gelli gitli

16 Aralık 2015 Çarşamba
artık şiirler yok. şarkılar, resimler, yazmalar yok. safi an var. geçeni unutmuş. gelenini görmeyen. bir sokak kuytusunda kimbilir kaçıncı promil kanında, hangi keyif verici maddenin duyarlılığında algılar.
ve hayat, kimlik soran bir memur gibidir. çok fazla dolanmayın buralarda diyen. o anı sikip atan.

hayır hayır şarkılar var. şiirler de...


kanun madde fıkra bent deresi

17 Kasım 2015 Salı
bir avukat sevdiği olması olası berikine söylüyordu.
"ben seni emsal gösteririm de, benzerin yok ki senin."
ne kadar naif, ne kadar hukuki.


özlemle andıklarımız

10 Kasım 2015 Salı
bazı günler unutulmaz. hayır hayır liderlerden, devlet kurucularından ve ya mühim insanlarla ilgili bir kayıptan bahsetmiyorum. bazı günler unutulmaz; kişisel tarihlerinde kişilerin. bugün öyle bir gün değil. en azından benim için. takvimde bir gün sade. az sonra kendimle çelişeceğim. kişisel tarihimde unutulmaz dediğim pek çok günün tarihini hatırlamıyorum. hangi güne denk geldiğini de biraz düşünerek bulabilirim. belki. unutulmaz günler de bugün gibi. takvimde bir gün sade. tek farkı, geriye kalanlar takvimlere sığmıyor. sobanın üzerindeki kestanenin pişmesini beklemek gibi.


ses

22 Ekim 2015 Perşembe


bunu okuyan bunu dinlesin

kaderli yazı

20 Ekim 2015 Salı
o her zamanki sakin ve ifadesiz haliyle bir roman karakterini andırıyordu. hangisi olduğunu okuyanlar biliyordu. oysa çok yorgundu, vücudunda bazı yerler ağrıyordu. bir önceki gece sokaktaki serserilerden yediği dayakla ilgisi var mıydı yok muydu bu ağrıların sorgulamadı. diğer binlerce şeyi de sorgulamadı. sadece dinlenmek istiyordu, uyumak ve ertesi sabaha kalkmamak. çok büyük olasılıkla kalkacaktı ama olsun alışmıştı sabah kalkmaya. özellikle de sabah kalkmamayı umduğu gecelerde. bir gece belki diyordu. içinden bir sabaha kalkmamak kaderimse o gecenin olmasına kim engel olabilir ki diyordu. bir gün onu bırakıp giden sevgilisine de aynı şeyi söylemişti. sen benim kaderimsen benle olmana kim engel olabilir ki. gitmişti sevgilisi. kaderi değilmiş.

10.10.2011 adnan menderes havalimanı

7 Eylül 2015 Pazartesi
nasıl bir kaosun ortasında yaşadığımı fark ettikçe dehşete düşüyorum. birileri bir tarafa gidiyor, birileri aksi tarafa, muazzam bir gürültü her hareket. bu kalemden bile ses geliyor. bu hareketlilik dayanılacak şey değil. eğer tanrı varsa ona gerçekten acıyorum; tüm bunları bilmek zorunda olduğu için.
nasıl bir kaosun ortasında yaşıyorsak, bunu farkında bile olmadığım zamanlarda kaosun gücünden korkuyorum. huzurun imkansız olduğu bir evrende huzur bulabileceğimi zannederek kaos tarafından kandırılıyorum.
nasıl bir kaosun ortasındaysak, gelsin beni dışarı çıkarsın kaos. kendi yanına götürsün ve nasıl bir kaossa o...
eğer tanrı varsa bu kaosu yaratan ya da kaosun yarattığı ona gerçekten acıyorum.

ataerkil

29 Ağustos 2015 Cumartesi

arada bir hipodroma gidip atlara bakmalıyım. bu iyi gelecek ama gitmiyorum.

deniş

19 Ağustos 2015 Çarşamba
beni değil
yaralarımı sar

tesadüf ettik

7 Ağustos 2015 Cuma
şu an sokakta bir yerde ferdi tayfur'un en sevdiğim şarkısı çalıyor.
ve eş zamanlı olarak dışardan bir yerden telefon melodisi benimle aynı olan birisinin telefonu çalıyor.
eski sevgilim arıyor olabilir mi acaba?


