arkadaşımın ölmüş olması bir detaydan öte değil.

not: bu yazı tüm havacılık tarihinde kaza sonrası hayatını kaybeden tüm kabin ekipleri için yazılmıştır.

söylemler yahut bar konuşmaları

6 Haziran 2012 Çarşamba


"her istediğinde gidebilirsin geri döndüğünde ben burada olacağım ancak her döndüğünde bana biraz daha borçlanmışsındır." (bir kadından terk etmeyi alışkanlık haline getirmiş adama)

"dokuz canlı oldukları için en çok kediler mi ölür?" (yolda arabanın ezdiği kediyi görünce ölümü idrak etmeye çalışan küçük kızdan annesine)

"uyumadım çünkü öyle olmadı."(bir süredir odada televizyon izleyen adamdan dişlerini fırçaladıktan sonra ıslak elleriyle yatağa gelip ona sarılacak karısına)

"günahsızca zina yapan bir dindarım ben." (günah çıkaran bir fahişeden rahibe)

"sen allahı seviyorsun diye allahın da seni sevmesi şart mı?"(sabrı ve aşkı anlatan bir mürşitten müridine)

"peygamberi kadın olan ilk dine inanacağım. ancak öncesinde bana doğum dışında bir mucize göstermeli."(inançlarını yitirmiş kadınları seven genç bir adamdan arkadaşına)

"bir insan ancak öldüğü gün ölümü yener."(hayatı boyunca mücadele etmiş bir babadan oğluna)

"hadi gidelim benim olmadığım bi yere" (bilmem hangi savaşta ölmüş bir adam tarafından sevdiği kadına)

bi leylek kalmıştı...

4 Haziran 2012 Pazartesi
zara'nın bir giyim markasından ziyade bir türkücü olduğu yılları siz de benim kadar özlüyor musunuz.

ama bu yazının konusu o değil, bu yazının konusu bugün vakti zamanında kalkedon diye anılan diyarda yapılan kürtaj karşıtı karşıtı mitingiyle ilgili. aslında bu yazının kürtajla ilgisi de yok. istenmeyen gebeliğe bireysel olarak verebileceğim tepki şu an için prezarvatif kullanmak ve ya dışarıya boşalmaktan ibaret. ilerde vasektomi yaptırınca bu konuda daha şahsi bir tavır takınabilirim. vasektomi de ötenazi gibi haktır ve benim vücudum benim kararım. konunun benim vücudum ve kararımla da ilgisi yok. bugün o mitinge giden daha sonra balık pazarında da sloganlar atarak devam eden bir grup kadının içindeki o kadın ile ilgili. bundan sonrası tamamen o kadına yazılmıştır.


sevgili o kadın,

seni o kalabalığın arasında görmedim, ama elindeki pankartı okudum. yaratıcılığın beni aldı ve kadıköyden bir başka semte götürdü. daha romantik bir semte, muhtemelen mor eteğin daha çok yakışacağı sokaklarına kendini daha ait hissettiğin o semte. hani içinden kocaman bir caddenin geçtiği, cumartesi günleri oturacak yer bulmanın imkansız olduğu, her gün litvanyada yaşayan insan kadar insanın geçtiği o semte. sen taksimin adının nereden geldiğini biliyor musun o kadın? eskiden şehre suların verildiği su depoları taksimdeymiş ve sular taksim edilerek verilirmiş şehre. o sebeple taksim diye anılmış. oysa şimdi ben o semtten evime dönerken taksi kullanmak zorunda olduğum için taksim diyebilirim. bazı semtler hangi yüzyılda olursa olsun isminden kaçamaz o kadın.

bu yazı ilerledikçe o kadın sana daha çok tutkuyla bağlanacağım, çünkü hala gözümün önünde o pankartın. sözündeki inceliğin, kaşlarının inceliğinden daha fazla. kaşların o kadın, dizlerime yattığında gözlerini kapattığında dokunacağım kaşların. ve saçların o kadın; yazındaki tüm o dağınıklık gibi. parmaklarım arasında dolaştıkça saçlarının daha bir açmazda daha bir kayboluşta. sana hasret dolu sözlerim şu anda bitti o kadın. artık seni özleyemeyecek kadar çok sevmeye başladım. sen hiç birisini özleyemecek kadar sevdin mi? öyle bir sevmek ki nefes alamadığından öylece kalmak, hiç kıpırdayamamak. (uyku apnesi: bir kadını çok sevmek)

o kadın pankartındaki o zekici sözlerin senin beyninin ürünü olduğuna inanmak istiyorum. o zekanın o naifliğin o inceliğin o sevimliliğin o salaşlığın hepsinin senin bir ürünün olduğuna inanmak istiyorum. bu günden sonra o bendim diyeceğin o günü gelmesini bekliyorum. çok zaman geçti bir amacım yoktu, hayatıma çok iyi geldin buna ihtiyacım vardı. beni yosun salınımı yapmaktan kurtardığın için çok teşekkürler.

sana yazdığım bu yazı bitmiştir, artık gelebilirsin.

cinsellik içermeyen yazı

1 Haziran 2012 Cuma
şu an yüzüstü uzanmışım ve bu yazıyı yazıyorum. bacaklarımın arasında kıllı bir şey var. uyuyor. bir dokunsam hemen canlanacak ayağa kalkacak. uyandıktan sonra onu durdurmak imkansız. birisinin onu sevmesini, onunla oynamasını isteyecek. öyle de bir şey işte. sevimli aslında. ısırmasa bir de, daha sevimli.


