uyaklı aabb şeklinde yazılmış sevilmiş içinde kadın adları geçen ama kasıtlı yapılmamış gece saat 2 de yazılmış yüzümde tebessüm bırakan şiir

15 Aralık 2008 Pazartesi
o tavırlar o edan
yok mu bana bir sedan
ne diyecem bak dinle
ne yapcam ben seninle

deme

geleceğimi çaldın dedi adam
bırak bari hayallerim kalsın

ibrahime ders veren şeytanın hikayesi

7 Aralık 2008 Pazar
buraların sıcağı meşhurdur dedi şeytan
üzerinde kalın bir palto
elinde sigarası
belinde beylik tabancası
kucağında altı aylık bebesi
adı iblis
sigarasını söndürdü şeytan
tiz bir çığlık yükseldi
bağırdı bebek
bebeğin yarasına baktı şeytan
iki güne kalmaz kabuk bağlar
bir silah ateş aldı
tiz bir çığlık bile yükselemedi
kucağındakini bıraktı şeytan
buraların sıcağı meşhurdur
en büyük ateştir kıymak kucağındakine

kazanmak ve kaybetmek parodisi

hileli zarlarla oynanan bir oyundur dünya
hep bir bir gelmiştir
yağmurun yağması da birdir
yağmurda ıslanmak da bir
yağmurda ıslanmamak da bir
hep kaybedilmiştir
her kaybediş bir kazanış
kazanç hiçlik
kayıp kazanç

deniş

gri bir hezeyandı intihar
griydi çünkü hezeyandı
hezeyandı çünkü intihardı
intihardı çünkü gitmekti

de

22 Kasım 2008 Cumartesi
gelecek geçmişten kaçarken gittiğindir

balerin

2 Kasım 2008 Pazar
bir kadın bale yapıyor
ben hiç bale izlemedim
elinde kriket sopası
ben hiç kriket izlemedim
vahiy geliyor sopaya
bana hiç vahiy gelmedi
"topa vur"
bale topla mı oynanır

hatime

defterinin kenarında buldular rahmetlinin
mürekkebi henüz kurumuştu
"mezar taşıma kazısınlar
H.İ.Ç
huzur içinde çürü"

kıyamet tasvirleri - dies irae manzaraları olarak da bilinir

17 Ekim 2008 Cuma
çıplaklık inecek gökyüzünden
tüm çıplaklığı ile belli olsun diye her şey
buram buram ter kokacak
kadın teri, erkek teri...
bir sevişme arzusudur tutacak bedenleri
elini tutacağım tüm çıplaklığımla
kulağına fısıldayacağım:
-kıyamet gün batımında olacak demiştim sana, insanlar sonrasında sevişsinler diye

çıplaklık inecek yeryüzüne
melekler sahneyi hazırlayacaklar
buram buram ter kokacak
kutsal kitap bağıracak:
-tek bir kişinin pis kokusunu duymayacak bazıları
elini tutacağım tüm varlığımla
kulağına fısıldayacağım:
-kokmuyorsun, ter kokmuyorsun

melekler sahneyi hazırlayacaklar
ayaklarımızı uzatacağız denize doğru
kulağına fısıldayacağım:
-dünya en güzel denizin üstünden batar, sen kokmuyorsun
elimi tutacaksın tüm çıplaklığınla
kulağıma fısıldayacaksın:
-şu karşıdaki duvar araf değil mi?

elimi bırakmadan koşmaya başlayacağız denizin üzerinde
duvara tırmanacağız
ayaklarımızı tekrar denize uzatacağız
kulağına fısıldayacağım:
-sonsuza dek burda sıkışıp kaldık, seninle, neden daha önce kopmadı ki bu kıyamet

dünyanın batışı en güzel araftan seyredilir
sahneyi en iyi gören yer burası
elini tutacağım tüm yokluğumla
(arafta sıkışanlar yokturlar artık, kokuyu duysalar da)
kulağına fısıldayacağım:
-sana bakınca kokmuyor hiç bir şey, sana bakacağım sonsuza kadar, neden daha önce kopmadı ki bu kıyamet

şarap yağacak gökten, sana beyaz, bana kırmızı,
günah yağacak gökten sahneye
izleyip izleyip güleceğiz.
-baksana şu bizim günahımız değil mi, cehennemde neden değiliz?
kutsal kitap bağıracak:
-o gün herkesin günahı sahnelenecek; kokusunu duymayanlar birbirinin, sonsuzluk sizindir!!!

de

24 Eylül 2008 Çarşamba
insanın tanrıya öykünmesidir cinayet
18 Eylül 2008 Perşembe

yerde

bir oda yerde ne varsa dökülür, dökülmüştür ya da atılmıştır;yerde ne görülüyorsa anlatılır

siyah bir poşet: bir iki saat önce alınmış kolaların geçmişteki taşıyıcısı

dört adet boş kola şişesi: hiç bir masraftan kaçınılmaz coca cola alınır, savaş sonrası her şey durulduğunda, savaş bittiğinde görülen savaşta ölmüş askerler gibi yatıyor 3 tanesi, birisi daha hayatının tadında iki buçuk litrelik, iki tanesi daha da toy iki litrelik şişeler ya da cesetler ama bir tane iki buçukluk ayakta, komutan edasında

iki adet boş yarım litrelik su şişesi: hangi köşe yaz köşesi hangisi kış köşesi kola orduysa savaşmışlar ikisi de ölmüş birisi damla

bir adet soda şişesi: çilekli bir soda şişesi o da ölmüş adı frida, her bakışta frida kahlo hatırlansın diye ama ne kötüdür frida kahlo için her bakışta hatırlanan şey ondan ziyade salma hayek,sinema böyle etki ediyor modern insana başkasını (x) başkası (y) yapıyor ama x hatırlamak istediğinde y görüyorsun ama x e üzülüyorsun