biznis

28 Temmuz 2015 Salı
durmaksızın
amansızca
hunharca

sıradan bir gün

21 Temmuz 2015 Salı
adam uzun uğraşlar sonunda tanrıyla bir görüşme ayarlayabilmişti. aylarca edilen dualar yıllarca yapılan ibadetlerden sonra bunu hakettiğini düşünüyordu. sadece beş dakikacıktı. ancak yeri ve saati adam seçecekti. tanrı baş meleklerinden birisiyle adamı aldıracaktı. gelen emailde böyle yazıyordu. adam bildiği insanlık tarihi bilgisiyle ah şu tanrılar diye iç geçirdi; çağa nasıl da ayak uyduruyorlardı. hemen interneti açtı, küçük bir taramayla beş dakikanın en yavaş geçeceği gezegeni bulmak istemişti. böylelikle bir taşla iki kuş vurabilirdi. hem çok sevdiği tanrıyla göreli olarak daha çok zaman geçirebilecekti, hem de hep çıkmak istediği atmosferden çıkabilecekti. dünyada öğrendiği bilgileri basitçe takip etti ve tanrıyla venüste buluşmaya karar verdi. hem kadınların venüsten geldiğine dair bir kitap adı okumuştu. belki orda çok fazla kadın vardı gerçekten tanrıyla görüştükten sonra baş meleğe rica edip bir kaç dakika daha geçirebilirdi. bir kaç dakika venüste iyi zaman olmalıydı. tanrıya dünya saatiyle ertesi hafta çarşamba günü saat 14.00'da kendisini evinden aldırmasını ve onunla venüste buluşmasını isteyen bir mail ile cevap verdi. o gün işten bir günlük izin alabilirdi. çok fazla işi de yoktu. daha doğrusu işlerini buna göre ayarlayacaktı. en olmadı sabah biraz erken kalkıp aile hekiminden bir günlük rapor alabilirdi. işler yolunda gitmezse hep bir b planı vardı. bu onun en gurur duyduğu özelliğiydi. görüşme günü yaklaştıkça heyacanı artıyordu. çevresindeki kimseye de bu büyük buluşmadan bahsetmiyordu. tanrı mailine cevap yazmamıştı ancak bir an bile tereddüt etmemişti. koskoca tanrı onunla dalga geçecek değildi ya. görüş günü gelmiş çatmıştı. gecesinde heyecandan uyuyamamaktan çok korkuyordu. ama olmadı gece ertesi gün ne giyeceğini düşünmüştü. venüs sıcak olurdu bir kapri ve hawai gömlek yeterli olur diye düşündü. müdüründen izni de koparmıştı. evinde bir tadilat yaptıracağını söylemişti, müdürü de çok fazla eşelemeden tamam demişti. eğer acil bir durum olursa haber verin gelmeye çalışırım diye eklemeyi de unutmadı. böylece sevimli görünebilirdi. saat 13.00'da traşını olmuş beklemeye başlamıştı. heyecandan içi içine sığmıyordu, sürekli bir meşguliyet arıyordu kendine. 13.59'un son saniyelerinde kapıda bir ışık huzmesi belirdi. gelmişti. kandırılmamıştı. nolduğunu anlamadan kendini hiç bilmediği bir gezegende bulacağını umuyordu. olmadı. ışık hızıyla gidince parçalarına ayrıldı, tabi ki insan vücudu bunu kaldıramadı. kaldırsaydı bile, venüsün yüzeyi dörtyüz küsur dereceydi. eğer hayatta kalsaydı şunu anlayabilirdi. tanrıların mucizeleri olmaz, sadece verdikleri umutlar olur.



ideolojik şiir

17 Haziran 2015 Çarşamba
asker cesuru bir çocuk
nasıl da vatansever bir adamın oğlu
hep güzel görünmek gerektiğinde haki giyer
keşkesiz bir gelecek
iyikisiz bir hayat
renkler basit
ya hakisindir ya değilsindir

birli ikisiz üçlü dörtlü


yine bir gece
yatağımda uyumadan dört dönüyorum
seni beni onu düşünmeden
seni benim önüme koyuyorum
beni onun önüne
üçümüz sırasıyla güzel bir çift olabilirdik
solumda sen sağımda o
dört yerine üç dönüyorum
belki seni beni onu düşünürüm diye olmuyor
bir fazlalık var sende bende onda
ben aradan çekiliyorum
seni ve onu düşünüyorum
çok güzel bir çift olabilirdinizi düşünüyorum
aradan çekiliyorum
seni onunla başbaşa bırakıyorum
yatağımda uyumadan bir dönüyorum
dönüş o dönüş
dönüş sen dönüş
öyle düşlere öyle öyle giriyorum
kafamı zehirliyorum
gördüğüm görmediğim
anımsamadığım anımsadığım
tüm düşlere sövüyorum
bilinç akışı
debisi yüksek çılgın akan bir nehir
bir kaç yüz bin metre uzağında
bir o kadar durgun bir nehir
durgun sular azgın akan nehirlerden besleniyor
bilinç duruşu
kafanın içinden geçen bir mermi midir
bilinç duruşu
kafamın içinden geçen bir mermidir