o şimdi bizi izliyor

21 Mayıs 2012 Pazartesi


yazı yazmak istiyorum, kafamı toplayamıyorum. belki de o son mermiyi kafama sıkmamalıydım. insanın kafası dağılınca toplaması gerçekten çok zor oluyor. mesela benimkini polisler toplamış. tabi sarı olay yeri bantlarını çektikten ve yeterince fotoğraf aldıktan sonra. keşke renk tercihimi sorsalardı. sarıdan hiç hazetmem. mavi ve ya kırmızı bir olay yeri inceleme bantı için bir 9 mm daha feda edebilirdim. başıma bir iş gelmeyecekse emniyetin zevkine güvenmiyorum. mesele benim ölmüş olmam değil aslında. hayata ölmek için gelmiyor muyuz sonuçta. dün cenazemden hemen önce entropiyi anımsatan bir yazı okumuştum bir blogda. hayatımın son yıllarında az kitap okudum bol blog okudum. entropiyi anımsatan yazıdan sonra bunu belirten bi yorum bile yapmıştım. mesele olay yeri bantlarının sarı olması. olayın cinayet süsü verilmemiş bir intihar olduğu apaçıkken. tek günahları zina yapmış ve alkol almış olan masumları sorguya almaları da hiç hoşuma gitmedi ama, sonuçta uygulamaları gereken bazı protokoller var. oysa ben not bırakmıştım polislere. protokolü soydum başucuma koydum diye. sanırım yere düşmemin oluşturduğu rüzgarla uçan notun yazdığı kağıt parçasına hemen ulaşamadılar. oysa masumların tek suçu yan odamda 19 liralık bir kırmızı şarap içip sevişmeleriydi. elbette ki aralarında imam nikahı yoktu. bir insan öldü diye iki insanın üzülmesi çok büyük bir bedel. bu bedelin karşılığında en azından başka renk olay yeri inceleme bantları getirebilirlerdi. bir sonraki ölümümde başka renk rica edeceğim.

merak

16 Mayıs 2012 Çarşamba
doğmak ne demek? günlerdir bunu düşünüyorum. dünyaya ne zaman geliyor insan. ilk nefes aldığında mı? ilk ışığı gördüğünde mi? göbeği kesildiğinde mi? ilk ağladığında mı? ilk ne zaman farkına varıyor yaşadığının?

bu blog yıllardır ölüm konuşur durur. son hissin ne olduğunu yaşayacağım ve bunu bileceğim vakti gelince. ama doğum, öyle bir şey ki yaşandı ama hatırlanmıyor. öyle muğlak öyle sonsuz. insan ne zaman doğar? ben ne zaman doğdum?


dokunan yanar

15 Mayıs 2012 Salı
aşka materyalist yaklaşmayın
çünkü öyle bir şey yok

anneli çocuklu şiir

14 Mayıs 2012 Pazartesi
sanırım daha önce yazdığım bu şeyler bugün de yazılabilir:

anneler gününde
karşınıza çıkan ilk anneyi öldürmenizi salık veriyorum
evlat acısı yaşamasınlar diye;
-anneyi karıştırma-

bu anneler gününde
urmiyeli bir kürt çocuğunun
gözyaşlarıyla selden insanlar ölecek:
ilk önce anneler
hepinize göz yaşı salık veriyorum

kim bilir hangi gökyüzü
hangi anneyi menopoza sokacak
-ben bilirim-
ben süper mario
prensesin hangi kalede olduğunu bilemeyen ben
hangi annenin menapoza gireceğini
daha kafamı göğe kaldırır kaldırmaz bilebilirim

ufkumuzu açan bir çığırdı çığırtkanlık
ve annelere çocuklarını daha çok sevmek için
hormon salgılıyordu
boş vakitlerinde
elişi derslerinde
kağıttan bilardo topları yapıp
onu siyaha boyuyordu,

tüm anneler
çocuklarının siyah topu sokmaması için
menapoza giriyordu

hepinize salık veriyorum
insan ya annedir ya değildir
-erkekler dahil-

belli belirsiz nesne

10 Mayıs 2012 Perşembe


işten çıktım koşarak bu yazıyı yazmaya geldim (evet yarış atı olarak çalışıyorum ve işim koşarak çıkmak), ne yazacağım hakkında bir fikrim yok halbuki.öylesine yazayım işte. dolmuşta aklıma bi kaç şey gelmişti, şimdi hiç bi şey yok. daha sık yazmalısın falan diyenler oluyor. evet evet oluyor öyle şeyler. ama gitti mi gelmiyor yazacaklarım. leyleklerin falan bebek getirdiği olmadığı gibi yazma yetisi de getirmiyorlar. kadıköy rıhtımda eski bir renault 12 gördüm. sarışın bir kadın kullanıyordu, cep telefonuyla konuşuyordu sağdan ufak ufak seyrederken. çok seksi geldi gözüme. oysa ki bu 35 plakalı arabadaki kadın menderesin bir köyündeki babasıyla yağmur yağarsa talan olacak sebzeler hakkında konuşuyordu. oysa ki kadın babasına hasadı sigortalatalım demişti. bunun neresi seksi allasen. kadının telefonu beyazdı. saçları sarı ve arabası kırmızı. kadıköyde 35 plakalı renault12 süren sarışın kadın. seni seksi kılan ne bir türlü çıkamıyorum işin içinden.

okuyan çok önemli bir bilgi vermek üzereyim. kediler en büyük manüplatörlerdir. bunun üstüne biraz düşünün. hak vereceksiniz.