bir kitap: marcel proust'un swann'ların tarafı kayıp zamanın izinde okunmadı henüz - ilk cümleleri ,belki sayfaları, saymazsam roza hakmen çevirmiş ne güzel söylenesi isimsin sen roza. bu güzel isimli çevirmenin çevirdiği kitabı alan kişi, özlerim seni

bir marpuç: yılan gibi süzülen kırmızı sipsili lacivert şey kalk ordan diye sesleniyor mu nargilen sana

bir piknik tüpü: mavi renginin en güzel tonlarından birisi tüplerde kullanılan mavilerdir, piknik mi yapmak isterdin diye sorsam - ya da monet'nin bir kır tablosunda eğlenen insanların çaylarını demlemek için kullandıkları ateşi sağlamak mı. o devirlerde sen yoktun ki. ateşi kontrol altına almayı öğrenen ilkel insanın modern insan olduktan sonra ateşi kontrol altına almanı emreden emektar ateş kontrolcüsü hala kendi iradenle yakamıyorsun ateşi bu senin ayıbındır. ama kendimi zehirlemem için köz yapıyorsun bana mutluluk veriyorsun. istersen beni öldürebilirsin bile. emirlerimi dinlemek zorunda değilsin. senin içine tıktığım şey var ya beni mahvedebilir. tüm emredenler gibi bana zarar verme diye sana emrediyor. marksist söylemler yarattıyorsun bana

üçlü priz ve yeterince kablo, elektrikli aksesuar vb... :nicoal tesla'nın ruhu şad olsun. ama kendisini tanısam nefret ederdim belki ama onu her andığımda edison'dan nefret ediyorum. aklıma şu geliyor sonra ilkokul beşinci sınıfta okulun bilgi yarışmasına yollayacağı öğrencileri seçmek için yaptığı sınavda birinci olmuştum da -ordaki sorulardan birisiydi ampülü kim bulmuştur. o nefret ettiğim tanımadan da nefret ettiğim adamın adını yazmıştım da birinci olmuştum. halbuki tesla sen bana bir birincilik getirmedin belki o yüzden seni daha çok seviyorum.

kırmızı bir bez parçası: aslında senin görevini biliyorum ben televizyonun üstünde durup onu toza karşı korumak. insanları o televizyondakilere karşı korumanı buyruk versem kabul eder misin. ya da boşver. bana ne insanlardan .senin şimdiki görevinin daha çok seviyorum. nargile közü kırmak için ellerimi kirden koruyucu

bir adet şeffaf saklama kabı görünümündeki kutu: üstünde duran nargile közü ve içinde duran şeftalili nargile aromasını ölesiye sevmedim. daha iyilerini sakla bir gün benim için

son sayfası açık duran bir defter: geçen dönem özdilek'ten almıştım seni. tam bir ilkokul defterisin üzerinde kuşlar böcekler bile olabilir. kareli olduğunu sanıyorum. burdan tam göremiyorum malum gözlerim bozuk. arka kapağının iç tarafındaki ders programı yazılsın diye yapılmış çizelgenin üstündeki resimlerden birisi pinokyo mu. bir de tiger görüyorum sanırım. o ayının ekibinden biri. sevimsiz ayı

bir cd grubu: sito'dan bana kalmıştınız bir kaç çalışmayan boş cd,2001 bir uzay macerası, ve üstünde bi sayı yazan ama içinde "iyi,kötü,çirkin" olduğunu düşündüğüm yoğun tekerlek,diğerlerini okuyamıyorum, gökhandan aldığım v for vandetta ve guantanamo yolu cdlerini saymazsam.unutma kasımın beşini unutma - dördü müydü yoksa

bir kitap, bir kitap daha: araştırmacı ruhumu tetikleyen, sağda solda artistlik yapmak isteyen herkesin bilmesi gereken tüfek,mikrop, çelik;iyi kitapsın hoş kitapsın ama seni okumak sıkıcı aslında her bölümde bir sayfada söylüyorsun söylemek istediğin her şeyi ve sonra aynı şeyleri , söylüyorsun tekrar, tekrar, tekrar...bu seni bilimsel yapan şey.diğer kitap iktisat nedir.rosa lüksemburg'a yazmış seni.büyük marksist iktisatçı. bi şey anlamadım senden okuduğum kısımlarından. bana iktisatın resmini yapabilir misin rosa ama işin kolayına kaçmadan. eğri yok (no curve - ingilizce öğreniyorum ben bu bilimi rosa), arz yok talep yok (no supply and demand), emek gücü yok (no labor)...hayat bir orospudur rosa, sikeceksin onu. bunu ben demiyorum alter
egom diyor, yoksa ben demem öyle şeyler.hem bana ne

bir film: vcd formatındasın dün seni izlemek için çoğ uğraştım kutsal damacana.komiksin sen. ama küfürlerin değil, aslında ne ben severim ne de alter egom küfürleri, can yücel'e kadınlar hakkında ne düşünüyorsun demiş birisi.düşünmüyorum sikiyorum demiş. benimki de o hesap ne severim ne düşünürüm ama ederim. ah alter egom sen de olmasan bu küfürleri ben nasıl açıklarım. komik filmsin vesselam

bir adet mp3 kapağı: lise yıllarından geldi seninle bu kapaklar o zaman nerde adsl nerde internet, ama daha iyi bir adamdın sen ben. o zamanlar. abim almıştı bu cdyi.gitar aldığı zamanlara denk düşer. queen sana iki önemli şey borçluyum, aslında sana değil bohemian rhapsody'ye

bir kaç tane daha torba: çeşitli marketlerden alınmışsınız, sizde savaş yerine asker taşıyan askeri uçaklar gibisiniz, kolalar biraz da sizin yüzünüzden ölüyor

iki adet sinema dergisi: hangi sayılar bilmem. ama sizi okumak ne zevk eğer şimdi ayaklar altındaysanız - cennet katı: annelerin ayaklarının altı - sevildiniz demektir