bir yol öyküsü

18 Mayıs 2015 Pazartesi
bileğimdeki saatli bombaya baktım. üçü çeyrek geçmesini umarak. yine bilememiştim. geriye doğru sayıyordu. oysa ben elimde bir saatli bomba ile şimdiyi merak ediyor ve gelecek hayalleri kuruyordum. on:on, on:dokuz; on:sekiz... saatli bombanın kayışı bileğimi sıkmıştı biraz gevşettim. aklımın ucundan dahi geçmedi çıkarıp masanın üstüne koymak. böylelikle bir kol saatli bombasını, masa saatli bombasına çevirebilirdim. hayatım boyunca bir çok şeyi akıl edemedim. bu da onlardan sadece bir tanesi oldu. masaya koyup, banyoya girebilirdim. üzerinde water resist yazmayan bir saatli bomba ile banyoya girmek ölümcül bir hata olurdu. arıza durumunda teknik servis kullanıcı hatası olduğu gerekçesi ile garanti kapsamına almazdı ve ya arıza durumunda daha erken patlayabilirdi. daha önce hiç saatli bombam olmamıştı. satan adam bunun bana çok yakıştığını ve takım elbise ile de müthiş duracağını söylemişti. tüketim kafası işte, suya dayanıklı olan bir modeli neden tercih etmemiştim ki. kolumdaki saatli bomba ile mutfağa geçtim şarabı aldım. blush şarap almak her zaman riskliydi benim için. nadiren sever çokça kez pişman olurdum. bugüne kadar pişman olduğum onlarca şey yapmıştım. bu da onlardan birisi olabilirdi. mutfağa gittim, tirbüşonu buldum çekmeceden şarabı aldım şişeyi açtım ben banyo yapana kadar dinlenirdi. yedi:onbir; yedi:on; yedi:dokuz... odaya geçtim tekrar gömleğimi çıkardım. pantolonumu ve baksırımı çıkardım sırasıyla, saatli bombama baktım hep yanlıştı zaman geriye mi akar. sinirlendim saatli bombamı duvara fırlattım. evet düşündüğünüz gibi duvar saatli bombası da olmadı. satıcı adam bunu da söylememişti. duvara çarpıp düştü. zamanı geriye akıtmak dışında tüm bilinen fizik kurallarına uygundu saatli bombam. neden böyle bir şey yapmıştım. ben asla bir şeye sinirlenip onu duvara fırlatan insanlardan olmamıştım. üstünde çok durmadım. askıdaki bornozu aldım. banyoya gittim. şofbeni açtım, suyun ısınmasını bekledim yarım dakika kadar. saat kaçtı acaba. ısınan suyun altına girdim, şampuanı aldım her zamanki yerinden ve her zamanki kadar avcuma sıktım. sonra saçlarımı ovalamaya başladım. su sıcak ılık üstüme geliyordu, ellerim kafamdaydı. saçlarımı duruladım. sonra banyo lifini aldım her zamanki yerinden, ve vücut şampuanını. beklenen banyo ritüelini yaptım. şampuanı life sıkma eylemi. vücudumu ovalamaya başladım her zamanki sırayla yukardan aşağıya doğru. o esnada içerden bir gürültü geldi. patlama sesi. banyodaydım, patlamanın etkisiyle elektriklere bir şey oldu. köpüklü olarak kalakaldım, bornozu o halde giydim. evde yangın başlamıştı. o halde evi terkettim. konu komşuya ayıp olacaktı. ev sahibi umarım evi bu durumlar için sigortalatmıştı.

tanrı simülasyonu

14 Mayıs 2015 Perşembe
bu yazıyı daha önce yazmıştım burada. bugün bir arkadaşla konuşurken aklıma geldi. üzerine biraz konuştuk. senaryoyu biraz değiştirdik. ancak tekrar eski haliyle, olmamış haliyle yayınlamak istedim.

yaratılacak bir tür hayal etmenizi rica ediyorum. karbon bazlı yahut bilmem ne bazlı bir tür. konuşuyor, düşünüyor, bazen düşünmeden konuşuyor, duygulanıyor, bilinç sahibi, iç güdüsel olarak değil iradesiyle kararlar alıyor, aletler yapabiliyor falan filan. bu türün bir kontenjanı var yaşayacakları yerde. sayısı kaç olsun? bin olsun diyelim. beşyüz dişi beşyüz erkek olacaklar. biyolojik özellikleri hepinizin bildiği başka bir türün aynısı olsun. hani şu dünyada yaşayan. hayatı devam edebilecekleri ortam da aynı olsun hatta. bunları hep daha basit olsun ütopyamız diye yapıyorum. bu türe tanrı bir seçenek sunuyor belli bir olgunluğa erişince. diyor ki: ya ölümsüz olacaksınız ya da üreyebileceksiniz. ikisinden de dönüş yok ve ne seçtiğinizi sizden ve benden başka kimse bilmeyecek. kimin ne seçtiğini de bilemeyeceksiniz böylece. bu sırrı koruma altına alabilecek güçteyim. ölümsüzlüğü seçerseniz hiç bir koşulda ölmeyeceksiniz ancak üreyemeyeceksiniz hiç bir şekilde. üremeyi seçerseniz ürediğiniz anda öleceksiniz. doğum kontrolünde serbestsiniz ancak hile yapamayacaksınız ve bir erkek aynı anda iki kadını hamile bırakamayacak. ve eğer üremeyi seçerseniz bir gün mutlaka üreyebileceğiniz uygun ortam sağlanacak -tabi bu mümkünse, sadece tanrı bilir-; üremek için bir kadın bir erkek gerekeceğinden doğacak çocuklar ikiz olacak birisi kız birisi erkek. ve siz öleceksiniz yerinize onlar geçecek. böylece nüfus asla değişmeyecek belli bir yaşa gelince onlar da aynı seçimi yapacaklar korkmayın. hepiniz eşitsiniz aynı yaşta görünüyorsunuz hepiniz güzelsiniz hepiniz güçlü hepiniz tıkır tıkır işleyen organizmalarsınız hiç bir kusur, arıza, defo yok. seçiminizin bağlayıcılığı dışında tamamiyle özgürsünüz kararlarınızda. içgüdüsel tek şey var; kimseye söylemeden seçiminize uygun hareket etme güdüsü. ve şimdi senaryoları düşünmeye başlayın, herkesin ölümsüzlüğü seçtiği ya da sadece bir kişinin üremeyi seçtiği senaryoları. belki de tüm kadınlar ölümsüzlüğü seçmiştir ve tüm erkekler üremeyi. ya da tam tersi bir cinsin ötekisinin seçimini mahvettiği. ya da sadece bir kadın ve bir erkeğin üremeyi seçtiği. o kadar ölümsüz arasından doğru kişiyi bulmak gerekecek. sonra kendinizi düşünün siz bu türden olsaydınız hangisini seçerdiniz size sorulduğunda.