sarı taksi dolmuşlar oluyor ya hani istanbulda nerdeyse her ilçede varlar. işte onla üsküdardan kadıköye seyrederken numune taraflarında selimiye spor kulubü var 1945 yılında kurulmuş. küçük bir baraka gibi bi yer. görünce romantik futbol sevgim aklıma geldi. futbolun romantik olduğunu düşünmüyor olabilirsiniz ancak kendi mitlerini yaratan her şey nostaljiktir ve nostalji her daim buğulu bir romantizm taşır. bu sebeple optik başkanı hiç bilmeden çok sevdik be abi diyebileceğine inanırsınız. şimdi muhtemel ki o barakanın içinde bir kaç tane siyah beyaz foto ve mahallenin en has abilerinin yetmişlerin sonunda çekilmiş şortlu fotoğrafları vardır. muhtemelen önemli bir maç öncesinde ve ya kupayla birlikte. fotoğraf çekmek eskiden anlamlıydı. şimdi her şey kolaylaşınca o da değerini yitirdi. ekonomi ilmi çok farazi olmakla birlikte, çok temel insanlık gerçeklerine değinir.arz ve talep insanlık gerçeğidir. ve neoklasik modellere olan öfkemi her zaman dile getirebilirim. selimiye spordan aha eski kuluplerin olduğunu da düşününce yanmış fotoğraf filmlerinin ne kadar uzun süredir doğada bulunduğunu varın siz hesaplayın.

hamiş: aşağıdaki karikatür yüzü suyu hürmetine videoyu vimeodan ekleyim dedim, sonra vimeoya hiç girmediğimi fark ettim. girdim search kısmına kazım koyuncu,kazim koyuncu, ncais birapa, nçais birapa yazdım. bi sonuca varamadım. ee sonra sonra da çıktım.


hamişiki: ee sonra sonra da çıktım deyince aklıma şu karikatür geldi. gençken çok gülmüştüm gene olsa o kadar gülmem çünkü biliyorum.


kritik kararlar

8 Mayıs 2012 Salı
çin yapımı bir hayat satın aldım bugün. günlüğü 2 doların altında çalışan işçilerin yaptığı bir hayat. piyasadaki orjinallerinin birebir aynısı. ağlıyor, korkuyor, seviyor, seviliyor hatta uslu bir çocuk olursa şirinleri bile görebiliyor. bu sabah karar verdim, gözlerimi açtım bu hayatı değiştirmeliyim dedim. komodinin üzerindeki sigaraya uzandım. sigara içmiyordum. oysa ki pek çok arkadaşım içiyordu. bazıları kaçak sigara içiyordu. bu hayatı değiştirmeliyim dedim, pantolumun cebine elimi attım. ben paramı hep cebimde taşırım. baktım çok fazla param kalmamış 20 lira biraz da bozuklar. 10 lirasını apartman aidatı olarak verecektim. 10 liralık bir hayat satın alabilirdim. ancak o fiyata orjinal hayat bulmak zor. sonra evin az ilersindeki milyoncu geldi aklıma. orada çin malı olan her şeyi ucuza bulabiliyordum. -leğen hariç; çünkü pahalı leğen diye bir şey olmaz- bugün bu hayatı mutlaka değiştirmeliydim. gittim henüz açılmamıştı. bir peynirli poğaça aldım bozukluklarla bir de çay. açılana kadar karnımı doyurdum. uzmanlar ve her şeye söyleyecek bir şeyi olanlar, kahvaltının en önemli öğün olduğu konusunda hemfikirdi. dükkan açılmıştı. hayatlar nerde dedim çalışan kıza. boş boş baktı bir süre, uyku mahmurluğu dedim. hayatlar dedim. alt katta dedi. benimle inmeye tenezzül etmedi. indim çin yapımı hayatların arasında rengi ve modeli hoşuma giden bir hayatı aldım. etiketinde 7 lira yazıyordu. hem asal sayı hem ucuz. kasaya gittim, bir adam vardı. ödedim parasını. bozulursa getiririm dedim. her zaman abi dedi. eve geldim ve hemen kutuyu açtım. sabahtan beri o hayatı yaşıyorum. seri üretim...

ödül

1 Mayıs 2012 Salı
"benim de mi düşüncelerim olacaktı, ben de mi böyle uykusuz kalacaktım, sessiz, sedasız mı olacaktım böyle? çok sevdiğim salatayı bile aramaz mı olacaktım? ben böyle mi olacaktım?" deeptone sana ödülüm var deyince ovelinin bu dizeleri geldi aklıma,gözümden bir damla yaş süzülüverdi. lisede aldığım bir teşekkür belgesi vardı, o da hala evimde durur çerçeveli durur. şimdi deeptone'un yazısının çıktısını alıp adımın altını çizdim. hürriyetin en iyi on listesine girmiş bilimum kebapçı, balıkçı, kokoreççi... gibi evimin penceresinden pankart yapıp asıcam. şimdi bu konuda tecrübesiz olduğumdan kusura bakılmasın. 1. siz de 11 arkadaşınıza vereceksiniz bu ödülü. şimdi 11 blog arkadaşı denmek istenmiş sanırım. ama çok etkin bir blog ve blogger olmadığımdan o sayıya ulaşabilir miyim bilmiyorum. bu sebeple ben ödülü sevip de kavuşamayanlara, kader mahkumlarına ve o kendini biliyora vermek istiyorum. geri kalan sekiz ödülü ise bloguma vakti zamanında yorum yapmış kişiler arasında paylaştırıyorum. şimdi oturup sayamayacağım ama sekiz farklı kişiyi geçeceğini sanmıyorum. 2. ödül aldıklarını bloglarına gidip haber vermeniz gerekiyor. veririm.yaptırırım bir kutu çikolata,çiçeğimi alır giderim kapılarına dayanırım. 3.kendimizle ilgili 7 gerçek paylaşıyoruz. -renkli gözlüyüm -geniş omuzluyum -beyaz tenliyim -kısa boyluyum -gözlüklüyüm -şişmanım -ece ayhan şiirlerini seviyorum ama anlamıyorum 4.size ödül veren kişiye teşekkür edin. deeptone sana ne kadar teşekkür etsem azdır? (lütfen birim giriniz) 5.versatile blogger ödül fotosunu blogunuza ekliyorsunuz. ekledim bakalım bulabilecek misiniz?