bir ayakkabı kutusu: işlevselciler ne der bilmiyorum ama o kutu hala bir ayakkabı kutusu.halbuki en son ayakkabıyı ne zaman kutulamıştır (kutulamak: bir nesneyi kutuya sarmalayıp onu kutlayarak kutsaması) bir ara içinde azulosculo ve casinegro duruyordu. şimdi kim bilir nelerin kutsayıcısı. sararmış bir gazete sayfası fırlamış içinden, yeni asır gazetesi olsa gerek, başka hangi gazetede bu tarz reklamlar olabilir

bir kağıt: bu kağıt o kağıt değil ama diğer sayfalarından birisini çok iyi hatırlıyorum. abimin ders notlarından birisi. üniversiteye giderken almış olmalı ve üzerinde karadut şiiri yazıyor. ezberlemiştim bir vakit. seviyorum ben o şiiri. önceki sayfalarında da cahit sıtkı tarancı'nın otuz beş yaş şiirinin çözümlemesi vardı.ben karadutu daha çok severim ama en çok dili mercan dizi mercan dişi mercan severim

kese kağıdı: çok bilindik bir hikaye vardır kese kağıdı ile ilgili. hani şu iskandinav ülkeli ile olan. soğuk eski viking ülkelerinde tüm alışverişlerde kese kağıdı kullanıldığını sanan bir kız varmış vaktin birinde. hani şu filmlerde olan marketten elinde kocaman bir kese kağıdı ile çıkan mutlu insanların yaşadığı şehirlerden. bilindik bir hikaye işte o şehirlerde yaşayan kese kağıdı taşıyan güzel insanlar bazı zamanlarda geri gelmemek üzere güzel atlara binip giderlermiş. diğer türdeşleri gibi. şeb-i aruz diyenler bile varmış bu gidişe. rivayet edildiği üzere. bir adam, bir veli bu güzel ata biniş için " dermanım tükendi,uzanayım/ve o büyük anı bekleyeyim/herkesin yaşamındaki o en büyük anı/tanrıdan gelenin tanrıya döndüğü". bu hikayeyi hatırlattı bana kardeşler kuruyemiş aldığım kakinin kese kağıdı. nesi hikayeyse

iki adet sünger minder: biri yere büyük yüzeyinden temas ediyor (a), diğeri dik kesiyor (b) yeri,duvara dayamış sırtını.küçük yüzeylerinden birisi temas ediyor. a b'nin önünde diz çöker gibi.yalvarıyor sanki.onu affetmesi için.ağlamış bi sahne geliyor gözümün önüne.adamlı, kadınlı, masalı. "durakta üç kişi adam, kadın, masa/adam hüzünlü masaya anahtalarını koymuş/kadın güzel bana mısın dememiş bu kadar yüke/masa güzel; hüzünlü şarkılar gibi güzel/güzel şarkılar gibi hüzünlü/masa da masaymış ha" diye bir masalını hatırlattı bana cemal cansever'in ya da edip sürey(y)a'nın

bir adet daha torba: iki üç gün öncesine kadar 14 eylül belki de belki 12 ama 13 olamaz başka bir evdeydi,başka bir odada,sonra çok sevdiğim şeylerle birlikte çıktı geldi

calgon kutusu: yıllar yıllar önce korsanlar korsan cdlerini calgon kutusuna saklarlamış. ama cdler çoğaldıkça calgon kutuları yetmez olmuş. sonra dvd çıkmış korsanlar başka saklama metotları bulmuş teknoloji gelişmiş tabi. insanlar değişmiş. o calgon kutuları da boş içki şişesi taşımaya başlamış biri pan tadeusz

bir adet alüminyum folyo parçası: nargile var bu odada

bir adet çakmak: çalışmayan çakmaklar her zaman kızılmayı hak etmiştir.çalışmayan çakmakları görmek için çok iyi bakmak gerekir.dışlanmış çakmaklar

iki adet kulaklık: teknoloji gelişince korsanlar başka hırsızlık yolları bulmuş.hatta bazı korsan olmayanlar bile teknolojinin nimetlerinden faydalanmış. 2000 küsur kilometre ile kilometrekare başına 260 kişi düşen beldelerle kulaklık denen şeyle irtibata geçermiş

laptop çantası: eski usul.insanın omzunu çıkaran cinsten ama insan parasız olmaya görsün.insan ne olursa olsun görsün

oda spreyi: yasemin kokuyordu ya da lavanta ama seviyorum ben o kokuyu. nergisi seviyorum ben ama en çok.nergisin hikayesini de seviyorum. sonra yarin dudağından getirilmiş bir katre alevdir

şişe kapakları: sadece iki tanesini görebiliyorum her yerde olabilir onlar.ölmüş kola şişelerinin miğferiydi onlar sağa sola dağılmış vaziyetteki

film kutuları: bir sürü film izlettiyor adama bu kutular. ama hepsi bi dünya bazıları iyi dünya bazıları kötü dünya insanlı insansız fark etmez.nefes alsın yeter. ne demiş k insan kendini insanda tanır.saçma insan kendini tanır mı. insan kendini bilir.tanır.hem de nerde görse

ve sen.......................

deme

28 Ağustos 2008 Perşembe
seni öldüreceğim dedi kadın
insanlara anlatacak bir hikayem olması için

hatime

21 Ağustos 2008 Perşembe
defterinin kenarında buldular rahmetlinin
mürekkebi henüz kurumuştu
"bilmem, belki de hep böyleydim"

büyü

10 Ağustos 2008 Pazar
adını bildiğim tek büyü papaz büyüsüdür
o da ölüm getirir
tanrı herkese papaz büyüsü yapmıştır

çıkar ilişkisi

tüm bunlar gerçek olmasa ne çıkar
benim mutluluklarım var
gerçekler onlar
2 Ağustos 2008 Cumartesi