hayat veren mi, hayatta kalan mı?

paranormal şeyler

13 Mayıs 2015 Çarşamba
anlık bir şeydi. ses gitti, ışık söndü, muazzam bir boşluk. uzay böyle bir şey mi anne diye sordu bir çocuk. çocukla birlikte ses geldi, ışık da geldi. bize, o esnada bulunan herkese, bahşedilmiş o hiçbirimizin ne olduğunu anlamadığı büyük sır bir çocuğun tek bir sorusuyla sonlandı. ben de herkes gibi o anlık muhteşem hissiyatın şokunda olduğumuz halde çocuğa kızmaktan alıkoyamıyordum kendimi. bir çocuk hayatımın en mucizevi deneyimlerinden birisini mahvetmişti. neden olduğunu, nasıl olduğunu anlamak için geri geri gittik. fakat o anlık şeyi tekrar edemedik. birbirini tanımayan onca insanın yaşadığı ve tekrar yaşamak için pek çok şeyi feda edeceğinden emindim. hepimiz emindik. elimizdekini çalan çocuk da bunu yıllar sonra fark edecekti. öyle bir anımız tekrar olmadı, olmayacaktı. belki ölüm böyleydi. onu da ölmeden bilemezdik.

bir at yazısı

1 Mayıs 2015 Cuma
yaşar kemal'in ölümünün üstünden bir kaç sıcak ay geçmişken, demirciler çarşısı cinayetinin akıllara kazınan girişini bir kere daha bu kez bir at için anmak gerekti. bu defa o güzel atlardan birisi gitti.
bilenler bilir atlara her daim bir sempatim bir bağlılığım olmuştur. blogda da bir kaç yazım vardır sevdiğim atlara, giden atlara dair. belki çocuk sayılacak yaşlarda abimin ergenlik hevesi olan atlarla haşır neşir olduğumdan belki de kendi ergenlik dönemimde her sabah okula giderken şirinyer hipodromunun önünden geçen bir dolmuşta, hipodromun karşısında enhoşlar dedikleri yerde bulunan ahırlarda atları gördüğüm içindir bu sempati. bugün benim çocukluğuma, bir kısmın ilk gençliğine bir kısmın ise delikanlılık çağına dair nostaljik ve unutulmaz bir hatıra öldü. bold pilot öldü. en dış kulvardan bold pilot geldi ve bugün öldü. o güzel siyah at, koşmayı bırakalı çok olsa da hala daha sararmış da olsa bir sürü ganyan bayinin duvarını süsleyen, o güzel safkan öldü. hala anlamadıysanız şöyle söyleyeyim sayın ki müzeyyen senar öldü, yaşar kemal öldü, müslüm gürses öldü, michael schumacher öldü, michael jordan öldü, zinedine zidane öldü, süleyman seba öldü, sadri alışık öldü, şener şen öldü,aşık mahsuni şerif öldü... bu isimlerden sadece birisini duymak bile sizin için bir şey demekse, bold pilot öldü demek de o demek. elbette bir gidişin ardından bir devir daha sona erdi demek yapmacık ve abartılmış bir söylem, fakat bu gidiş bir devri kapatmadıysa da bir çok hatırayı buruk hale getirdi. artık rakı masalarında bold pilot mı johny guitar mı sorusuna ya siktirin gidin grand ekinoks ikisinden de iyi tay onların döneminde koşsa ikisini de tokatlardı diyen adama alaycı alaycı atılacak bakışlar yerini bir burukluğa bırakacak. bana tarafımı soracak olursanız kim ikibindörtyüz metre çimde bold pilotun kırdığı rekoru bugünün teknolojisi ile en az beş saniye geliştirir o at öldüğünde en az bold pilot kadar üzülürüm. daha yazabileceğim o kadar çok şey var ki bu konuda. bold pilot, diğer efsane atlar, tjk tvnin padok gösterirken çaldığı enfes müzikler, hipodromların o beklenmedik huzuru, ganyan bayilerinin o sikindirik atmosferinde dönen diyaloglar, teyzesinin adını bilmeyip sevdiği atın pedigrisini altı nesle kadar bilen sigara içmekten bıyıkları sararmış amca, at yarışları atlara eziyet yaa muhabetlerini...
emeğini satan herkesin günü kutlu olsun. sizleri zerafetin efendisinin o tarihi zaferini bir kez daha izlemeye davet ediyorum.






aşkların çarpışması

30 Nisan 2015 Perşembe
radyoda the police çalıyordu. muazzam roxanne şarkısı. bana istemdışı moulin rouge filmindeki o sahneyi hatırlattı. aklıma bekir geldi. uğur abla geldi. aynı istemdışılıkla bir bağ kurdum roxanne ablanın sitarcı ile o hüzün dolu aşkıyla. bağ hüzündü. iki farklı aşk hikayesi tek bağ hüzün. oysa sadece dört kişi arasında üç kişilik bir hüzündü bu. sitarcıyla roxanne aşkı iki kişilik bir aşktı. bekir'in ise aşkı uğur ablaya olan tek kişilik bir aşktı. elimde bir aşk bir meşk kalmıştı böyle bakınca. kavuşunca meşk kavuşamayınca aşk olur derler. iki orospu iki adam bir aşk bir meşk. kavuşunca hüzün çaresizliği çağırdı. kavuşmayınca kabullenişi. çok benzer gelmişti oysa bu iki farklı hikaye. çok benzersizmiş. her aşk ne kadar benzer fakat ne kadar biricik. parmak izi gibi.