herkes serbest

28 Nisan 2012 Cumartesi

artık herkes en az bir kere kabul ettiyse azam ali'nin gaybdan haberler verdiğini sözümü tutabiliriz. sözümüz neydi bizim? sözümüz sözdü hani her mezuniyet öncesinde keplerimizi havaya attıktan sonra ilk kep yere düşene kadar ettiğimiz bir yemin vardı ya, işte o. zebralara sempati beslediğimizi ve herkesin koalaları sevimli bulduğuna dair hemfikir olduğunu da belirten yeminimiz. müzik ve gitar dolu bir dünyada olduğumuzu söylediğimizde eklembacaklılara; evet emniyet genel müdürlüğünden gelen son mesajda bu yazıyordu: tüm eklembacaklılara müzik ve gitar dolu bir dünya diliyoruz ve emniyetten ve askeriyeden aradığını söyleyen kimselere itimat etmemenizi emrediyoruz.

müzik ve gitardan söz ederken emniyet mesajlarında, eceliyle ölen tüm müzisyenlere tanrıdan rahmet yakınlarına ise başsağlığı diliyoruz. en çok da bıçak tıkırtıları ile ruhumuza huzur dolduran ümit ustaya. intihar ederek ölen tüm gitaristlere ise ne diyebiliriz ki. yaşamlarına seyirci kaldığımız gibi ölümlerine de biletlerimizi alıp gideriz. dünya ünlüler cemiyetinin (fame city) yayınladığı yeni bildiriye göre hareket ediyoruz. fc broşür bir madde 2: tüm ölen sahne sanatçılarının cenaze törenleri biletlerini ilgili ülkenin en büyük online bilet satış platformundan temin edebilirsiniz. 6 yaşından büyük çocuklar bilete tabidir. 6 yaşından küçük çocukları ise pistten uzaklaştırmanız rica olunur.

bu bildiriden bir hafta kadar önce dünya ölüler cemiyetinin cenaze törenlerine takı merasimi eklenmesine ilişkin kararını açıklaması ise gerçekten manidar. yalnızca ben büyük bir uluslarüstü komplonun içinde olduğumuzu düşünmüyorum diye umuyorum. aslına bakarsanız cenaze törenlerinde avuçla toprak atılması yerine takı merasimi yapılmasını destekliyorum ancak bazen sadece bir kararı verenleri sevmediğim için kararın en ateşli karşıtı oluveriyorum. bazı şeyleri kararında bırakmayı asla beceremiyorum.

sizce de artık birilerinin sergei bubka'nın rekorunu kırması gerekmiyor mu?

uyuyan güzel - birinci gün

7 Nisan 2012 Cumartesi


kedi çaresizce kapının açılmasını bekliyordu ve metro durağı çok kalabalıktı. metro durağı çok kalabalık olduğundan büyük bir şehirde yaşıyor olmalıydı. büyük bir şehirde yaşadığından güzel olmalıydı. büyük şehirlerde güzel insanlar yaşıyordu. güzeldi. kapı açılmadı kediye, hatta ışıklar söndü. kedi vazgeçti. kedi vazgeçtiğine göre büyük bir şehirde yaşıyor olmalıydı. büyük şehirlerde hep vazgeçenler yaşıyordu. biraz miyavladı gitti kedi. uyumaya belki. kedi güzeldi, ama metro bambaşka kalabalıktı. kedinin telefonu olsaydı o an çalacaktı. ve belki kapı açılacaktı. ama o hiç bir şey demedi. belki uyku huysuzluğundan, belki güzelliğinden. sadece uyudu. kediler de insanlar da uyuyordu. ne kediler ne insanlar en derin uykudaki rüyalarını hatırlıyordu. tek fark birisi uyandığında saate bakıyordu, diğeri ise ne saatten anlıyordu ne kapıdan. saatler geçiyordu, birisi gelmiyordu. insan olan gelmiyordu. kapının öte tarafında birisi kapının açılmasını istiyordu. kapının açılmasını bekliyordu demeli belki de. metro çok kalabalıktı. buram buram açlık kokuyordu ağızlar. bir çikolata tüm ahengi bozabilirdi. bozdu. tüm ahenk bazen tek bir şeyle bozulabilirdi, aslında ahenk hep tek bir şeyle bozulabilirdi. dün gece görülmüş rüyanın uyanarak bozulması gibi. saatler geçmek bilmiyordu, ve bir gerçek yüze vuruluyordu. newton bir kuvvetten bahsediyordu onyedinci yüzyılda. bir ahenk bir mesajla bozuluyordu ve bu mesaj newton'u allak bullak ediyordu. kedi metroyu hiç görmemişti. oysa insan görmüştü. görebildiğine göre güzel olmalıydı. güzel insan uyuyordu. saatlerin geçtiğini bilmiyordu. kapının ardında bir göz için zaman geçmiyordu, einstein haklı çıkıyordu. bilenler hep haklı çıkıyordu. sevmek umarsızdı, sadece saate bakıyordu. saat geçmiyordu. sevmek donakalmıştı. belki devam etmesin istiyordu tüm varlığı. yazılanlar anlaşılmıyordu. şimdiki zamanın hikayesi kapının arkasını feci sarsıyordu. bu yazı uzuyordu. zaman geçmiyordu. uyuyanlar güzeldi. güzeldikçe uyuyordu. uyudukça güzeliyordu.

