yitiriş

11 Şubat 2015 Çarşamba
dört yaşımda annemi kaybettim, elimi tutuyordu, sonrasında çok ağlamıştım.

o güne dair hatırladığım şey birlikte pazara gittiğimiz. sonra o pazarların kendine has cazibesinin içinde yitip gitmişti. basma fistan, ikizlere takke falan satılan tekstil kısımlarıyla oyuncakçı yahut ıvır zıvırların olduğu kısımlar yakındı. o kumaşlı şeylere yöneldiğinde ben de eş zamanlı renkli plastik şeylere yönelmiştim. kimbilir belki de leğenlere ve leğen kemiklere ilgim o an tetiklenmişti. farklı yönlere çekildiğimizi bilmeden bir an ellerimiz koptu. kopmuş yani. sonra renkli şeylere daha yakından bakarken annemin artık avcumun içinde olmadığını fark ettim. elimde değildi ve panik içinde sağa sola bakındım. kalabalıkta onu göremedim. bana her zaman olduğum yerde kalmamı söylerdi. o beni bulurmuş. ilk defa başıma geliyordu. dinlemedim onu. sonraları çokça kez dinlemediğim gibi. oradan oraya gittim. çocuklar hayalettir ya, büyüklerin dünyasında onların çoğu kez fark etmediği fark etsede bir baş okşaması ile onurlandırdığı  dünyalarında kimse fark etmeden dolandım durdum. ağlamaya başladığımda da içli içli ağlamayı tercih etmiş olmalıydım ki. kimse sormadı nen var senin kuzum diye. bir süre daha bakındım annem için. bulamadım. annem için yapabileceğim hiçbir şey kalmamıştı. sadece dua edebilirdim ve eve dönmeye çalışabilirdim. pazara daha önce çokça kez gelmiştim. hoş dört yaşında bir çocuk haftada bir kurulan pazara en fazla 208 kere gelebilir. o kadar yoktu elbette ama nerden baksan bir on yedi on sekiz gelişim vardı. evin yolunu bulabilirdim. gözlerimden yaşlar süzüle süzüle panikli kaygılı korkulu bir seyahat sonunda eve varmıştım. daha doğrusu sokağa. sabah otlamaya bırakılmış bir sığır gibi dönüşte evi kendim bulmuştum. bir sığır gibi.

hava kararınca annem geldiğinde babamla evde onu bekliyorduk, geldiğinde gözleri kıpkırmızıydı. çok ağlamıştı, ben de ağlamıştım. dört yaşımda annemi kaybetmiştim. elimi tutuyordu. bir şubat günüydü. kuzey yarım küre kışlar içindeydi.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

hiç kaybetmedim pazarda, kimseyi. bir kolye alıp takmıştı boynuma annem, eve dönüş yolunda kopmuştu. hatırlıyorum, gri taşlara çarpa çarpa dağılmıştı pembe boncuklar. ilk hatırladığım yitiriş buydu sanırım. sonrasında, o gün boynuma takılan kolye gibi taşıyamadım bazı şeyleri herhalde, yitirdiklerim de çoğaldı.
yazını okuyunca pembe boncuklar geldi aklıma.

la petite mort dedi ki...

zaten serbest piyasa ekonomileri der ki: eğer bir pazarda anneyi kaybetmezsen kimseyi kaybetmezsin. pembe boncuklar da buna dahil.