bu keşmekeşte uykuya dalarken sahne the police'e kalsın. bunun üstüne daha sonra tekrar konuşalım.


single malt

27 Nisan 2015 Pazartesi
yazdıklarımda bir yahut iki kişi var. üç kişilik yazılarım yok. dört kişilik hayal gücüm dahi yok. çevremde ne kadar çok insan var oysa ki. görseniz sosyal dersiniz. neden bu yalnızlık. kim beni bu hale koydu. hep mi böyleydim. evet hep böyleydim sanırım. geriye dönüp baktığımda bir sürü insan sayabilirim hayatımda bulunmuş. hala olanları da düşünün. yeni eklenenleri de düşünün. çok insan var. buna rağmen geri dönüp baktığımda kendime dair bir şeye hep yalnız olduğum zamanlar geliyor gözümün önüne. bir çocukken okula tek başıma gittiklerim, bir gençken okuldan tek başıma döndüklerim. dolmuşta ön koltuğa oturmaya çalışan bir genç. televizyon dahi olmayan sadece kitaplı ve tüplü sobalı odada oturuken ben. masasında çalışırken kimseye tek kelime etmeden saatlerce ekşi sözlük okuyan ben. sinemaya tek başına gitmek için kimseye haber vermeyen telefonuna cevap vermeyen ben. gecenin bir vakti odasından kalkıp dolaba bira almaya giden bir adam. çok sevdiği kadınla ilgili anılarında bile kadından ziyade onun yanına gitmek için tek başına bindiği otobüs olan bir genç. oysa inanın bana hayatımın o kadar büyük kısmında başka insanlar var ki. ve inanın bana onlar benim gerçekten yalnız olduğuma inanmayacak kadar bilmiyorlar bunu.

belki bu yüzden single malt viskileri seviyorum.


seyduna

16 Nisan 2015 Perşembe
göğde hilal vardı. herkesin ışıklarını söndüp yattığı saatlerdi. balkonda oturanların fısıltıyla konuşacakları saatler. fısıltıyla konuştuğumuza göre balkondaydık. balkonda olduğumuza göre oturuyor olmalıydık. oysa öyle değildi. ben onun karnında yatıyordum, uzun saçlarıyla oynuyordum. o içi saman dolu görünümlü, kebapçı minderi gibi şeylere yaslamıştı başını. o da benim yüzüme dokunuyordu. bazen huylanıyordum. odada bilgisayar açıktı. youtubeda bir kaç saat süren zeki müren kayıtlarından birisi açıktı. balkona az ses geliyordu. çünkü konu komşu uyuyordu. konu komşular olunca birileri her daim uyurdu zaten. bunu ona ben söylemiştim. toplu yaşam siteleriyle ilgili konuştuğumuz bir günde. sık sık gündelik şeyler hakkında konuşurduk. ben açık oluyordum mütemadiyen ne sorulduysa söylüyordum. peyniri kim yedi? ben. ünzile kaç koyun ediyor? sezen aksu. hegel öldüğünde marx sadece onüç yaşında bir ergenimsi olmasına rağmen hegel beni bir tek marx anladı o da yanlış anladı demiş midir? sanmam, şehir efsaneleri keyiflidir.
böyle böyle neler neler konuşmadık ki. balkondaydı göğde hilal vardı. her yer çok karanlıktı. yüzüme dokunurken, keşke gökyüzü senden daha karanlık olsaydı dedi. o an gözünden yaş akıyor olmalıydı. ara ara karnından yarım mekik pozisyonunda doğrulup içe içe bitirdiğim bira bitmişti. dolapta yeni bira vardı. hava sıcaktı. balkon genişti. ve o haklıydı.

film festivali seçkisi

8 Nisan 2015 Çarşamba
insanlar gelip bizde sekiz on gün kalabilirler. ben bir şey demem. sen de bir şey deme. onlar da bir şey demesin. yoksa çok ses oluyor. her kafadan başka bir ses çıkıyor. alıyor başını gidiyor evden. biz bize kalıyoruz yine. filme falan gitmek icap ediyor. filmden festival yapıyorlar. insanlar da yiyor bunu. birisi de demiyor ki. filmden festival mi yapılırmış fatma. filmden çok güzel yahni yapılır. bol soğanlı. bu çağda kimsenin ne ağız tadı var. ne film zevki. herkes laf olsun diye, dostlar görsün diye film yiyor. eskiden olsa köpeğe vermeyeceğin filmler, şimdilerin aman efendim canım efendim yerlerinde görülüyor. neden böyle oluyor diye düşünecek oluyorum bazen. vazgeçiyorum açıyorum dolabı alıyorum eskilerden bir film. ediz hunlu filiz akınlı. atıyorum mikrodalgaya onbeş dakka sonra mis gibi oluyor. dolaptakiler bitince ne yapıcam bilmiyorum. iyiki rahmetli babamgille kadim dostu gökselbaktagir epeyce stok yapmışlar. ondan kalan en güzel miras. benim karım çocuğumuza gebeyken kaza geçirip ölmemiş olsaydı ben de ardımdan ona afiyetle yiyebileceği filmler bırakırdım. en azından birileri iyi anardı beni.