türbülans

5 Nisan 2012 Perşembe
yapıbozumculuğumuz iyidir bizim
çiçek ekeriz
ağaç keseriz
kan veririz
can alırız
ses ederiz
söz böleriz
böyle böyle ölüme yürürüz

koç burcu ölümsüzü

3 Nisan 2012 Salı


çalan şarkının onlarca versiyonunu dinlemeniz mümkündür. ama birisini en çok sevmeniz gerekirse o da bu versiyonu olmalı. bugün aklıma sabahttin ali'nin değirmen hikayesi geldi. harflere dökülmüş en güzel aşk hikayelerindendir. sen aşk hikayelerini sever misin adaşım? bir çingenenin aşkını anlatıyor değirmen. sen çingeleri sever misin adaşım? biliyorum adaşım insan kendinden uzak oldu mu hem aşk hikayelerini hem de çingeneleri sever.ikisi de yaklaştıkça korkutur, ikisini de tanımak yakınlaştıkça cesaret ister tam da böyle bir günde adaşım, aklıma sabahattin ali geldi. nerden geldi bilinir mi hiç. akıl bu adaşım neyin nerde nasıl geleceği hiç bilinmez de hep bir şeyler gelir durur. gelinen bir yerdir akıl. bir kıssa vardır muhammed bin abdullah ve ali bin ebu talip hakkında ali bin ebu talip, muhammed bin abdullah'a bir gün demiş ki ben hiç bir şeyi düşünmeden namaz kılacağım. muhammed bin abdullah demiş ki bu sabah namazını hiç bir düşünmeden kılarsan sana benim ceketimi vereceğim. tamam demiş ali, ertesi gün sormuş aliye muhammed ey ali demiş ne yaptın kıldın mı namazı düşünmeden. yok demiş ali peygambere hangi ceketini vereceğini düşündüm durdum namaz boyunca. bu hikayeyi yanlış anlatmış olabilirim ama özü bu olan bi kıssaydı işte. nerden baksan bahis, nerden baksan iddia var ortada.

neyse adaşım dönelim biz konumuza sabahattin ali geldi bugün aklıma nerden geldi kimle geldi bilmeden bir öğrendim ki bugün ölüm günüymüş. ey gidinin sabahattin alisi öldürülme gününde istanbulda bir adamın aklına gelmek de varmış. seni öldürenin adı kimselerin aklına gelecek mi bakalım bir gün öyle durduk yere. nerde be adaşım kürk mantoyu madonnaya giydirmeden 64 yıl sonra anılmak kimin haddine.

olası cevaplar

1 Nisan 2012 Pazar


yazdıklarında hep birileri ölüyor diyen birisi var sanki. öyle birisi varsa şayet dünyada, sanarsam ki aynı dünyadayız. bir gün cesaretini toplayıp sorarsa bana neden yazdıklarında hep birileri ölüyor diye. karşısına geçip kocaman gözlerine bakıp - bu soruyu soracak kişinin kocaman gözleri olacağını sanırım -diyeceğim ki: ben bu blogun tanrısıyım, baksana tanrı da hep birilerini öldürüyor.

deney

17 Mart 2012 Cumartesi


kaderimiz yazılmıştır

şimdi dillerimizi kesiyoruz
ve sonsuza kadar birbirimize
"seni seviyorum"
demeyeceğimize dair söz veriyoruz

sonra dudaklarını
dudaklarıma dokunduruyorsun
acı içinde öpüşüyoruz

görüyor musun sevgili
-gözlerimiz neyse ki açık-
hem lal olduk aşktan
hem kan kardeşi