höstsonaten

Bir film açıldı ekranda ellerimle. Nargile yanında, ama acı olacağı daha en başta belli; film gibi değildi. Hoş bir müzik başladı film. Ingmar Bergman filmi. Höstsonaten. Güz Sonatı. Bir adam sesi karısını, sevdiği karısını anlatıyor. O kadın bilmiyor biraz sonra neler olacağını, hangi ruhların ırzına geçeceğini. Ben de. Yaşlı bir kadın geliyor sonra eve. Yaşlı ama güzel gerçek olduğundan şüphe etmesen Ingrid Bergman diyebilirim. Yakın çekimler. Yüzler ekranda. Oyuncu değiller sanki gerçekten onlar var. Böyle bir şey olsa gerek oyunculuk. Sahte bu kadın, yeni gelen kadın. Her şeyi sahte. Gülüşü, üzülüşü… Bir burjuva hayatı. Piyanistmiş. Başarılı bir piyanist. Kendisi diyor ki sonunda filmin. Kimse Schuman’ı benim gibi benden daha tutkulu çalamaz ya da Brahms’ı. Başarılı bir kadın. Tüm başarılar onun. Annelik hariç. Adamın anlattığı kadının annesi. Dünyanın merkezinde o var. Adamın anlattığı kadına neler yaptığını bilemeyecek kadar merkezde. Ötekisi de neler olduğunu söyleyemeyecek kadar uzakta merkeze. Adamın anlattığı kadın filmin baş karakteri aslında ama o kadar uzak ki baş karakter olmaktan. Annesinin gölgesinde yıllarca. Güzel değil annesi kadar hatta çirkin dana gözlükleri var gözünde. Sevemez, nefret edemez gibi bir hisse kapılıyor insan. Kocasına yemek yapar bu onun mutluluğudur. Herkes gibi. Bir filmde ne işi var. Yoldan çevirilen her hangi bir insan ne yapabilir ki sizin ruhunuza. Ne olabilir ki hikayesi. Annesinin yüzüne bile bakmaya cesaret edemediği kardeşine bakması ne kadar etkileyebilir ki ruhunuzu. Ya da çocukluğu ne kadar ilginç olabilir ki. Herkes beklemez mi annesini,gözler üzerinde olan annesini, turneden dönsün diye. Herkes beklemez mi annesi piyano çalışmaya ara verdiğinde önünde beklediği kapıyı açıp annesine kahve vermeyi, ve annesinin ağzından çıkacak her sözcüğü heyecanla, ya da annesinin onu kahvesini aldıktan sonra odadan kibarca kovmasını. Kendi olması ne kadar önemlidir o insanın? Hatta bir kimliği var mıdır? Kendim diyebileceği. Herkesin çocuğu dört yaşına bir gün kala boğulur ve sıradan ruhunda sözümona onarılmaz yaralar açar. Bu boğulma artık hayatım yoluna girdi dediği anda tekrar her şeyi mahveder. Ne küstahlık. Annesine benzemelidir insan. Hele de annesi başarılı bir konser piyanistiyse. Tüm bu sıradan şeyler söylenmemelidir bile anneye. Söylenince bu film olur sonra. İnsan üzülür.

de

ilk annelik günahı tüm insanlığın lanetidir

hatime

24 Temmuz 2008 Perşembe
defterinin kenarında buldular rahmetlinin
mürekkebi henüz kurumuştu
"keşke soğuk olsa,büzüşerek uyusam"

deme

seni seviyorum demek istemiyorsam dedi adam
sevmekten fazlası olduğundandır

de

13 Temmuz 2008 Pazar
sevişirken söylenen her söz günahtır

de

6 Temmuz 2008 Pazar
ruhsuzluğun yokluğunda ortaya çıkar ruh

derilmek ne demek

23 Haziran 2008 Pazartesi
mutlu aşk var mıdır yok mudur
bunu bulmak filozoflara kalsın
mutlu insan vardır
şarap vardır
peynir vardır
nargile vardır
fön çekilesi saçların vardır
sen varsın...

de

17 Haziran 2008 Salı
hayat karşılığı hizmet veren bir fahişedir dünya

devamı de'nin

10 Haziran 2008 Salı
son okuduğum kitap el yazması bir yalnızlıktı
o el ki parmaklarından al al kanlar damlıyordu
o al ki yalnızdı
kağıda düştükçe iz bırakıyordu
o iz ki bir parçasını kurtarıyordu elin alının
o parça ki ağlıyordu gidenler için
o gidenler ki yalnızlıklarına koşarken tekrardan
kağıtta kalan iz için mutluydu
o kağıt ki ne aşklar gördü ne başka bir şey
ilk gördüğü, tek gördüğü, tek göreceği
o elin alının izinin parçasının gidenlerinin bıraktığı yalnızlıksızdı
o kağıt ki hiç bir şey görmeden aşkı gördü
aşık olundu
aşık oldu...

de

son okuduğum kitap el yazması bir yalnızlıktı

...

5 Haziran 2008 Perşembe
ah minel aşk
doğmak dediğin sonraki yüz yıllar için prematüre olmak değil midir?

diyor

ah zavallı kız dedi tanrı
inançsızlıktan bahsediyor
peki ben ne yapmalıyım

dadaizmin kurucusuna ithafen yazılmış yazılı eser

marcel duchamp büyük adamsın
pisuvarına merdivenden inen çıplaklar dada'nsın...

deme

22 Mayıs 2008 Perşembe
neden gitmiyorsun dedi kadın
hala seni seven birileri varken

deme

18 Mayıs 2008 Pazar
ruhumu kurtarmalıyım dedi adam
ama önce bedenimden vazgeçmeliyim.

deme

7 Mayıs 2008 Çarşamba
bir yelkovan daha kaydı dedi kadın
gökyüzüne baksana zaman bizim için geçiyor.

devrimci ruhlu şarkılar dinlerken yazılmış binlerce kefensiz ölüye atfedilmiş şiir

2 Mayıs 2008 Cuma

öldünüz
üşüyorsunuz
gelenlere yer açtınız
ben gelmedim

güzel ezgilere söz oldu ölüleriniz
güç aldı gelenler cesetlerinizden
ben almadım

nefes alırken yazdığınız şiirlerle
çiçekler daha güzel koktu
öldünüz
daha güzel koksun diye çiçekler
onlara karıştınız
ben karışmadım


siz öldünüz
ben ölmedim

...