new age bir tapınış

29 Mart 2015 Pazar
bir keresinde demokrasi parkında otururken, bir kadın yanıma gelip tanrı sizi seviyor diyerek elime bir broşür tutuşturdu. seviyorsa gelsin konuşsun dedim. gülümseyerek yüzüme bakmaya devam etti. anlamadığım şeylerden bahsetti. bilinç kazandırıp greenpeace için yardım toplayan bir genç gibi konuştu konuştu. dinledim. peki tanrı beni seviyor diye benim de tanrıyı sevmem şart mı diye sordum. anlamadı baktı. yani dedim tanrı beni sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi tanrı ne kaybederdi tanrılığından? yine anlamadı. teşekkür ederim ben hayalperestim dedim. hayallere taparım. ben de hayalleri severim. oturun lütfen yanıma dedim. ben de size benim taptığım şeyi anlatayım. elimde bir broşür yok bu sebeple şimdi anlatacağım hayali iyi dinleyin, daha sonra anımsayamazsanız ben de unutmuş olabilirim. bana tekrar sorduğunuzda artık yeni bir hayale tapınmaya başlamış olabilirim dedim. kadın kaybedeceği vaktin ne kadar olduğunu sordu. bir hayalden bahsediyoruz dedim. bazen çok uzun sürer bazen beş dakika. vaktiniz yoksa size kısa bir tanesini anlatayım dilerseniz dedim. çok vakit kaybetmeyeceğini anladı. anlattım. lütfen bir tane daha anlatın dedi. vaktinizi almak istemem dedim. tanrının sevdiği başka insanları bulmak sizin misyonunuz. doğru dedi. gitti. aradan bir kaç ay zaman geçti bir pazar sabahı aynı parkta otururken yanımdaki bankta bir adam oturuyordu. yanına bir kadın geldi elinde bir broşür yoktu. konuştuklarını duyabiliyordum. pardon dedi adama ben bir hayalperestim ve size bir hayalimi anlatabilir miyim? adam kadının bir şeyler satmaya çalıştığını düşündü, tedirgin oldu. teşekkür ederim dedi. kadın nazikçe teşekkür etti ve benim yanıma oturdu. baksana dedi hayaller kimsenin umrunda değil artık. gülümsedim. bana anlatın dedim vaktim var. henüz vakit varken anlatmaya başladı kadın. öyle güzel anlattı ki bitince lütfen bir tane daha anlatın dedim. daha fazla vaktinizi almak istemem hem belki de hayalleri anlatacağım başka insanlar da vardır parkta dedi ve gitti.

bir rica ve özür yazısı

22 Mart 2015 Pazar
bu hafta da öyle geçti. yaygın takvim sisteminin ve dünyanın kendi çapında takılmasının da desteğiyle öylesine geçti. yine bir sürü insan güldü eğlendi. bazıları katıla katıla güldü bazıları tebessüm etti. yeni insanlar geldi eski insanlar geldi arada kalmış insanlar geldi. çok cümle söylendi. çok yüklem unutuldu. çok özne gizlendi. göz kapakları kendi kendine kapandı. bir sürü nota kulakta sese dönüştü ya da zaten sestiler de kulak onlara bi şey yaptı -bilenler açıklasın.
o kadar çok el o kadar çok ele değdi ki. kimin eli kimin elindeydi sayamadık. uykusuz geçen gecesi olduğu gibi uyku dolu geçen gecesi de oldu. herhalükarda uyku çok güzeldi ve orta asyanın bir köyündeki uyuma hastalığından muzdarip köylülere imrenildi. göz kapakları kendi kendine kapandı. sonra perde açıldı. hatırlanan çok güzel rüyalar oldu. bir sürü insanlı rüyalar. şaşırtmalı sonlu olaylar. süpriz şahıslar. hem rüyalarda hem rüya olmayanlarda. ve yine olmadı. bunca kıskanılası şeyin arasında yine olmadı. illa ki aradığı şeyi bulanlar oldu. ama benimkiler yine olmadı. lütfen ruhumu kim aldıysa geri versin. sonra söz hepinizden özür dileyeceğim.

fahiş fiyatlı şiir

11 Mart 2015 Çarşamba
bu da sizin cennetiniz
içinden ırmaklar geçer
çiçekler açar
edimler biter
saatlerce hayatını anlatır ahmaklar sürüsü
sadece üç dakika sürmüş hayatlarını anlatır
kalu beladan beri birbirini seven penguenler
yahut kalu belada birbirini seçen penguenler
sizi size anlatır
fezlekeler verilir
dinler yücelir
sesler kesilir
bir tef sesi böler kesiyi
bendirci kendini neden öldürdü
bendir çünkü
cevaplar basit
sorular zor
bilek gibi
her dilde bir karşılığı vardır
ben gibi
sen gibi
biraraya gelişimiz gibi
olay olur
insanlar sorar
nasıl oldu
anlamadık
anlamadığınız yerden sorulanlar kolay
cevaplar yok
sessiz kalmak daimi haktır
güneş ne renk doğar

rêç

10 Mart 2015 Salı
bana biraz zaman tanırsanız
size tüm ellerimle şiirler yazarım
iki tane var sadece
ve ben yalnızca birini kullanabilirim

olsun daha çok şiir olsun
heykellerim
engellerim
güzellerim
emellerim
bedellerim
olsun daha çok şiir olsun