tanrı simülasyonu

10 Mart 2012 Cumartesi

yaratılacak bir tür hayal etmenizi rica ediyorum. karbon bazlı yahut bilmem ne bazlı bir tür. konuşuyor, düşünüyor, bazen düşünmeden konuşuyor, duygulanıyor, bilinç sahibi, iç güdüsel olarak değil iradesiyle kararlar alıyor, aletler yapabiliyor falan filan. bu türün bir kontenjanı var yaşayacakları yerde. sayısı kaç olsun? bin olsun diyelim. beşyüz dişi beşyüz erkek olacaklar. biyolojik özellikleri hepinizin bildiği başka bir türün aynısı olsun. hani şu dünyada yaşayan. hayatı devam edebilecekleri ortam da aynı olsun hatta. bunları hep daha basit olsun ütopyamız diye yapıyorum. bu türe tanrı bir seçenek sunuyor belli bir olgunluğa erişince. diyor ki: ya ölümsüz olacaksınız ya da üreyebileceksiniz. ikisinden de dönüş yok ve ne seçtiğinizi sizden ve benden başka kimse bilmeyecek. kimin ne seçtiğini de bilemeyeceksiniz böylece. bu sırrı koruma altına alabilecek güçteyim. ölümsüzlüğü seçerseniz hiç bir koşulda ölmeyeceksiniz ancak üreyemeyeceksiniz hiç bir şekilde. üremeyi seçerseniz ürediğiniz anda öleceksiniz. doğum kontrolünde serbestsiniz ancak hile yapamayacaksınız ve bir erkek aynı anda iki kadını hamile bırakamayacak. ve eğer üremeyi seçerseniz bir gün mutlaka üreyebileceğiniz uygun ortam sağlanacak -tabi bu mümkünse, sadece tanrı bilir-; üremek için bir kadın bir erkek gerekeceğinden doğacak çocuklar ikiz olacak birisi kız birisi erkek. ve siz öleceksiniz yerinize onlar geçecek. böylece nüfus asla değişmeyecek belli bir yaşa gelince onlar da aynı seçimi yapacaklar korkmayın. hepiniz eşitsiniz aynı yaşta görünüyorsunuz hepiniz güzelsiniz hepiniz güçlü hepiniz tıkır tıkır işleyen organizmalarsınız hiç bir kusur, arıza, defo yok. seçiminizin bağlayıcılığı dışında tamamiyle özgürsünüz kararlarınızda. içgüdüsel tek şey var; kimseye söylemeden seçiminize uygun hareket etme güdüsü. ve şimdi senaryoları düşünmeye başlayın, herkesin ölümsüzlüğü seçtiği ya da sadece bir kişinin üremeyi seçtiği senaryoları. belki de tüm kadınlar ölümsüzlüğü seçmiştir ve tüm erkekler üremeyi. ya da tam tersi bir cinsin ötekisinin seçimini mahvettiği. ya da sadece bir kadın ve bir erkeğin üremeyi seçtiği. o kadar ölümsüz arasından doğru kişiyi bulmak gerekecek. sonra kendinizi düşünün siz bu türden olsaydınız hangisini seçerdiniz size sorulduğunda.

hayat veren mi, hayatta kalan mı?

uzun siyah adama saygıyla

8 Mart 2012 Perşembe

lütfen adımı ağzınıza destursuz almayınız. çünkü destur demek çok güzel. lisedeyken fonetik basket diye bir haftalık gazete vardı güzel isimli basketbol oyuncularıyla ilgili bir mecmuaydı. mecmua demek destur kadar olmasa da güzel. en sevdiğim basketbolculardan birisi manute boldur. çünkü manute bol yaptığı iş ile uyum içinde birisidir. nerden baksan zengin uyak.

derleme

5 Mart 2012 Pazartesi


kimseler yokken civarlarda bu blogu açtığımda deme dediğim pek çok denmişti burada. kimseler yoktu o zamanlar. hoş gene kimseler yok. yalnızlıktan ölünür mü ki? buyrun okuyun gene.

ne gökyüzü var ne evren dedi adam
sadece kağıt var bırakınız yazsınlar,bırakınız yazsınlar

benden farklı olmalısın ki dedi kadın
yanındayken yalnız kalabileyim

o kadar çok konuşmalıyım ki dedi adam
insanlar neden sustuğumu anlamasınlar

yanına gelme ihtimalim oldukça dedi kadın
yalnız kalmak neden kötü olsun ki

rus ruletinde kaybettim ben dedi adam
daha neyi kazanabilirim ki

ruhum yaşlılık hastası dedi kadın
bedenimden önce ölecek

öyle içime işlemelisin ki dedi adam
bakanlar yalnızca beni görsünler

bir yelkovan daha kaydı dedi kadın
gökyüzüne baksana zaman bizim için geçiyor

ruhumu kurtarmalıyım dedi adam
ama önce bedenimden vazgeçmeliyim

neden gitmiyorsun dedi kadın
hala seni seven birileri varken

seni seviyorum demek istemiyorsam dedi adam
sevmekten fazlası olduğundandır

seni öldüreceğim dedi kadın
insanlara anlatacak bir hikayem olması için

geleceğimi çaldın dedi adam
bırak bari hayallerim kalsın

kendinle yüzleşmek istiyorsan dedi kadın
önce kendinden dışarı çıkmalısın

baksana dedi adam hiçbir şey yazamıyorum
ya duygularımı kaybetmiş olmalıyım ya da hayallerimi çaldırmış

yıllarca okuduktan sonra yazmak dedi kadın
yıllarca yaşadıktan sonra ölmeye benzer

seni özlediğimde ne yapıyorum biliyor musun dedi adam
zamanı daha büyük dilimlere bölüyorum

tanrının bir sesi varsa dedi adam
o ses edith piaf'ınki olmalı

eğitim sistemi

29 Şubat 2012 Çarşamba
fen bilgisi derslerinde ilk anlatılan konuydu uyku.
evet çocuklar uyku bölünerek çoğalır. bu sebeple her rüya yeni bir hayattır görenlere.

çocuk aklı işte inanır öğretmenin her dediğine. oysa ki aşk da eğitim de belli bir müfredata bağlı kalmak zorundadır.

yine bir türkçe dersi miydi neydi. bir öğretmenimiz vardı bağırmıştı bir keresinde tüm sınıfa, herkes kendini şiir okumaya verdiğinde sanırım. böyle olmaya da bilir olsun, hatıralar akılda kaldığınca gerçektir.