27 Nisan 2008 Pazar
ah minel aşk
baş ağrısı dediğin yüreğin gülerken gözlerini açamamak değil midir?

derim

ilk taşı günahsız olan atsın diyorum peder
öyle çok günahım var ki taş atamaz oldum

diyor

ah zavallı kız dedi tanrı
kibirden bahsediyor
mahşer günü ne olacak sanıyor

deme

öyle içime işlemelisin ki dedi adam
bakanlar yalnızca beni görsünler

diyor

17 Nisan 2008 Perşembe
ah zavallı kız dedi tanrı
bencillikten bahsediyor
ben sizi neden yarattım ki

deme

12 Nisan 2008 Cumartesi
ruhum yaşlılık hastası dedi kadın
bedenimden önce ölecek

di-alog

9 Nisan 2008 Çarşamba
kadın: seni seviyorum
adam: ...
kadın: neden

di-alog

adam: seni seviyorum
kadın: neden
adam: bilmem

deme

8 Nisan 2008 Salı
rus ruletinde kaybettim ben dedi adam
daha neyi kazanabilirim ki

desem

5 Nisan 2008 Cumartesi
nasıl bir şey bu anlamıyorum
susmadan uyuyamıyorum

de

minimalist bir kargayım ben sadece ölü eti yerim

de

3 Nisan 2008 Perşembe
güneşin her gün senin için doğduğunu mu sanıyorsun

di-alog

2 Nisan 2008 Çarşamba
neden gidiyorsun dedi kadın
tekrar gelmek için dedi adam...

deme

28 Mart 2008 Cuma
yanına gelme ihtimalim oldukça dedi kadın
yalnız kalmak neden kötü olsun ki.

de

25 Mart 2008 Salı
bu filmi unutma

de

her yazı yazarının mastürbasyonudur

deme

2 Mart 2008 Pazar
o kadar çok konuşmalıyım ki dedi adam
insanlar neden sustuğumu anlamasınlar.

deme

benden farklı olmalısın ki dedi kadın
yanındayken yalnız kalabileyim.

deme

ne gökyüzü var ne evren dedi adam
sadece kağıt var bırakınız yazsınlar,bırakınız yazsınlar.

...

17 Şubat 2008 Pazar
ah minel aşk
ölüm dediğin iki sonsuzluk arasına hayatın girmesi değil midir?

...

ah minel aşk
hayat dediğin ölene kadar vakit geçirmek değil midir?

sahne 2

14 Şubat 2008 Perşembe
Luis Buñuel’in Un Chien Andalou’yu yönetmesinden aşağı yukarı 80 yıl sonra bir kadın deniz kenarında nerden geldiğini bilmediği bir koku duyuyordu ama tanımlayamıyordu bu kokuyu oysa sadece iki olasılık vardı denizden ya da değil.Bu kokuyu umursamamayı tercih etti.sonra ayakta olmaktan sıkıldığını düşündü ve oturacak bir sandalye aradı çok aramasına gerek yoktu aslında hemen yanında bir tane sandalye duruyordu.oturdu sandalye kırıldı ve yere düştü canı yanmıştı biraz ama ayağı kalktı üstüne yapışan tozları sildi ama üstüne yapışan tozlarda yoktu.sadece el alışkanlığı ile yapmıştı bu hamleyi.bu olayı da umursamadı denize doğru bir adım attı,denize doğru bir merdiven gördü.Bu merdivenle bilinçaltına inmeye karar verdi.Saate baktı saat sekiz yirmiyi gösteriyordu.Bilinçaltına indi bir süre çok uzun bir zaman geçtiğine karar verdi,tekrar bilinçüstüne çıkmaya karar verdi.kendi hissettiğine göre yaklaşık yedi saat geçmişti bilinçüstüne çıkana kadar.sonra sandalyeye tekrar oturdu.bu sefer düşmedi sandalye kırılmamıştı.zaten kırıktı.bilinçaltına inerken yolda gördüğü şeyleri yazmaya karar verdi.yanında bir bıçak gördü sağ elini kullanıyordu yazarken ya da sol elini keserken.en uzun parmağı orta parmağıydı,yüzük parmağında yüzük vardı zaten.orta parmağını kesti sonra derisini yüzdü ortaya çıkan kemiği iyice biledi artık yazabilirdi.kesilen parmaktan akan kana kalemini batırdı ve yazmaya başladı mini etek giymeyi seviyordu bacaklarına yazı yazabildiği için.bunları yazdı sağ bacağının baldırına.hata yapmaması gerekiyordu mürekkebi bir-bir buçuk litre kadardı sadece.eğer her şey yolunda giderse ölene kadar yazabilirdi.sonra bunları yazdı bacağına.bir polis arabası gördü sonra ve yerde yatan bir kadın.kadın çok güzel olmalıydı mini etek giyiyordu sağ bacağı kan içindeydi sol bacağı da.sol yüzük parmağında bir yüzük vardı.kadın çok güzel olmalıydı.ne olmuş acaba kadına diye düşündü.üç tane polis arabadan indi.kanı çekilmiş dedi birinci polis.üniformasının üzerinde birinci polis yazıyordu.kanı donmuş dedi ikinci polis.çok güzel bir kadınmış dedi üçüncü polis.yolu kapattılar olay yeri bantlarını çektiler.kadın çok güzel olmalıydı bu kadar tedbir alındığına göre.sonra gazeteyle kapattılar kadını.polisler.arabalarına bindiler.geri döndüler.kadın saate baktı sekizi yirmi geçiyordu.on dakikası vardı hazırlanması için kocası saat sekiz buçukta akşam yemeğine gideceklerini söylemişti saat üçü kırk altı geçe arayıp.evde yemek vardı bunu kocasına da söylemişti.kocası yer öyle çıkarız demişti.türk filmlerinde akşam içim plan yapan adam olarak çalışıyordu kocası.işini evine getirmesini hiç sevmemişti, sonuçta bu iş onların geçimini sağlıyordu.evin geçimine kendi katkısı da yadsınamazdı,zaten kocası da bunu hiçbir zaman yadsımamıştı.kocası pek fazla yadsımazdı zaten.akşamdan akşama bir kadeh o da sodayla ya da şalgam suyuyla.saate bir daha baktı sekizi yirmi geçiyordu.neyse ki yeterli zamanı vardı.yürüyüş yapmaya karar verdi.hayatı boyunca kararlar alıp onu uygulardı.yürüyüş yapma kararını da sistemli bir şekilde uygulamaya başladı önce sağ ayağını otuz santimetre ileri attı.vücudu yaylanmıştı bu esnada ve fizik kurallarını düşündü fizik kurallarını hiç bilmezdi.ama içgüdüsel bir şekilde sol ayağı da sağ ayağını yaklaşık 30 santimetre geçti.az önce bulunduğu konumda olmadığını fark etti.bu kararları doğrultusunda hareket ediyor demekti.kararına bir saate yakın sadık kaldı.saatine baktı sekizi yirmi geçiyordu.yeni bir karar vermesi gerekiyordu artık.gördüğü kapıdan içeri girme kararı aldı.bu kararı onu kendi evine çıkarmıştı.hemen yatak odasına gitti.kocasının yanında uyuyan bu kadında kimdi böyle?Sessizce odadan çıktı mutfağa girdi. Kocası yemek için sofrayı hazırlayan kadına bir şişe suyu ve turşu tabağını uzattı.canı turşu istedi.kocası onu aldatıyordu.mutfaktan da çıktı.kızının odasına gitti.kızına masal okuyan bu kadın az önce mutfakta değil miydi.kadına bu sefer çok kızdı.kızını çok seviyordu çünkü.kocasını da seviyordu ama kızı kadar değil.televizyonun sesini duydu sesin geldiği odanın kapısını açtı.televizyonun karşısındaki kadına-kocasının yanında uyuyan kadın,mutfakta sofrayı hazırlayan kadın,kızına masal okuyan kadın-kocası meyve soyuyordu.Televizyonda izlediği tek dizi vardı.Oturup izlemek istedi ama sessizce odadan çıkmak daha iyi bir fikirdi.Evden çıkacakken banyonun aralık kapısından içeri baktı.Banyoya girdi.Aynanın karşısında saçlarını toplayan kadını gördü.kadın kafasını kaldırdığında aynada kadının yüzünü gördü.sonra kendi yüzünü gördü.kadına baktı,kendisine baktı.kadın kendisiydi.saate baktı sekizi yirmi bir geçiyordu.