yoklukları doldurunuz

9 Mart 2015 Pazartesi
çok üşümüştüm, biraz ısınıp sonra gitmekti niyetim.

freud yok din yalan

5 Mart 2015 Perşembe
en az altı kere üst üste dinlemek isteyeceğim şarkıların olduğu günler eksiksizdir. buruktur. eksiksizdir. her şeyin tam olması nerden baksan yarım kalmışlıktır. tamamlanmış olmak bu sebepten hiç hoş değildir. ee sonra. bu soru sorulabilecek son sorudur. buruk bir soru. kasedeki son kaşık dondurmadır. yastığa sinen saç kokusu şampuandandır. senden değil. seninle özdeşleşmiş protector and gambler. kollayıcı ve kumarbaz. tam bir babalık semptomu. saça sinmiş bir babalık. çocukken okşanan bir baştan belki. muhtemelen dökülmüş bir saç. dökülmüş her saç eksiksizdir artık. olmuş meyvenin daldan düşüşü gibi. muhtelif ihtiyaçlarımızı karşılayan bir alışveriş çeki gibi, heyecan verici ve bitimli. biten şeyler yarıdan kalanlar daha tamdır. buruk. biraz da hüzünlü. faydasız her bilgi uzayda dolaşan bir voyagerdir. öylesine gider. ah voyager nasıl da imreniyorum sana. karanlıkta öylesine gidişin. hala gidişin yıllardır gidişin. pür karanlık, pür sessizlik. öylesine uzay boşluğunda salınışın, çekim gücüne girecek bir arayış. önce seni çekecek sonra savuracak oradan oraya. aşık bir kadın gibisin voyager. nerde ne olduğunu bilmeden giden. babasını arayan, hami ve kumari. yazım bir aşık kadın gibi. nereye gideceğini bilmeden giden. bir yerde bitecek, eksiksiz, tamamlanmış. buruk.


koşu

1 Mart 2015 Pazar
tüm güzel şeyler eskiden olmuş gibi hissediyorum bugün.
edith piaf öleli elli yıldan çok olduğu yetmezmiş gibi, john lennon öleli de otuz yıldan çok olmuş.
en epik savaşlar yüzlerce yıl önce yapılmış.
masallar artık yazılmıyor bile.
en son imrenilesi dahiler onlarca yıl önce yaşamış.
en güzel çocuklar bile en güzel hastalık adından en son kimbilir kaç yıl önce ölmüş.
şiirleri, resimleri söyleyemiyorum bile.
marina ablamız aşkına o destansı vedasını yapalı kaç tane on yıl geçmiş.
nazım'ın henüz gidilmedi dediği en güzel deniz kirleneli bile kimbilir kaç yıl oluyor.
egenin bir balıkçı köyünde açıldığı denizden geri gelmeyen, yunan güzeli sevgilisini ızdırapla bırakan o son balıkçının ne zaman öldüğünü ise ne siz ne de tarih söyleyebilir, belki kibirli belediyelerin yaptığı anıt taşlar.
en güzel oyun yüz küsur yıl önce bulunmuş.
daha neler neler.
en güzel hayal kırıklığımı bile yaşadığımda doğan çocuklar yarın okullarına gidecek.
tüm güzel şeyler eskiden olmuş gibi eminim sanki bundan.
eminim, sanki.
içimdeki son umut da öldüğünde beni burada bulabilecek misiniz bakalım?

bunca hicran içinde o güzel atına binip giden o iyi adama içlenecek durumda değilim. inanın bana.

heyula

25 Şubat 2015 Çarşamba
senin ve benim eş zamanlı olarak ve başka meskenlerde radyoda bu boktan şarkıyı dinlediğimizi hayal ediyorum. lütfen değiştir şu kanalı.

boşlukları doldurunuz

16 Şubat 2015 Pazartesi
geç saatlere kadar uykusuz da kalsan...

yitiriş

11 Şubat 2015 Çarşamba
dört yaşımda annemi kaybettim, elimi tutuyordu, sonrasında çok ağlamıştım.

o güne dair hatırladığım şey birlikte pazara gittiğimiz. sonra o pazarların kendine has cazibesinin içinde yitip gitmişti. basma fistan, ikizlere takke falan satılan tekstil kısımlarıyla oyuncakçı yahut ıvır zıvırların olduğu kısımlar yakındı. o kumaşlı şeylere yöneldiğinde ben de eş zamanlı renkli plastik şeylere yönelmiştim. kimbilir belki de leğenlere ve leğen kemiklere ilgim o an tetiklenmişti. farklı yönlere çekildiğimizi bilmeden bir an ellerimiz koptu. kopmuş yani. sonra renkli şeylere daha yakından bakarken annemin artık avcumun içinde olmadığını fark ettim. elimde değildi ve panik içinde sağa sola bakındım. kalabalıkta onu göremedim. bana her zaman olduğum yerde kalmamı söylerdi. o beni bulurmuş. ilk defa başıma geliyordu. dinlemedim onu. sonraları çokça kez dinlemediğim gibi. oradan oraya gittim. çocuklar hayalettir ya, büyüklerin dünyasında onların çoğu kez fark etmediği fark etsede bir baş okşaması ile onurlandırdığı  dünyalarında kimse fark etmeden dolandım durdum. ağlamaya başladığımda da içli içli ağlamayı tercih etmiş olmalıydım ki. kimse sormadı nen var senin kuzum diye. bir süre daha bakındım annem için. bulamadım. annem için yapabileceğim hiçbir şey kalmamıştı. sadece dua edebilirdim ve eve dönmeye çalışabilirdim. pazara daha önce çokça kez gelmiştim. hoş dört yaşında bir çocuk haftada bir kurulan pazara en fazla 208 kere gelebilir. o kadar yoktu elbette ama nerden baksan bir on yedi on sekiz gelişim vardı. evin yolunu bulabilirdim. gözlerimden yaşlar süzüle süzüle panikli kaygılı korkulu bir seyahat sonunda eve varmıştım. daha doğrusu sokağa. sabah otlamaya bırakılmış bir sığır gibi dönüşte evi kendim bulmuştum. bir sığır gibi.