"saçmalamayın çocuklar şiir okunmaz, yazılır"

darüşşafaka ve fedakarlık üzerine karalama

26 Şubat 2012 Pazar
bugün bir arkadaşımla trajedi nedir diye konuşuyorduk. ben arkadaşlarımla zaten hep içi dolu konular hakkında konuşurum ve bu esnada her daim nat geo wild açıktır televizyonda. arkadaşım ve ben türk operasının durumunu değerlendirmekten kendimizi henüz alabilmiştik ki; trajedi nedir diye sordu bana. çok yoksul bir arkadaşımının babasının arkadaşım darüşşafaka'da okuyabilsin ve en azından iyi bir eğitim alabilsin diye o beş yaşındayken intihar ettiğini söyledim. tüyleri diken diken oldu. yanılıyorsun dostum dedi - biz amerikan filmleri hiç izlemesek de amerikan filmlerindeki gibi hitap ederiz birbirimize. o esnada da uzakdoğu sinemasının dahi çocuğunun bir filmi vardı televizyonda - neden yanılıyorum ahbap dedim. biz şu anda trajediden bahsediyoruz. sen ise kalkmış bana fedakarlıktan bahsediyorsun dedi. sen yanılıyorsun aslında adamım dedim. trajedileri doğuran fedakarlıklardır. sonra uzun uzun düşüncelere daldık. o da ben de sigaralarımızdan bir fırt çektik. ve yönetmen kesin diye bağırdı. rüyadan uyanmış gibiydik.

romantik bir cinayet masası

25 Şubat 2012 Cumartesi
son izlediğim filmden bir replik. hangisi olduğunu sormayın, siz karar verin.

pitoresk bir manzara.
siyah, beyaz ve renkli
yaşlı bir adam, genç güzel bir kadın. ava gardner olabilir.
adam renkli. kadın siyah beyaz. manzara pitoresk. ve behzat ç.

adam: tell me your story,then die.
kadın: neden. ölüm en çok yabancı bir dilde mi yakışacak bana.

fuzuli işgal sonrası doğan masraflar armatöre aittir

21 Şubat 2012 Salı

bir düğün fotoğrafında ölümsüzleşmeliyim
ya da bir mezar taşında

kitabe-i seng-i mezardır
demiştir ki:
vah ki yaşanmış ömürden sayacaklar
bu şarapsız güzelsiz gam içinde yanmayı

alınan ilk hayyam kitabıdır. bir lise gezisidir.ömer hayyam insanların lisede sevdikleri bir lise gazisidir. lisede seversin, sonrasında seversin hep.

bir cümle kurmuştu büyük bir müderris:
ey gökkubenin altında secde eden binlerce alın
alın alın cehennem ateşini alın

büyük müderristi şiirleri islam-hint dinleri senteziydi sanki
sanskiritçe aşklar yaşamayı bilirdi.

not: bir dili romantik kılmak için ardına aşk ekleyiniz
not diğer: bir düşünceyi savunurken illa ki sentez kelimesini kullanınız

örf ve adetlerine bağlı aşıkların yazdığıdır

9 Şubat 2012 Perşembe
o sıralar hepimiz
kadınların ve arabaların az kullanılmışını bulmaya çalışıyorduk
gelenekseldik
ve sadece ağlanmaz dediklerinden
ağlamıyorduk
ikinci el bir arabayı çarptığımızda
ya da kimbilir
bir kadın için kalplerimizi çarptığımızda
gelenekseldik
öylesine seviyorduk
şiirler falan yazıyorduk
ağlanmaz dediklerinden
herkes gidince kendi kendimize ağlıyorduk
o kadar gelenekseldik ki
sırf hep ölünür diye
biz de ölüyorduk

ankara idrak turu

8 Şubat 2012 Çarşamba


son günlerde hep bunu dinliyorum. güzel şarkı güzel yorum. bir de şükriye tutkun'un söylediği hali var. şükriye tutkun hep güzel şarkıları söyler zaten. kötü de söylese, seçtiği şarkı güzeldir. güzel şarkılar kendisinin tekelindedir sanki.

ankara'yı anlamak istiyorum bu aralar. daha doğrusu ankara'yı seven insanları anlamak. sanılmasın sakın, izmirli bir insanın kibriyle soruyorum bunu. hele de bu aralar izmir ile maddi manevi tüm bağlarımı koparmışken buna asla kalkışmam. ankara'yı anlamak istiyorum, bir insan ankara'yı neden sever onu anlamak. ankara'ya bir idrak turu düzenlemeliyim belki de. defalarca gittim, hep birileri vardı yanımda, asıl mesele birilerinin olması değil, birileri hep olur, olsun da zaten. hep bir şeyler için gittim ankara'ya öyle avare avare dolaşmaya değil. bu sebeple sanırım ankara için çok hatıram var anlatabileceğim ama resmedebileceğim tek fotoğraf yok hafızamda. oysa kasvetli şehirleri severim ben. kimse ne yapmam gerektiğini söylemesin ankara'ya idrak turumdan önce, evet evet buna ihtiyacım var. ne yapacağımı söylemesin, sadece elimden tutsun ve desin ki al burayı sen seveceksin. izmir'deki fransız kültürün arkasındaki sokağı sevdiğin gibi ya da moda'daki herhangi bir sokağı sevdiğin gibi seveceksin. sonra ben o sokağı seveceğim. ve beni bira içmeye götürecek. al diyecek bu barı seveceksin, kadıköydeki barları sevdiğin gibi seveceksin, alsancaktaki barları sevdiğin gibi. sonra ben bir şey sormalıyım, ensemble galatia'yı bugün dinlemenin bi yolu var mı diye. bunu da başarırsam, idrak turum biter sanırım. ben o şehri severim.

ankara bunu hakediyor olmalı. benim için tamamen tesadüfen bu kadar özel olan bu şehir, bunu hakediyor.