sahne 1

Sokrates’in baldıran zehrini içmesinden aşağı yukarı 2500 yıl sonra bir adam denizin kıyısında nereden geldiğinin bilmediği elmalı nargileyi içine çekerken altı saniye önce nereden geldiğini bilmediği tek şekerli çayın tadının ne kadar buruk olduğunu düşünüyordu bu arada denizdeki yansımasına bakıyordu.Dalgalardan olsa gerek yüzünü tam olarak göremiyordu.Çayın buruk tadı,nargilenin içindeki elma aromasının yanı sıra düşündüğü onlarca şeyden birisi de nasıl göründüğüydü.Daha önce düşünmesi gereken şeyleri düşünmediğini fark etti birden.Oturduğu sandalye,marpucunu elinde tuttuğu elmalı nargile ve tadı buruk olan tek şekerli çay kimindi?Daha da önemli olan soru ise şuydu:Oturduğu sandalye,marpucunu elinde tuttuğu elmalı nargile,tadı buruk olan tek şekerli çay ve denizi kapsayan alan neresiydi?Niçin etrafta kimselerin olmadığı da adamın düşünebileceği öncelikli şeylerden biriydi.Bu yeni düşüncelerle elindeki marpucu yere bıraktı,tek şekerli buruk tatlı çaydan bir yudum daha alıp onu da marpucun yanına bıraktı,oturduğu sandalyeden kalktı.Yürümeye başladı;sandalyeye göre sağa,denize göre sola doğru.Saatine baktı saati sekizi yirmi geçiyordu.Yürüdü,yürüdü,yürüdü…Çevrede ne bakılacak bir bina ne de gülümsenebilecek bir insan vardı.Tek uğraşı denizdi bu yürüyüşte bazen de adım saymak için asfalt yola bakıyordu.Denizden uzaklaşmaya korkuyordu.Çünkü asfalt yol kısa sürede canını sıkıyordu.Oysa deniz eğlenceliydi.Hatta bir keresinde kırmızı gözlü,ejderhayı andıran,çirkin bir deniz yaratığı kendisine doğru yüzmüştü,bir keresinde de poseidon onun için bir şarkı söylemişti,üç kez de tanımlayamadığı bir uçağın denize ip merdiven attığını ve bu merdivenden denize inen garip canlıları gördü.Kendisi ile yüzen balıklar çok sıradandı artık onun için.Yürüdü,yürüdü,yürüdü…Durdu aniden saatine baktı sekizi yirmi geçiyordu.Saatin durduğunu düşündü.Emin değildi ama yaklaşık üç saattir yürüyor olmalıydı ama hava hiç kararmamıştı hala o akşamüstünün hafif karanlığı sürüyordu.Yürüdü,yürüdü,yürüdü…Artık sadece denize bakıyordu,çok ilginç şeyler oluyordu denizde.Başını denizden sadece bir kez çevirdi.Onda da denizin rengi birdenbire sarı olmuştu.Sarı renginden nefret ederdi.Cesaretini toplayıp tekrar baktığında denizin rengi mavi olmuştu bile.Tam seçemediği kendi yüzünü tekrar gördüğüne sevinmişti.Nasıl görünüyordu acaba?Yürüdü,yürüdü,yürüdü…”Galiba 24 saattir yürüyorum” diye düşündü.Saatine baktı sekizi yirmi geçiyordu.Haklı olduğu için gülümsedi sonra.Durdu.Önüne çıkan kapıyı açtı.Kendi eviydi.İçeri girdi.Hemen yatak odasına gitti.Karısının yanında uyuyan bu adamda kimdi böyle?Sessizce odadan çıktı mutfağa girdi.Karısı yemek için masayı hazırlıyordu.Buzdolabının kapanan kapısının önünde aynı adamı gördü.Elinde dolaptan çıkardığı bir şişe su ve turşu tabağı vardı.Canı turşu istedi.Ama karısı onu aldatıyordu.Mutfaktan da çıktı.Kızının odasına gitti.Kızına masal okuyan bu adam az önce mutfakta değil miydi?Bu sefer adama çok kızmıştı.Kızını çok seviyordu çünkü.Karısını da seviyordu ama kızı kadar değil.Yine de sessizce odayı terk etti.Televizyonun sesini duyuyordu şimdi de sesin geldiği odanın kapısını açtı.Televizyonun karşısındaki adama-karısının yanında uyuyan adam,mutfakta dolaptan turşu çıkaran adam,kızına masal okuyan adam- karısı meyve soyuyordu.Televizyonda izlediği tek dizi vardı.Oturup izlemek istedi ama sessizce odadan çıkmak daha iyi bir fikirdi.Evden çıkacakken banyonun aralık kapısından içeri baktı.Banyoya girdi.Az önce tıraş olduğu için yüzünü yıkayan aynı adamın arkasında durdu.Adam kafasını kaldırdığında aynada adamın yüzünü gördü.Sonra kendi yüzünü gördü.Adama baktı,kendine baktı…Adam kendisiydi.Saate baktı sekizi yirmi bir geçiyordu.