hava kararınca annem geldiğinde babamla evde onu bekliyorduk, geldiğinde gözleri kıpkırmızıydı. çok ağlamıştı, ben de ağlamıştım. dört yaşımda annemi kaybetmiştim. elimi tutuyordu. bir şubat günüydü. kuzey yarım küre kışlar içindeydi.

yokluktan

5 Şubat 2015 Perşembe

dolmalık biberler küçük olmalı elle yenecekse. şimdilerde evinde dolma yapılmayan insanlar var. büyük şehirlerde yerleşik. onlar da dolma yiyebilsin diye inşa edilen lokantalar var, işte oralarda satılan dolmalar büyük büyük biberlerden yapılıyor, ve bir bilemedin iki tane konuyor bir tabağa. doygunluk verilsin çok gösterilsin maksat.

ve şu an tam olarak dolmadan konuşuyoruz. vademiz dolmadan söylemeli söyleyeceklerimizi.

noktası virgülüne dokunulmadan tekrarlanan postmodern arınma yazısı

2 Şubat 2015 Pazartesi

herkesin ucundan biraz çaldığı, yirmisekiz günü ile otoriteye karşı duran, yılımız son ayına girdik. artık arınabiliriz. bunu yapmak için metotlardan birisini ben söyleyeceğim. isterseniz siz de metotlarınızı söyleyin. daha çok arınalım. bu ay arınma ayı. size verdiğim bu müjdeyi anlamayacağını düşündüğünüz kimseye söylemeyin. eğer söylerseniz anlamazlar. denir ki; ne zaman bir müjde anlaşılmazsa tam o esnada masai mara'da bir hayvan avlanırmış.
metot: çalan şarkıyı en az iki kere dinleyin. fransızca anlayabiliyorsanız ikincisinde eşlik edin. eğer anlamıyorsanız yakaladığınız kelimelere eşlik edin.
tercih: bu güzel ayın tek sayılı günlerinde bunu en az bir kere yapın.
tercih iki: çift sayılı günlerinde doğum günümü kutlayın. beni masum görmüş ilk ve tek aya arınma dualarımızı edelim.
zaruret: sevgililer gününde sevgilinize onu sevdiğinizi söylemeyin. o da size söylemesin. çünkü bu arınma ayında herhangi bir gün özel kılmaya çalışılmaz. benim doğum günüm bile. sevgiliniz yoksa sakın ahlanıp vahlanmayın. denir ki; arınma ayında ahlanıp vahlanırsanız yeryüzündeki bir okyanusta bir köpek balığı avına sinsice yaklaşır.

söylemiş miydim? tüm güzel şeyler şubatta olur. şubatımız kutlu olsun.

pms

29 Ocak 2015 Perşembe
uykum var.
uyuyasım yok. sen geldiğinde gözlerim açık olsun istiyorum. sana son gücümle bir şeyler anlatmak, bu sabah gördüğüm çiçeklerin akşam dönerken yolunduğunu gördüğümü falan. öyle gündelik, sokağın başında yapılan kazı çalışması yüzünden dün öğleden sonra suların yarım saatliğine kesik olduğunu anlatsam ya da. dün de görememiştim seni. iki günde çok değişmiyor insan, ama yine de konuşmak istiyor işte. iki gecedir direniyorum uykuya. fakat biliyorum bugün de uyuyacağım. bir çocuğun eve geç gelen babasını beklemesi kadar çaresiz ve yenik.

not: dolapta yemek var. ısıtıp yersin.
not iki: bu şarkı senin için.

yeni bir hayata giriş yüzbir

27 Ocak 2015 Salı
pardon,  hayatına sessizce girebilir miyim? bir süreliğine, bir yahut iki yıl kadar. sonra sessizce gideceğim. sen duymayacaksın, kimse duymayacak gittiğimi. bir kanepede uzanıp bir süreliğine duracağım. bir yahut iki yıl kadar. çoğu kez sen bile fark etmeyeceksin orada olduğumu. sonra gideceğim, senin gitmemi hiç istemediğin, benim ise gitmek için can attığım yere.
hiç mecazsız saf halde.

life of pi ya da life or pi

7 Ocak 2015 Çarşamba

ne içindeyim zamanın
ne de büsbütün dışında

ya dışındasındadır çemberin
ya da içinde yer alacaksın

bir ihtimal daha var
o da ölmek mi dersin


kayıp masumiyet

5 Ocak 2015 Pazartesi
on yıllık arkadaşınız, çocukluk arkadaşınız değilse, artık büyüksünüzdür. ah ne elem...

yandı da yüreciğim

çok kötü hissettiğim bir günün sonunda böyle bir türküyle tanışmak, nasıl desem ironi midir, evrenin kalk ve yaşamaya devam et mesajı mıdır, bir takım şeylere delil midir, nedir içinden çıkamadım. ölmüş olsan da sen çok yaşa kadriye aba.