zamansız huzur

6 Şubat 2012 Pazartesi


herkes gittiğinde -kendin de dahil-
hüzündür geriye kalan
biraz blues dinlemek lazım vesselam*

tek taraflı bir aşk hikayesi anlatacağım kimsenin kimseyi sevmediği, içinde sevmeye yer olmayan bir aşk hikayesi. sevme yetisini kaybetmiş, sevmeyi isteyen bir adamın yaşadığı bir aşkı. adam gecenin esmer karanlığını da en az sevemediği kadınlar kadar sevmek istiyordu. içinde huzurla kaybolmak istiyordu o zaman diliminin -an ki fıskiyesidir sonsuzluğun. bir adamın yokoluş anı tam da o zamandır bilir misiniz? sınıf başkanlarının tahtaya yazmadığı yegane gerçek budur. bir adam sevemediği zaman huzurunu kaybetmiştir. huzurunu kaybeden bir adam ne yapar bilir misiniz? konuşur. sadece konuşur. sınıf başkanlarının tahtaya yazdığı yegane gerçek de budur. konuşunca bir adam artık sevemez. ya da tam olarak sevemediğinden konuşur. nerde konuşan o adamı görürseniz, onun gözlerine bakın. huzursuzluğun hüznünü göreceksiniz. ve hangi adamın gözlerinde hüznü görürseniz bilin ki o adam sizi sevemeyecek. dünyadaki kimseyi sevemeyeceği gibi.

ve o konuşan adamı sizin için ağlarken görürseniz bir gün bilin ki; sizi hiç sevemediği için ağlıyordur. ama siz varken o adamın yanında - sizi hiç sevmemiş bile olsa- huzur vardır, gözlerinin bebeğinde bir yerlerde. o adamın gözleri küçücük olduğundan göz bebekleri de küçücük olabilir. huzuru da küçücük olacaktır. küçük de olsa huzuru, huzurdur. sizi sevmiş olmanın ihtimalindeki huzurdur.

o adamı tanıdınız mı bilmiyorum? belki de sevdiniz, seviştiniz? size şiirler yazdı o adam? sizi hep sevmek istedi? siz izin vermediniz? son içtiği kadehte aklına geldiniz? dudaklarınız tadı var mıydı bardakta onu düşündü? dudaklarınızın tadını biliyor mu, onu düşündü? sizin çirkinliğinizi unuttu belki de, ya da kimbilir siz güzeldiniz ama gelmemiştiniz? ya da siz öylesine çektiniz ve gittiniz? siz o adama ne yaptınız bayan?

*bazen anlatılmasa da olur. konuşmak hüznün yansımasıdır.

riyaziye çalışalım

1 Şubat 2012 Çarşamba


değerli okurlarım şu anda milyonlarca bebek yerlerde sürünüyor ve yahut emekliyor, binlerce devekuşu kafasını kumlara sokmuş, ve milyonlarca müslüman secdeye yatmış,çok sayıda devlet tiyatrosunda oyuncular seyirciyi selamlıyor. hemen hemen aynı sayıda insan da yerden kedisiyle oynuyor. bu kadar canlı yere bakıyorken, tam da şu esnada. sizden tek bir ricam var eğin boynunuzu ve beklemeye başlayın. göreceksiniz boyun eğmek, amaçsızcasına boyun eğmek iyi gelecek. onlarca yıldır size dayatılan ve boyun eğdiklerinizin yanında bu amaçsız boyun eğiş nedir ki?

"akıp giden bir bataklığın içindeyiz hepimiz ama yıldızlara bakıyor bazılarımız."

küçük yaramazlıklar

21 Ocak 2012 Cumartesi

"ah be ablacım az önce gelseydin tüm çiçekler burdaydı. kimse gelmedi diye intihar etti yavrucaklar. işe yaramaz mı ne hissettiler kendilerini artık orası bilinmez. ah be ablacım madem çiçekleri de seviyorsun, neden geç kalıyorsun. haddime değil bilirim sana hesap sorması, ama ablacım o kadar tazenin gözlerinin önünde solması ne demek bilir misin sen? en iyisi mi ablacım sen bu şehri terket ve çiçekler başka şehirlerde ölsünler. ölmek güzel ablacım yaşamanın da ötesinde" (gardener and flowers,1936, ikinci teşrin; t.j.mudbrick)

those were the days

17 Ocak 2012 Salı


piątek: dayılara ve sünnet çocuklarına inanın. çünkü onlar yalan söylemez
sábado: geceye yol verin şimdi gitsin gündüz gene gelsin
domenica: salvador dali; bobiler.org'un kurucusu
lundi: en son birisine seni seviyorum dediğimde, aslında onu sevmiyordum
dienstag: hiç sevmeyecekmiş gibi ayrılmıştık, ya da tam tersi

şairler ve ölümler üstüne gerçeklikler (altına)

8 Ocak 2012 Pazar

hayatım 2010'da bitmiş. zaten 2009'da ölüm düşmüş müydü neydi? biliyordum hayatımın 2010'da biteceğini. neyse hafta içleri istediğim saatte uyanabildiğim son günler 2010'daydı. ve 2010'un gelişi 2009'dan belliydi. bir insanın uyanması gereken saatleri söyledikleri anda o insan ölmüş sayılıyormuş. o insan benim. ben bir insanım.

umarım mayalar haklıdır ve 2012 büyük olaylara gebedir. en azından felaket sonrası işe gitmek için erken kalkmaya gerek yoksa kıyamet hiç de fena değil.

aklıma geldi yazayım:

öteki dünyada, akşam vakitleri
fabrikamızın paydos saatinde
bizi evlerimize götürecek olan yol
böyle yokuş değilse eğer
ölüm hiç de fena bir şey değil.