kavram bir karmaşa

Ne zaman bi şey yazmak için masanın başına geçsem
Soluksuz kalıyor kelimelerim
Şairleri bile kıskandıracak sözcükler geçiyor içimden ancak sese yazıya dönüşmediklerinden olsa gerek sözcük demek bile yanlış onlara…
Evet sözcük dememeliyim onlara,kelime ise hiç
Çünkü kelime kelamdan gelir ve benim ruhum kelam edemez ki
O yüzden ‘şey’ demeliyim onlara
‘Şey’ bazı ‘şey’lere o kadar çok yakışan gizemli ‘şey’
Şeytan bile çok gizemli olmazdı içinde şey geçmeseydi
Ya da yaratanı anlatırken ‘ŞEY’ demeliyim çünkü O da bir ‘ŞEY’ dir

Kavramlara takmış olmak acaba herkese mi mahsustur
Yoksa sadece bana özel olduğunu düşünüp sevinmeliyim…..
Durum ne olursa olsun ben sevinmeliyim
İşte bu yüzden kimseye sormayacağım bu soruyu
Cevabı istemeyeceğim sormuş olsamda bir kez…

Gittikçe anlamaya başlıyorum bir şairin halini
Herkes böyle başlar ve onlar şair olur
Bide şiar vardır ki o bambaşka bir şey
Ey sevgili şiar demek ülkü demek,düstur demek…..
Düstur demek güzel…
En az ol mah-ı güzel demek kadar güzel…..

Ey sevdiğim anlayamayacak olsanda bunları neden yazmış olduğumu….
Yazıyorum işte,sana okutacağım için yazıyorum;
Senin için yazdığımı düşünme sakın bunları….
Ama seni düşündüğüm için yazıyorum
Tarih hep böyle değil midir zaten…
Biri birini sever,birini de biri sevmiştir zaten,
Ve gün gelir şekerli leblebi yerken biriniye sevdiğini haykırmak ister.
Ama birini yanında olmadığından
Ekrana haykırır sırrını….
Ama o sadece basit bir ekran mıdır bilinmez?


devam edecek mi?

bir varmış iki kayıpmış

Bir varmış bir yokmuş.Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal pireler berber iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken bilinmez bir dünyada bilinmez bir kralın yönettiği bilinmez bir ülke varmış.Bu ülkede çok bilinemez yaratıklar yaşarmış sekiz kulağı olan sağır ahtapotlar,denizlerin hakimi olan pısırık yosunlar,her canlının gördüğünde kaçamayacak kadar korktuğu sevimli ördekler…Ama bunların arasında bir tanesi varmış ki o dünyanın hakimi imiş hasımları olan bitkiler,hayvanlar onu İNSAN diye çağırırmış.Ama kendi aralarında çünkü İNSAN dedikleri şeyden o kadar çok korkarlarmış ki onun yanında sesleri bile çıkmazmış.Bu korkunç canlı da sessiz düşmanlarına çok kötü davranırmış onları hiçbir suçu yokken cezalandırır öldürür,ölmeden derisini yüzermiş veya çiğ çiğ yermiş.. güçlü çiğ çiğ yeme işini özellikle nebatat adı verilen en sessiz düşmanlarına yaparmış çünkü bu grup asla karşı koyamazmış..İNSAN denen yaratığın güçlü dişlerine direnecek nebatat o kadar azmış ki bu cani yaratık ta bunu iyi bildiğinden olsa gerek nebatata yapmadığını bırakmazmış.Nebatat aleminde o dişlere karşı koyan bir grup varmış aslında ama zalimler zalimi hatta bu kavramın yaratıcısı olan İNSAN bu savaşçı nebatata ağaca karşı da hazırlıklıymış ve onları da gözlerini kırpmadan öldürebilecek silahları varmış.. güçlü dişlerden daha güçlü olan bu nebatat türü balta adı verilen silah karşısında çaresiz kalırmış..Sadece baltanın değil aynı zamanda kötülüğünde mucidi olan İNSAN baltanın sapını özellikle ağaçtan yaparmış ki savaşçı ağaçlar karşı koymasın nasılsa bu da bizdendir diye bağırlarına bassınlar bir kötülük beklemesinler..Savaşçı ağaç kardeşi sandığı baltayı bağrına basar basmaz çok çok uzaklardan feryadı da basarmış.Ama mahlukatların en kötüsü bu çığlığı duyamayacak kadar sağırmış ya da kendilerinin çığlıklarını o kadar yüksek sanarlarmış ki kendilerinden birinin söylediği “Sen de mi Brütüs’ü?” her gün söyleyen ağaçları hiç duymazlarmış.Kendilerini İNSANdan korumayı başarmış tek bir sınıf varmış bu kurtuluşun nedeni ise onların kendilerinden bazılarını felaketin işareti olana kurban etmeye razı olmalarıymış.Yıllar yıllar önce İNSAN bu kadar güçlü değilken zehirli nebatat insana karşı tüm savaşları kazanırmış ama günün birinde en kötü sihirli değnek İNSANa değmiş ve savaşları artık insanda kazanmaya başlamış bir zaman sonra iş artık zehirli nebatat için çığırından çıkmaya başlamış artık hiçbir savaş onların zaferi ile sonuçlanmıyor.Sonunda bir gün zehirli nebatatın ileri gelenleri toplanmış durumun neden böyle olduğunu anlamaya çalışmışlar zehirli nebatatın en yaşlılarından biri şöyle demiş:Eskiden insan bu kadar acımasız değildi sürekli savaşmazdık onlarla ve ölülerimize de saygıları vardı şimdiki gibi bizden birini öldürdükten sonra yanlarında götürmüyorlardı cesedini açıp ne var ne yok anlamaya çalışmazdı sanırım bu yüzden artık onlar kazanıyor.Diğer bilge nebatatlar da katılmışlar yaşlı bilge zehirli nebatata “Ne yapmalıyız peki?” diye sormuş aralarından birisi.Çözüm bulamamışlar ilk anda günlerce süren bu düşünme döneminin ardından genç bir zehirli nebatat yaşlı bilge zehirli nebatatın yanına gitmiş “Ben” demiş “Bir çözüm buldum” haber hemen yayılmış ve bilgeler meclisi tekrar toplanmış merak içinde genç zehirli nebatatın söyleyeceği şeyi bekliyorlarmış.”Artık” demiş genç zehirli nebatat “kimsenin savaşacak hali kalmadı kötülerin en kötüsü ile zaten hep onlar kazanıyor böyle gidecek olursa hiç birimiz hayatta kalmayacağız” homurdanmalar başlamış zehirli nebatat meclisinde homurdanmalara rağmen devam etmiş genç zehirli nebatat “Bence biz onlarla anlaşma yapmalıyız yaşamamız için onların bizden istedikleri şeyleri vermeliyiz” bir tanesi bağırmış meclisten “Senin bu söylediklerin deli saçması nasıl anlaşacağız biz onlarla yanlarında konuşmamız yasak hem bizden istedikleri şeyin ne olduğunu bile bilmiyoruz.””Bizi güçlü dişleri ile çiğnemekten başka ne isteyebilirler ki artık zehirlerimizde onlara karşı gelemiyor”diye konuşan bir zehirli nebatatı “Yanılıyorsun” diye susturmuş genç zehirli nebatat.”Bizden istedikleri şey bizi çiğnemek değil bizim zehirlerimizi kullanmak ne yapacaklarını merak ediyorsunuz bizim zehirlerimizi tam olarak ben de bilmiyorum ama sanırım biz onlara ve diğer mahlukata zarar verebilecek az sayıdaki türden biriyiz ve bunun farkına henüz biz varamamışken onlar vardı ve bana öyle geliyor ki onlar bu kadar güçlü iken bizim onlarla işbirliğinden başka şansımız yok”.Sessizce oturan yaşlıca bir zehirli nebatat “Bu korkunç bir şey sen bize yaşamamız için diğer canlılara zarar vermemizi ve kendimizi İNSANa satmamamızı mı istiyorsun bunu ben ve ailem asla kabul etmeyiz gerekirse kendi canımızı verebiliriz ama diğer nebatata asla zarar vermeyeceğiz” demiş ve meclisten ayrılmış.Böylece İNSANa kendini satmayan ilk zehirli nebatat türü ortaya çıkmış.Genç zehirli nebatat “Onlara boyun eğmeyen her aile yok olacak” demiş.”Ben ve ailem ne yapacağız biliyor musunuz?Geldikleri zaman onlara adak olarak bazılarımızı bırakıp kaçacağız ve böylelikle ailemin neslinin devamını sağlayacağız.Bizi sakın ama sakın hain olarak nitelendirmeyin biz böyle yaparak belki diğer mahlukata da zarar vereceğiz ama en büyük zararı İNSANa vereceğiz çünkü bazılarımızın zehiri onları hala çok fazla etkiliyor.Eğer onlara boyun eğip dostmuş gibi davranırsak birbirlerine düştükleri kendilerini yok etmek için bizden yardım istemek zorunda kalacaklar.Belki kendimizden de çok kayıp vereceğiz ama onları yok etmek için başka çaremiz yok.”Meclisin ileri gelen bilge zehirli nebatatından biri alkışlamaya başlamış genç zehirli nabatatı “Ben ve ailem senin dediğini yapacağız çünkü bunca yıllık hayatımda kendi türüne bu kadar nefret duyan başka bir tür daha görmedim bu onlardan kurtulmamız için tek yol görünüyor.”İleri gelen bilge zehirli nebatat sözünü bitirir bitirmez bir alkış kopmuş bu genç kurtarıcı için.Bazı alkışlamayan bilge zehirli nebatatlar homurdanarak kalkmış ve meclisi terk etmişler.İşte böylelikle zehirli nebatat ve İNSANın savaşı son bulmuş.Ama kimin kazandığını kimse anlamamış.

sadece denemek için

denemek üzere bir hikaye anlatayım.adamın birisi sevdiği insana onu sevme sözü vermiş ama o zamanlar onu sevmiyormuş inandığı şey onu sevebileceğiymiş.sevdiği insan da ona deneme sözü vermiş aradan 2 yıl üç ay zaman geçmiş ayrılmışlar sevilenin isteği ile böylelikle ikisi de sözünü tutmuş.seven sevmiş sevilen denemiş.